17 Aralık, 2010

Düğün var bu gece; Şeb-i Aruz.

Dün Semah'a durduk yanyana,, bu gece Sema var Konya'da...

Aşk' ı aşurede buldukya dün, bu gün aşka yanan yürekler duayla raksa edip semaya karışmakta.

Bu gün, binlerce insan bulunmaz bir şölene tanıklık edecekler Konya'da. Kudümler 'hadi' diyecek, neyler nefsi yorup kendini bulduracak ve kendi nefsinden sıyrıldıkça bedenler, selam verip, destur alıp raksa koşacaklar. Tennureler nefislere kefen olup, nefis kendini öldürdükçe kanatlanıp uçacaklar. 40 mertebeyi 40 adımla aşıpta 41'e varanlar, yedi nesil seferde dertlerine deva bulacaklar. Sikkelerle mezar taşını başında taşıyanlar, baş eğip el öpüp semaya duracaklar.

Bu yılda, yetişmesi gerekenler peşinde bir koşturmacadayım. Oysa bu sabah, Konya'da nefes alıp akşamına Şeb'i Aruz'a yol almayı ne çok isterdim.

13 Aralık, 2010

Büyülü Tadlar

Tarçın, Zencefil, Karanfil, Zerdeçal

Hepsi, lezzetin büyüsüne efsun katarlar. Efsunlarını, fonetiklerindeki rahiyadan alırlar.

Her romantik sever efsunlu tadları. Ama günlük yaşamda o efsunla yaşamak, her yüreğe sığmaz.
Her lezzet listesinde yazar; tarçın, zencefil, karanfil ve zerdaçal. Ama her benim diyen usta, efsunda elinin ayarını tutturamaz.

Ölçülere bakmadan, dokunduğunda hissettiğinle ayarlayabiliyorsan efsunu, tarçın, zencefil, karanfil ve zerdaçal sana haktır. Demem o ki, o yürek efsununu susturunca boğulur, kan dolar.

Ama yok başka başka reçetelerdeyse gözün, senin yaşama tad vermekle ne işin var!

05 Aralık, 2010

Tad Almak

Kereviz ve havuç, Nar ve portakal...  bunlar süper ikililer miş, daha iyisi yokmuş.

Bir de besinlerin;
1.tadları,
2.dokuları
3.birleşik faydaları önemliymiş.

Yani, ne pahasına olursa olsun, estetik yada sağlık için, sevmediği tadlarla bünyesini yormamalıymış insan.

Sen ve ben, süper iki olur muyduk, kereviz ve havuç gibi. Tek tek çok faydalı ama birlikteyken harikalar yaratan...
Yani ne pahasına olursa olsun, yaşamaktan, dokunmaktan ve birleşik bir hayat yaşamaktan tad alarak?

ne önemi var?

güzel sadece.

28 Kasım, 2010

Ne Önemi Var?

Çok tanıdık biriyle yeni tanışır gibi.

Tanıştığım anda tanıyordum zaten ama kimsin bilemedim.
Bakışlarında bir kaç insan, saç tellerinde bir kaç insan, kokusunda, nefesinde, dokunuşunda bir tek onu buldum.
Tanışık olup ta bulduğunu tanıyamadım.

Ne önemi var?
Hiç.
Güzel. Başka başka sıfatlar eklenebilir, abartılabilir, kocamanlaştırılabilir ama gerek yok.
Sade. Olduğu gibi, olduğum gibi.
Güzel. ve İyi belki, İyi insan olma halini bilemem de, iyi hissetmek.

Ne önemi var?
Öyle işte. Hiç.

21 Kasım, 2010

Proje I, İlk İlişki Gibidir!

Neyle karşılaştığın çok önemli! İlk defa karşılaşıp tanıyaaksan, hele ki çağrışımlar, hayaller varsa kafanda ona dair. İlk deneyiminde ne yaşadığıni neyle karşılaştığın çok önemlidir.

Görmek istediğin, görmeyi hayal ettiklerinde direnir. Ama gördüğün, bambaşka bir şeyi sana diretir. Gördüğün, gerçeğin algıladığın yanıdır. Yani gerçeğe en yakın olan. Ve söz daima onundur, gerçeğe en yakın olduğundan.

Aşık olmayı beklediğin, hiçte hayal ettiğin gibi çıkmaz karşına. Hataa bazen, küfrettiğin, kızdığıni lanetlediğin ve hayatından uzak tutmaya yeminli olduğun gibidir. Ama gerçeğe en yakın olandır. Üstelik, bilinçli, isteyerek, benim tercihim diyerek ve mücade edilerek "verilmiş" bir karardır. Senin verdiğin!

İlk, sonrasına derin izler taşıyacaktır. Ya gözü kapalı atlayacak yada inatla, tanımayı bile reddederek ayak direteceksindir sonraki yenilere. Daima bir kusur olacaktır yenilerde. Çünkü hepsi, artık eski olsa bile ilk olanın yenisidir, devamıdır ve eş değer kategorize edilmeye layıktır! Bu miğde bulantılı ilkgençlik, geç ergen hali yetişkin benliğine yaklaştıkça, çok güvendiğin değerlerinle alaşağı olup yeniden yüze çıkmayı başardıkça ve alıştıkçai yavaş yavaş ama illa ki acıtarak geçecektir.

Yani ilk ilişki gibidir proje bir. Uğradığın hayal kırıklıklarını, hayalle gerçeği karışmş yaşanmışlıkları, karşılaştığın tavırları, yarattığın ve yaratılana tanık olduğun yargıları, eleştiriyi, eleştireni, eleştirileni, sancılı miğde bulantılarını, buhranlı halleri inatla, karşı koyamayacağın ve çoğu kez farkedemeyeceğin bir incelikle direnerek hep bir sonraki yeniye taşır.

Elbet zamanla geçer, ama illa ki acıtarak. Ve senin verdiğin yeni kararların durur avuçlarında. Yeniden acımayı ama biraz daha mutlu ve alışkın olmayı bekleyerek.

16 Kasım, 2010

Bayram Rüyası

Uyuyordum ben aslında.
Belki de uyanmıştım görünmez olana.
Belliydi, sarısının kırgınlığından, ışığından, yaprakların yorgunluğundan
Ve gözlerindeki huzurdan biz insanların.
Tüm telaşlarıyla bitenlerden,
Bal damlalarının yanaştığı göz kapaklarından,
Ve bahara hayal kurma zamanını karşılamaya hazırlanmalardan.
Belliydi,
Sonbahara az kala, yazın sonuydu işte.

Toprak birazcık suskun. Bitirmiş,söylemiş tüm öykülerini bahardan bu yana.

Sıvaları dökük ve bir hayli küçük bağ evinde,
Evin önünde bir oda,
Oda olmuş bir havuz
Henüz mermer döşenmemiş çimento zemininde havuzun,
Yüzüm, yüzüm, yüzümüz.
Yüzüyoruz habire.
Su berrak mı berrak, mavi mi mavi.
Ufacık bir pencere, çatısı olmayan odada
Ve güneş, pencereden geliyor yüzümüze.
Yüzüyorum, yüzüyorsun habire.
Yüzümüz var,
Bir birimize saklı, birbirimize emanet.
Ben ne isem dört sene, sen O' sun.
Asmalardan üzüm yiyip, saçlarını kurutuyorsun.
Hadi gel, diyorsun. Gün batmadan bir kez daha.
Yaz bitmeden, yazın bittiği bu akşam gelmeden bir daha.

Son kez gözümü kırpıp yaz güneşine,
Nefesimi bırakıp suya, yüzüyorum habire.
Gülüyorsun. Gülümsüyorsun, gel diye.
Dilin suskun, biraz tedirgin.
Hoş gelmiş gibisin yepyeni bir yere.
Aslında gelsen, ne hoş gelirsin.

Küçücük bir odaya sığdırıp ta derya denizi,
Küçük kare pencereden damlayan güneşte güneşlenip te
Yüzdükçe yüzüyoruz habire.
Yüzüm var, yüzün var, yüzümüz var birbirimize.

11 Kasım, 2010

Nerdesin?

Tek kelime, tek kelime yazmamıştın eylülden beri. Yazdıklarımda hep sanki, asıl içimde oturan konunun çok uzağındaymış gibiydi yaşamım.

Yok saymak, adı geçtiğinde önemsemiyormuş, tepki vermiyormuş gibi yapmak, hali vaktiyle ilgli haberleri mahallenin esnafından öğrenme haliyle, çaaaattt diye, ne varsa kendini ıraksamak için kurduğun hepsini yıkıp geçmesine engel değil işte.

"Barış" ı konuşmak, "barışsızlığım"la yüzleştirdi beni.
Ağladım. bir yılı geçmişti bir oturumda ince ince ağlamayalı.
Hızla, başladığımdan bu yada üst üste koyduğum ne kadar taş varsa hepsinden düştüm bi anda.

İlk defa, o gün düştü kelimeler benimle birlikte. İlk defa o gün, kendi kendime, elimde yeşil kalemim ve uzun zamandır demokrasi'nin eğitimleri için beklettiğim defterime yazdım " babaanne".

O gün farkettim ki, tüm lan biten sanki öyle çokta yakın olmadığım bir arkadaşımın başına gelmiş ve sadece anlatmaktan kendini alıkoyamadığı bir ana denk geldiğim için dinlediklerim gibiydi.
öyleleştiriyordum.
Düşünmüyordum. Uyanamadığım rüyaları ben gördüm saymıymıyordum. Ben böyle yapınca Babaannemi düşünmüyor, canım acımıyordu - güya-. O öfkeyi hisseden ben değildim sanki.

Oysa, tüm o olağnüstü keyifli hallerin sebebi, öfkeyi maskelemekti belliki.
Belli ki...
Geçmiş değil hiç bir şey.
Hele şimdi bir de bayram ya,
Özlüyorum seni.
Kimi özlediğimi bilmiyorum Babaanne.
Sen hangi insansın bilmiyorum. aradığım yerde, anılarımda bile bulamıyorum seni.
Yok- sun. Yok musun?
Benim hayatımı idealize ettiğim insan mı yoksa bizden vazgeçmiş olan mı?
Gözlerinden öfkeyi bir anda- 22. yaşımda- öğrenipte, bünyemde öfkeyi ilk kez bu kadar şiddetli hissettiğim insan mı?
"Eski babaannem" dedim bi kere biliyor musun? Nereye gittin sen?
Eskiden bilirdim. evim yuvam yerin birdi. Atlayıp gelirdim bi geceden bi sabaha. Sesini duyardım.
Şimdi, şimdi yüzün bile yok babaanne.
Nerdesin?
Yok musun?
Aynı hayatta, aynı yerkürenin üstünde, adresini bildiğim, doğduğum büyüdüğüm evdesin. Ama yok işte.
Bulamıyorum seni. Arayamıyorum bile.
Engelleyen, korkutucu gelen yokluğun mu yoksa varlığın mı bulamıyorum.
Nasıl bu kadar yok oldun Babaanne?
Nerdesin? Yüzün bile yoksa....
Yok musun?

Babaanne?

"iyilik" hali unutmak mı?
Her şeyin yoluna girmesi,
Günün birinde "yeniden" ve " barış içinde"
"Güven" ve "sevgiyle" bir olmak,
Acıtan bir ihtimal, ya da
İhtimalsizlik olarak bile yoksa
Hiç bir şey yoksa,
Yüzün yoksa...
Yok musun Babaanne?


29ekim'10 Rıhtım Otel, Tazeleme, "barış" oturumu.

07 Kasım, 2010

Kendime Yönerge

Şimdi, gözlerimi kapatmalıyım

Bu haftanın programını gözlerimin önüne getirip tek tek günleri düşünmeliyim

Her gün hangi dersden sınavım ya da ödev teslimim olduğunu hatırladıktan sonra sonraki üç haftaya bakmalıyım
sonraki üç hafta da kaçacak delik aramamam gerektiğini farkettiğinde derin bi nefes almalıyım.

Bu hafta serinkanlılığımı korumalı, stresin beni çalışmak istememe haline sürüklemesine izin vermemeliyim
Her gün, sakin sakin yapılması gerekenleri yapmalıyım
Ve yorgunluk kelimesini asla ama asla anmsamamalıyım.

01 Kasım, 2010

Bulanık

Kabullenmesi zor bir yanı var hep bu "sonra"ların.

Sevimsiz, sanki terkedilmiş, hatta terketmiş gibi hissettiren.

Sabırsız, ondan başka hiç bir şey düşünmeksizin hayatını adamak isteyen.

O olmak isteyen, o işin içindeki kişiden başka bir kimliği yüreği, midesi kaldırmayan.

Ama işte, jüri var perşembeye. Daha nasıl anlatırım ki derdimi.

27 Ekim, 2010

Kendime Diyecek Sözüm

Komiğim komik!

Bölge Bilimi ve Planlaması dersine ödev taslağı hazırlarken yüksek lisans tez konuma karar veriyorum.

Ne diyeyim, doğmamış bebeye don biçmek bu olsa gerek.

Komiksin kızım diyorum, gülüyorum kendime. Yine de, "niye olmasın" diyen o iç sesi seviyorum:)

Antep Eğitiminden Kısa kısa

İlk defa bu kadar çok tepine tepine güldüm bir eğitimde.

İlk defa stresin s'sinden bu kadar uzak.

İlk defa bu kadar güvenle, rahat, "yapmam gerek" histerisinden uzak.

İlk defa en ufak bişeye bile sinir olmadan

Barış gibi, kendiliğinden ve olması gereken gibi.

Kolay katılımcı + kolay ekip = keyifli eğitim
işte böyle boynumuzu bükmüştük gelmeyen katılımcıları beklerken :)




" Entep'te insan haklarını savunucuk"

" çalışmayalım yiyelim. hiç çalışmayalım hep yiyelim"

" haaa ha aaaa"

21 Ekim, 2010

ve sezon açılır...

SamsunGEM eğitimi ile açıp Demokrasi labratuvarı ile kapattığımız yaz sezonunun ardından, Gaziantep eğitimi ile güz sezonunu açıyoruz efenim.

Antep güneşi insana yakın, sırlı sorulara saklanmayan, kokusu da rengi de kucak kucak size kalan bir kent idi haziranda.
Ve şimdi inanıyorum ki, daha yaşanabilir bir dünya ve toplumsal barışla tüm kokuları, tatları, renkleri ve sesleriyle daha da anlamlanacak o davetkar kent.

14 Ekim, 2010

Sofrasız

Demişim ya hani, sensiz kaç bayram sofrası diye, artık bayram sofralarımız da olmayacak.

İtiraf

Rahatsızlık veren hislerden kurtulmak için yazmak hikayesi koca bi yalan.
Yok öyle bişi.
Çünkü ben rahatsızsam - o hisle - yaz/a/mıyorum. "ability" durumundan emin değilim.
Kus/ama/mak konusunda eminim mesela. Dünyanın en büyük kusmuk dalgasını yaratmak istesem de kusamıyorum.

Ama yazabilirken yazmıyorum galiba. Bunu daha net bi şekilde söylemedim kendime.

"Toplum gençlere güvenmiyor" diye bağrınan gençlerin birbirlerine güvenmemelerinin ardından gözüme yanlışlıkla çarpan "en iyisini biz yaparız da ondan" ışıklarının bir "ekip ruhu" ile sarmalanmış olması o görünür ekip ruhunun aslında ekipten her kopanın ardından aşağılama yöntemiyle eğlenme, hatta kimi zaman üretime malzeme yapma vs eylemleriyle "ekip" işine sadece kendi egosunu var edebilecek bir alan oluşturmak için tutunmuş yüce bireyleri görünüveriyor gözüme.

Ve mesela böyle durumlarda dişlerimin sıakrak küfretmek geçiyor içimden, öyle olduğu için değil kimse, tam aksi ile reklam yapıp "varlık"larını sürdürdükleri ve "çok seviyoruz" dediklerine bir de "yeni" diye barkod basıp, bu barkoddakilerin ancak ortamdan zamanla bişeyler öğrenebilecekleri haricinde bir düşünce geliştirmeyi bile akıllarının ucundan geçirmedikleri için.

Bu iş böyle yapılmaz diyip çekip gidesim gelmedi değil. Bu iş böyle yapılmaz demek yerine siz şimdi bunları söylüyorsunuz ama bu söylediklerinizin bla bla bla yalnarını görmezden gelmenin yıllardır sizi körelten şey olduğunu hiç düşünmediniz mi diyesim gelmedi değil.

Sus kızım sen önce yeni barkodunu bi sev bi alış bakalım diye kendime söylemedim değil.

Karar: Ya bu diyardan giderim, ya bu deveyi güderim.

Öyle bi değişir ki orası, öyle bi değişir ki gündemler ruhunuz bile duymaz.
Siz istediğiniz güne kaçın beyler, ben bilmem kaçıncı paralel evrenden bile gelirim

05 Ekim, 2010

Bir Veda, Bir Kutlama

Sana gitme demek isterdim,
Ama gitmelisin.
Bol ışıklı anılar biriktirip geri dönmelisin.

İspanya çok uzak evet,
Ama belki bi gün Tavukgöğsü yaparım?
Alır sana gelirim

Hem, güneşin yeni yeni kendini gösterdiği bahar günlerinde Çengelköy'de verdiğin o güzel haber, o mutluluk katlanarak büyüyor mu ne?

Mutlu ol Şirinseverim.
Beni özle, ama üzülme.
Çünkü ben öyle yapmayı öğreneceğim.

04 Ekim, 2010

Mevsim Manzaraları Der ki;

Dün, Teknik Geziden dönüş yolundayken, Konya'dan İstanbul'a dönerken otobüsdeki muhabbetlerden insanın ne menem bir şey olduğuu anlamaya çalışırken bulut-güneş ve denizin kenetlendiği hale döndü gözlerim.

Mevsim manzaralarının bi süredir bana söylediklerini hatırladım.

Tüm cesaretiyle, kendi gibi dolu dolu geçen kış, bazen rüzgarlı ama çoğunlukla sakin yağan karı ve soğuğuyla kışı "ne gelirse gelsin, hazırım ben bana gelsin" dedirten güçlü bir kış yaşatacağı belliydi.
Böyle güçlü, kendini bilen, adam akıllı kışları severim ben. Kış çocuğu olduğumdan belki.

Kararsız, geldi mi şımarık, ama süreklilik için savaşmayacak denli kaypak bahar canımı sıkmıştı. Mide ağrılarını anımsatmıştı. Ama yaz rahat geçecek dedirtmişti.

Kış koşturmacalı, dimdik, yüzüm kendime dönük ve içim serin geçti.
Bahar bulanık, hiçlikte yorulan, her meltemde pes eder haldeydi.
Yaz, gevşek mi gevşek, rahat mı rahat ama daha önce tanışık olmadığım denli büyük bir acıyla çat diye bitti, hemde öfkeye bulanmış.
Sonbahar şimdi, ama araya kaynadı. geçsin gitsinlikleri yolcu etmeye hevesli.

Dün, kurşuni denizin üstünde bulutlar kocaman boşluklar oluşturarak kararlı katmanlar oluşturup güneşi içlerine almışlar. Ve güneşten keskin, bulutlardan süzülüp gelen ışınlar, kusursuz açılarla düşüyor kurşuniliklerin üzerine.
Işık ya yok, ya keskin ama bulanık.
Bu, kış habercisi. Kış manzarasına haberci konuşan mevsim sesi.

Kış, zor, yorucu - hem de daha öncekilerden  farklı yorgunlukla- olacak, ama sonra belki gözlerimi kısarak, sırf içimdeki sesler gözlerimden dışarı çıkmasın diye, bakacağım. Gördüğüm, görmek için gittiğim olacak.
Kış hayrolsun.
Şubata dek, bu manzara sorumludur.

Ha bir de, deprem oldu dün akşam. Kurşuniliklerden bir ses daha geldi yüreğime.

Yarım Kalan Yazılar

Defterler eskidiğinden değil,

Hayatın hızlı, yorarken dinçleştiren, kendime döndüren ve huzura yürüten günlerinde olmadığımdan şimdi,

Yani, yaşanılanların eskimesinden

Ya da eskisin istediklerimden.

- ki arada derede içimi kıpırdatıp huzurla gülümsetenlere sahip çıksam bile tek, kuş olur uçardım-

Ama zaman değişken, bunu da bilirim.

16 Eylül, 2010

Bunu ben demedim ilk;

Önümdeydin
Arkamdaydın
Sağımdaydın
Solumdaydın
Altımdaydın
Üstümdeydin
Beni yine de Göremedin


15 Eylül, 2010

Kentleri Sevmek

"Kentleri sevdiren kişiler var"

kendi kendine, kendini  o kentte sevdiğin için sevdiğin kentler. Kendine kızıp kaçmak için terkettiğin kentler.

Çok sevdiklerini görmeye gittiğin için, gidince sevdiklerinle olduğun için sevdiğin kentler var, sevilenlerin çiğlikleriyle canını acıttığında içinde boğulduğun kentler.
Çok sevdiğin için orada gördüğün kişileri sevdiğin kentler var yada. Yada bir sürü şekli daha var bu hallerin...

Günün usulca yaklaştığı sakin karanlıklarda gökyüzüne bakıpta nefes alınca orda huzur dolduğun, kapısını açınca rahatladığın evine vardığın, sokağa çıkınca havadaki kırıntılarla oynaştığın, güne başlamaktan keyif aldığın, otobüsteki kalabalığını, trafiğin arasından göz kırpan boğaz manzarasını, birbirine kolyenin boncukları gibi bağlı semtlerini sevdiğin bir kent.

Yıllarında hatrı sayılır bir yeri olan bir semtin ara sokaklarından birinde şirin bir kafede kahvaltı ettiğin, üstüne kahveni höpürdedip secdiğin insanlarla sohbete devam ettiğin, kolyenin boncuklarından misina misali süzülerek, yürüyerek geçip gittiğin, ışığını, kokusunu, sesini sevdiğin, süprizlerle karşılaştığın, kıvanş duyduğun, canının yandığını hissettiğin, sıkıldığın, kızdığın, affettiğin, afffetmediğin, kendini anladığın/anlamadığın, çok merak edip bulmaya açlışıtığın kişi için vagonların, motorların içini kolacan ettiğin, diğer kıtaya geçmek için bindiğin motordan vazgeçiğ geri indiğin ve son zamanlarda olup bitenleri anlamaya çalışırken oturduğun Kabataş sahilinde bir çay bahçesindeki masaya çok yakıştığın bir kent.

Sevdirene, sevdiğine ve sevene...

01 Eylül, 2010

Özlenen Sofralar

Dün biraz yağmur yağdı, beş dakika kadar.
Tam ben büyük bir hırçınlıkla uykudan uyanıp yola atmışken kendimi, meram eskiyol dolmuşundan inip fatih pastahanesinden kaymaklı dondurma alıp yaka meram dolmuşu beklerken.

Yağmura rağmen, hatta yağmura inat toz dumandı ortalık. Konya'nın kuru, acımasız, yüzünde maskesi olmayan dosdoğru havasıydı. Bütün yaz yerlerde sürünüp arada bir havada uçuşmuş toz zerreleri günler, haftalar sonra karşılaştıkları ilk yağmur damlalarıyla kıran kırana mücade ediyorlardı. Sorsan, onlar da bilmiyor kavganın ne uğruna olduğunu. Tıpkı tüm kavgalar gibi nedensiz. Sadece yok etmek pahasına var olabilme iç güdüsü.

Mervelerin bahçeye yürürken, kaç kere yürüdüm bu yoldan dedim. Her birinde heyecanla, özleyerek.

Kuru havada asılı duran bulutların ardında kaybolan güneş, takkeli dağ ve bahçede meyvesini topladığımız ağaçların hepsi hep aynı şeyi söylüyordu sanki.
İftarı mangal sofrasıyla karşılayıp, geceye dondurma çerez ve meyvelerle devam edip sahurda kumpirlerimizi yuvarlasakta, ruhum doymadı ikindi serinliğinde havaya, ağaca ve yıldıza.

Yıldızlarına aşık olduğum iki sema var; biri mardin geceleri diğeri de konyanın bahçeleri.

İstanbul'u özledim diyordum ya, benim gitme vaktim gelmiş galiba. Gitmek istiyorum oradan oraya...

26 Ağustos, 2010

Bilirsin de... Niye bilmezsin?

Benim kafamı kaldırdım mı güneşi, yıldızları görmeden edemeyeceğimi bilirsin de,
Soğuk ve sert rüzgarlara karşı yürümeyi sevdiğimi niçin bilmezsin?


-gönülçelen-

25 Ağustos, 2010

Kydona - Ayvalık

Güzel bir gezi oldu, yıllardır gerçekleştirmek istediğim. Ayvalık ve özellikle Cunda benim için çok uzun zamanlardan beri görmezsem gözüm açık gider listesinde idi. Çiçek Hanım Ayvalık'a yerleşince bu özlemim daha kuvvetli ve daha yakın olsada bi türlü gerçekleşmemişti.

İşte Oldu!

Çok güzel vakit geçirdim, çok fazla teşekkür biriktirdim.

Yol arkadaşım,ilk sabah sabahın ilk ışıklarında minik bir yürüyüş,sabah uykusu,ayvalık tostu ve portakal suyu, şirinkentte bizi yiyen balıklar, badavut, eee ama orayı geçtiikk ve hazırmısınız? lar, Özge-Erdem ve Kumul ile akşam çayı, Cunda denizi, Cunda'nın sokakları, Sevgili Vino, Sakızlı dondurma, Tulum peynirli kahvaltılıklar, Kediler ve kedili hediyeliklere hayran kediseverlerimi sevmek, Çöpmadam, Koruk suyu, Ayvalık sokakları, Veli'nin yeri, Akşam pazarı, Ayvalık sahili,yan banktaki amcalar, gece paniği, Canımız arkadaşlarımızın bize kol kanat germesi, balkon keyifleri, fal bakmaca, Ayvalık pazarı, Elif'in takıları, Duygu'ların kapısını açma macerası, hep beaber hazırlanan şahane sofralar, Güzel bir incir ağacı altında film keyfi, gece kokoreci, özlediğim yer minderleri, keyifli bir gün başlangıcı, son koruk suyu, camilerştirilmiş klise, son deniz, Cunda' da gün batımında balık keyfi.

Gülcan'a, Özge'ye, Erdem'e, Duygu'ya, Kumul'a ve ayvalıkta tanışıp ya da tanışmadan selamlaştığım kim varsa....

Teşekkür borçluyum hepinize....



23 Ağustos, 2010

Cahillere bak!

Milyonlarca şey yazabilirdim şu an, ama yazmamayı tercih ettim.

- yalancıyım işte -



26mayıs sonrası

Bazen...

Algılarımın benle dalga geçtiğini düşünüyorum. Neyi hissedip, düşünüp yaşayıyorsan gerçek olan o dur diyen iç sesime inat, hatta rağmen.

Anlayamıyorum...

Bir de şunu düşündüm dün gecenin bi vakti,

Niye merak eder insan? Yada gerçekten kuralsız özgürlüğünde sevdiği birisinin hayatındaki paylaşılmamaış bir detayı merak etmek o kişiye ne kazandırır?

iki ihtimal var ya, merak ettiğin gerçeği öğrenebilmek ya da öğrenememek.
* o özgürlüğünde seversen değerli olacağını idda ettiğin kişinin hayatında, zihninden geçeni, kişi paylaşma gereği duymasa da, bilmek arzusu insani açlığı doyurmak, hatta birazda egoyu tatmin için mi?

* yok değilse; öğrenmediğinde ise, kötü hissedilmemeli , burda bir etik çatışması var!
* ya da, üçüncü ihitmal, başka bişey!

Bu karmaşayı ne zaman çözerim?


26 mayıs sonrası

09 Ağustos, 2010

İstanbul'da...

İstanbullu O.
Kendini dünyanın her hangi bir yerine ait hissetmese ve bu kentten bıkıp kaçmak istesede sık sık, O aslında İstanbullu.
İstanbulla eş ruhu, dünyanın her yerinde olabilir haliyle dünyanın her yeri olabilir İstanbul'da olan.

Beyoğlu'nda şirin mi şirin kapı önü bir masada demlenmek akşam vakti ya da Üsküdar'da çay içmek ıslak beton zeminli çayhanede.
Farketmez. Sen ol ki, bizim olsun kent.

Patronumun birinden yaşamı birinden insanı öğrendim evet,
Senden de bu kentte ve sevgiyle yaşamayı öğrendim!

Sen imanı aşk olansın!
İyi ki varsın!

Özlemek...

Tuhaf...
İstanbul'u özlüyorum.

Elbette ilk değil İstanbul'u özlemem. İlk olan, geleli bu kadar az zaman olmuşken, ve herşey tıkırındayken İstanbul'u özlemem.

Hiç aklıma gelirmiydi bir yaz günü öğle vakti İstanbul özleminden ağlayacağım Konya'da?

İstanbul'u böyleleştiren de ne?

Bir kenti anlaşılabilr kılan, o kente birlikte temas ettiğin insanlardır bana göre. O kendi anlamayı sağlayan, ruh kazandıran.
Hayır her zaman yanında olması gerekmez o insanların. Bakış açıları, yaklaşımları, sohbet adabları ve en önemlisi bir insanın sizin ruhunuzda bıraktığı yansıması.

İstanbul'u istanbul yapanlar var.
Bir elin parmağından fazlalar, ne mutlu bana ki.
Ama bir de İstanbul'u başka türlü görmeye göz açtıklarım var, ki kendilerini biliyorlar.

07 Ağustos, 2010

Kimi..?

Kimine kafi gelir bu ten sureti
Böyle doğar, böyle sırlanır
Kimine dar gelir bu ten sureti
Hep arar, savrulur

Kiminin imanı korkudur
"ve inne rebbeke leşediydül'ikaab"
Kiminin imanı safi aşktır
" ve ma rabbüke bizallamin lil'abiyd"

Her kim ki aşk için aşkla yaşar
Aşkı arar, aşkla yanar
İşbu vucud şehrinin
Kapısını aralar

e.ş.  -pinhan-

Kepoz

Çünkü geçmiş dediğin bir rüya idi
ve de gelecek...
Onlar olmadığında ne günah vardı
ne de kötülük...

e.ş. - pinhan-

Okumak..!

... o gece kitabın kapağını açıpta ilk kelimenin ilk harfiyle gözgöze geldiğinde birden ibre gördü ki, aşkla yoğrulan bu kitap konuşmaktansa susuyor, anlatmaktansa dinliyor,; birri sırrı ifşa etmektense aşikar olan ne varsa sırra çeviriyor; ve son satırına gelindiğinde silbaştan yazılıyordu. Bu kitap okunmuyor, o insanın içini okuyordu.

İnsan onunla kendini okuyordu.

e.ş.
-pinhan-

İstannbul vardı...

Geçmiş ve gelecek yoktu
İstanbul vardı
Ölüm yoktu, yaşam yoktu,
Yanlızlık yoktu, ıssızlık yoktu,
İstanbul vardı...


Mehmet Emin İmre

az- çok

Kırılmamak için bükül
Düz olmak için eğril
Dolmak içib boşal
Parçalan ki yenilen
Az şeye sahip olanlar
Çoğa kavuşabilirler
Çok şeyi olanların zihni karışır.


Tao Te Ching 22

Yeni şeyler...

Her gün bir yerden dönmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanamdan, donmadan akmak ne ala
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.


Mevlana Celaleddin Rumi

Pinhan

... Emanet dediğin bir vakit sonra geri alınır. Hikaye dediğin emanet değildir....

...O mecliste biz hafızalarımızı yere serer, hayallerimizi ortaya koyar, hikayelerimizin falına bakarız. Hayalle hafıza ateşle su gibidir. Her biri ister ki bir tek ekndi kalsın orta yerde, öteki kaybolsun. Hayal dediğin hafızayı boğmak, hafıza dediğinde hayali yakmak ister. o nlar didişirken biz de deriz ki " bu yaptığınız gaflettir. zira sade bu demde değil başka demlerde de yaşamışlığımız var.Aslında siz karındaşsınız". o vakit kavgayı keser. Anlarlar ki, hatırlamak için hayal kurmaya, hayal edebilmek için de hatırlamaya muhtacız.

e.ş.

Pinhan

.... gözpınarlarında bir patırdı, bir koşturma, bir isyan... O hengamede bilinmez kim dost kim düşman.


e.ş.

Pinhan

O gün, sabahtan akşama kadar babamı seyrettim. Seyretmeyi işte o zaman öğrendim. İnsanları izlerken, daha evvel hiç görmediklerini görebilir, hiç hissetmediklerini ihssedebilirsin Pinhan. İnsanları uzaktan seyrederken onlara her zamankinden yakın olabilirsin. Eğer bakmayı bilirsen, gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün. İçte saklı olanı, acıtanı, kanatanı görürsün. O vakit anlarsın ki ,o dediğin sensin, seyrettiğin kendi bedenin, kendi suretin; ağladığın kendi acıların....

e.ş.

Renkler..!

Sarıyla siyah yanyana
Beyazla kumral.
Yine de sevmediğimiz renkler var.
Hepimiz için önemli renkler
Tuttuğumuz takımdan ya da
Ön yargılarımızdan mütevellit.
" Sen ne diyorsun,
O ne diyor"
peki sen ne söylüyorsun?

23temmuz'10
- Gelibolu -

06 Ağustos, 2010

Pinhan

" isimler büyülüdür. Sade büyülü mü, isimler hem de büyücüdür. Bir isimle o ismi taşıyan, evvela hemnam, bir zaman sonra hemsıfar ve hemmeşrep; derken hemdil, hemkadeh ve hemsohbet; en nihayetinde de hemsefer oluverirler.
Seher vakti kapıya dayandığında, yolcu yolunda, hancı hanında gerektir."

E.Ş

31 Temmuz, 2010

Ayaklarım:(

Samsun 19 Mayıs Gem'deki Demokrasi ve Haklarımız eğitiminden sonra, birer patates çuvalına döndü ayaklarım.

Bütün bir yaz hemen hemen her gün patatesti ayaklarım...
Hala patates ayaklarım:(

Summer School, Gallipoli

Anadolunu topraktan müvellit yerinden, içinden başlayıpta güneyine, güney doğusuna ve kuzeyine bulaşıp avrupasında bile anadolu bulaşmış İstanbul'a döndüğümüz "teknik gezi" den sonra birde "summer school field trip" yaptık, Gelibolu'ya...

Ortak şeyler konuştuk zaman zaman ama sonsuz farklıydı, ruhum bile.
Hangisi daha anlamsız - anlamlandırması zor olduğundan - emin değilim; teknik gezideki ermiş huzurum ve dinginliği mi ruhumun, yoksa diğeri mi? her zamanki gibi olan mı yani?

Bilmem kaç bin kez feribota bindik, cephe cephe Gelibolu'yu gezdik.
Saksılardaki semizotlarına, gecesini dolunaya hazırlayan gün sonrası denizine musallat oldum.

Görmekten çok baktım bu kez, görmeyi öğrenmeye çalışır gibi baktım.
Önce inanmak istemedim sadece baktım, sonra gördüm.
Ben bir düşten vazgeçtim.

İnsanları eğlenirken, çalışırken, yemek yerken, yüzerken, sohbet ederken tanımaya çalıştım.
Kadınların hemcinslerini salak kendilerinide alemi çarpan cin sanmaktaki alışkanlıklarına bir kez daha güldüm geçtim. Saklı niyetler herkesin herkese karşı sonsuz söz hakkı sahipliğine tepki mi yoksa güvensizlik mi kendine anlamaya çalıştım. ikna edici bir cevabım hala yok elimde.

Bi akşam -son akşam- sinirlendim, öfke değildi yanlızca. Anlam verememezlik, birikmişlik, ve insanın insana olan tavrına itirazla,  isyanla dolu bi kaç kelime işte. öyle bir ruh hali. çanakkale boğazına bağıra bağıra ağladım, nefesim kesildi bi ara öksürmek zorunda kaldım. Su veren oldu, ilk anda teselli edenin üzerine. Suyu içtim. Her yudumunu sadece boğazımı dindirsin diye değil, ruhuma iyi gelsin diye aynı niyette olanların, gördüğümü görenlerin olduğunu düşünerek içtim.

Sakinleştim.

Sonra uyudum yolda.
Sonra Atatürk havalimanında.
Sonra Samsun'da.
Atakumda, 19Mayısta ve Amisos'da.

Sonra İstanbul.

18 Temmuz, 2010

susuyorum

Bazen, olan bitene bakım " a salak kızım nasıl da kullanıyor şimdi seni" diye yarım ağız kahkahayla gülesim geliyor, hem de söyleyesim.

Sonra hemencecik Bebeko'nun bana o ilk gece söylediği şey geliyor aklıma " sen kendi hayatını kur boşver ötesini"

Kendi hayatıma geliyorum bir adım, olsun istiyor musun o insanlar hayatımda diye soruyorum kendime. Beynimden ve yüreğimden tek ses geliyor artık, hayır. Ee o zaman kimin canı yanacaksa yansın. Bunca beylik laf edipte tükürdüğünü yalamanın tek açıklaması yanlış anlaşılmalar, ben artık gerçekten değişiyorum, çok acı çektim ama artık büyüyorum öğreniyorumlar olamadığına göre artık, ya dileyene destur veren de dileyen kadar yanlız ve yanlızlığından korkacak kadar da aciz ya herşeyi görüp bildim öğrendim demesine rağmen hala öğrenecek can acısı var bu hikayede, ya da ruhunun hakkettiğini düşündüğü bu kadar. Kandırmacalı oyunlar kuralını en iyi bildiği.

Aslında tüm hepsine bir cevabım var; bana ne? Herkesin kendi tercihi. Bu kadar basit görünüyor dimi? Değil oysa, anlatması çok zor ama.

Allah korusun tüm sevdiklerimi. Eğer varsa öteki dünyanın iki ucu, tüm insanları bir tarafa onu öteki uca koysun.

17 Temmuz, 2010

Çalışmak diyince,

Ne garip bir topluluğuz kendi içimizde.

- Bu gün Naaptın?
- Çalıştım
- Ne işi?
- bla bla bla bla bla.....
- Gönüllülük mü:)

Bünyemizde böyle bir hal, böyle bir etki:) Çalışmak deyince önce hep gönüllülükten yana işliyor bünye.
Her birimiz kendine yetmede ölümüne tembelken, çalışmak eylemi "gönüllülük"le kodlanmış bünyelerimize ve yeri geldiğinde gözümüz görmez olabilir pek çok şeyi.

Hayır vallahi para aldım bu sefer, para için çalıştım iş işte iş:)

Sevgili Arkadaşım,

Sevgili Arkadaşım blabla,
Sana blabla denek istemezdim ama bazı şeylerinde bir takım gizlilik gereklikleri var, yapcek bişi yok:)

Sana çok bozuldum bilesin.
Hadi bakalım, şimdide niye bozulduğumu çöz bakalım?
Bakalım yeterince iyi bir kurtmusun bu konuda:p

13 Temmuz, 2010

İncelikler!

İncelikleriyle bezenmiş güzel arkadaşlarım var benim.

İçlerinden geçipte yazıya döktükleri her kelimeyi okuduğumda incelikleriyle defalarca kez yeniden sevdiğim.

Ömrü hayatımda en karmaşık ilişkileri geliştirip en çok şey öğrendiğim kadınlarsınız siz benim. Yaşamı kendi dünyanızda nasıl evirip çevirdiğinize her defasında yeniden hayran kaldığım...

Bundan böyle, arkadaşlıklarımızı doya doya yaşayabilmek için daha çok şey yapacağım, hatta bazen bu şeyin adı yüzsüzlük olsa da:)

İyi ki varsınız.

CapriSun ve Greencat

Bu sabah yüklüce bi miktar kan verdikten sonra, sabahları kan vermenin en eğlenceli kısmı olan 'hastane simiti' almak kısmını elbette atlamadım:)

Otobüs durağının ordaki bakkala su alayım niyetiyle girmiştim ki CapriSun'la karşılaştım! Elim bi Caprisun'a bi suya gitti ve tabikiii caprisun kazandı! 

Evet, önce hüplettim sonra gümlettim:)


"Sonra simitçi amcadan niye poşet aldım ben yaaa" diye hayıflanıp elimdeki poşeti evirip çevirirken poşetin inceliği dikkatimi ekti önce sonra üstündeki yeşil yazılar ve bir pati izi.

Greencat yazıyor patinin altında, logo gibi. Poşetin üzerinde de,
" Bu poşet içerdiği greencat katkı sayesinde doğaya bırakıldığında güneşten gelen ısı ve ışık ile hıla oksitlenerek çözünecek ve 18 ila 24 ay arasında doğada bulunan mikroorganizmalar tarafından tüketilecektir" yazıyor.

Hay maşallah!!! Kadıköy belediyesi naylon poşet kullanımı azaltmak için bez çanta dağıtmanın yanı sıra böyle bir güzellik mi yaptı acaba? diye geçirmedim değil içimden.

Yarın sabah yine kadıköy ilçesinde ama başka bir hastaneye kan vermeye gideceğim ve hastane önünden simit alacağım, özellikle poşet isteyeceğim.

Umutluyum !

11 Temmuz, 2010

Biraccık Eğitimin -e Hali'nde nefes aldım.

Sakinleşmeye çalıştım.

Bugünün çok mutluluğu var, güzel mi güzel bir gün yaşadım. Uzun zamandır beklenenlerin hepsi bir arada ve kendiliğinden.

Ama bazen, geliyorlar işte.
Küfretmek geliyor içimden.

08 Temmuz, 2010

Bitti..

Can!la saha yıl sonu değerlendirmemizi yaptık ve bittik.

Güzel, sakin bir değerlendirme oldu. Hep olduğu gibi, sohbet eder gibi. Can'la her konuşmamda olduğu gibi, yeni buluşların, itirafların habercisi oldu kendimde, hep+1'im oldu O :).

Gözlerim yaşarıyor şimdi bazı şeyleri düşündükçe. En çokta mücadelemi düşünoyrum, kendimce, biten - bitmeyen.

Son dört yılda hayatında en çok neye emek verdin? diye sordum kendime. Sonra da peki son dört yılda en çok nerede, kim sana emek verdi? diye. Örtüşen cevaplar hep mutlu etti, hem birazcık düşündürdü.

Hiç kimsenin -kendim de dahil- emeğini boşa götürmeden bitirebilsem keşke yıllar sonraya giden bu süreci.

07 Temmuz, 2010

Bazen...

düşnünce özlediğim şeyleri, hatta kendiliğinden kuruluveren hayalleride hesaba katarsak, seviyoruz diye bi alemi, "ben hayatta her şeyi biraz yaşarım" yalanıyla temize çıkarıp kendimizce kendimizi, şeffaf bile olsa duvarlar örüp etrafımıza anca bir avuç insanla...

O kadarız çünkü... sevdiğin hayatında bir bedeli. Alışkanlıklarının seni senden uzakalştırdığı gerçeğiyle karşılaşmak bi öğle yarısı, ya da kendini bulduğun yerleri özlemek, bağımlılığı reddeden krizlerde.

Bunları biliyosunda noluyor? çıkabiliyormusun çemberin dışına? Yalan...

06 Temmuz, 2010

Uzak

Yakın olmayı becerebildiğin kadar iki kelamlık lafta,
fersah fersah uzak durmayıda başarıyorsun bir anda.

Merak ediyorum evet, hatta çokca özledim de bir zaman
Ama sırf, uzak duruşunu bildim, tanıdım anla diyeydi bu geceki uykulu selam!

Hayır yalan söylemedim,
Ama çok geceler bilirimki uyku diye seni dinlerdim.
Şimdi dinlesem,
Suskunluğunda boğulacağım zoraki lakırdıların.

05 Temmuz, 2010

Mezarlar

yaprak gibi buluş
kokular gibi seviş: Bahar mezarı

İlk kezmiş gibi buluş
Son kezmiş gibi seviş: Yaz mezarı

Salkımlar gibi buluş
Ağular gibi seviş : Güz mezarı

Sokaklar gibi buluş
Çarşılar gibi seviş: Kış mezarı

Canım Süreyya

Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak
-----

Barış demiştir ve güversin tıkmışlardır boğazına
Bu yüzden edep kuralı gözetmez Anadolu ermişi

Bu yüzden kimi zaman zordur ayırmak
Üstünü başını yırtmış ağıtlardan şiiri

Bir dostluk hastalığıdır senin şiirin,
Sümbül diye genzine bastırırsın akrebi
-----

Bir kentin ortasındasın boyuna saatini kuruyorsun
O durursa hayatın da duracak sanki

Evler eski bir uygarlığın dingin lağımları
Sokaklarsa çatışıyor temizliyor birbirini

Seviş yolcu büyük sözler söyle ve hemen ayrıl
Uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri

* iki yüksek tepenin bağı, sarp bir uçurummul işte. Ondan sebep kavuşmanın güçlüğü ve masalsı yanı*

Garipçe Köy' e....


... gittim bu gün yeniden.

taşımadan yüreğimden bir sürü şeyi, yada yoksunken bir sürü şeyden bu sefer.

Karşılıklı evet. Niyetimiz gerçek olsun!

Bir yıl sonra bu gün evet, konuşalım!

Hem, diploma törenide geçmiş olur.
Hatta belki anlatırız... mı?

Keşke...

" Yemek yemek üzerine ne düşünürsünüz bilmem,
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" demiş Cemal Süreyya. Canım Süreyya...

04 Temmuz, 2010

Güneşe Emanet!

Biz Çiçek Hanım'la sadece kahkahalarımızdan ötürü kalplerimizin hızla attığı ve daldan dala sohbet edip güneşe emanet şarkılar söyleyeceğiz bi gece.

Çok uzak değil, değil mi?

Çünkü çok ta düşünmedim aslında...

Bu gün,

Kelimeleri, cümleleri yutuveren bir gün oldu. aklım karıştı ama darlamadım ruhumu. yanımdakilerden ötürü.

üç filmden genzimde kalan üç koku.
üç insan istiklalde, üç vakitte. gün batımında, akşam vaktinde ve gecede.

ah salak kafam him beklemediğimden ve o ufacık anın bile büyüsünde kendimi kaybettiğimden anlamadım " birbirimizi bulabilcekmiyiz" sorusunu.

olsun... masumiyetin rengi sahiciliğe zemindir kimi hikayelerde.
Ve kedi gözleri bu güne dek,
ben ne zaman saf ve çocukça takıldıysam o zaman gülümsedi.

Bu gün, çok kelime yan yana dizilip te geçti zihnimden.
Yitip gitti hepsi, tek kelime yazmadım.

Demek ki ben değilim gecenin şairi,
Ama sen, kedi gözlü adamsın işte.
Ötesi yok!

27 Haziran, 2010

başlıksız

Bazı çocuklar erken yaşta tanışır ölümle.
Bazıları da, erken yaşta ölümle tanışan çocuk yakınları ve kayıplarla.

Dünyada kaldığı yaş ne olursa olsun, yaşları hep çocuktur kimilerinin, çünkü adı çocuktur işte. o çocuktur.

Ses tonunu, oalylara yorumunu, bir de sevgini hatırlıyorum hala, hala değil sık sık.
Çok zaman geçmiş gibi değil mi? Kaç gün oldu ki halbu ki? Kaç bayram sofrası sensiz?

Paylaşılmasının zorluğu gibi, vazgeçilmesi zor bir sevgi seninki. En çok inandıklarımdansın sen benim, en çok hayran olduğum insanlığına. Herkesce anlaşılmasının mümkün olmayanlardan olduğuna.

Hiç geçmiş zaman kipine geçmedim, ilk söylediğimde babam " artık bir tane halan var "diye düzeltse de, Elif Halam ve Alime Halam diye ayırmaktan vazgeçmedim. Senin keyfine değsin diye nefes almaktan akşam vakitleri, biraz duman çekmekten.
Hep sıkıştığını düşündüğüm o çizginin öte tarafında cesur adımlarla yanımda sen varmışcasına yürümekten...

Saçlarının dalgasının yüzünü güzelleştirdiği, gözlerinin ve cildinin dinlenmiş, huzur dolu baktığın o halin, yanımda zaman zaman. o hayalin ne zaman nasıl girdi zihnime hiç bilmiyorum ama, öyle huzurlusun ki ve öyle yanımda.

Çok özledim seni. Ama şikayet değil bu. Sevgini çok hissettim şimdi içimde. Sanki bu gün, senle yürümüş gibi sokakları...

Ölümü tanımakla kayıpları tanımak arasında ki farkı, ben sende öğrendim.

Işığın hiç sönmesin.

Hiçliğin...

... keyfine vara vara yürümek sokaklarda.
kayıp oluvermek.

galatadan düşüvermek, haliçten akıvermek.
ya da,
kaybolmak tanımadığın kadıköy sokaklarında.

26 Haziran, 2010

Ben dedim!

1983 diyorum daha da bişey demiyorum.

Dediydi dersiniz...

İtiraf

Evet itiraf ediyorum,

Google'da bir şey ararken arama sonuçlarında ilk çıkan sayfa bağlantısına tıklamıyorum.

Bu İki Etti!

yine o'nu gördüm rüyamda. nerden geldi girdi aklım? dün 3 saniye ismi geçti diye belki.

kendime kızıyorum ve anlamıyorum. nasıl bir etki bırakmış hayatımda? neden izin vermişim buna? anlatsan da kimsenin anlamyacaklarından bu. kararım karardır, masumiyeti ve iyi niyeti mümkün değildir o kişinin.

teknelerle geziyordum, kocaman ahşap döşemeli güvertelerinde çıplak ayak yürüyüp yüzümü güneşe sunarak. dikkat çanları çalıyor herkeste sakin bir hazırlılık hali. "geliyor" diyorlar ve teknenin yanına yanaşan başka bir tekneden o iniyor ve tutukluyorlar. anında, senin açtığın dava sonucu hükümlü olduğu için deniz üzerinde tutuklu olarak seyahat edecek. içimde göz göz oluyor öfke,pişmanlık,üzgünlük kabarcıkları. bitek zicirlerin ellerine bağlanışını seyrediyorum ve sonra gidiyorum. hem sevinçliyim mahkum edilip tutuklandığı için hem üzgün, ne oldu ki bu kadar diye.

ikinci kez gördüm tarafından şiddete maruz kalıp hakkında tutukluluk istediğimi. ikinci kez onu mahkum edilmiş görmek istedim, belki sırf dünya alem bilsin diye ne cinsten bir zarar ziyan eden olduğunu.

belki bi kez de, şiddetine maruz kaldığımdan yapmacık krizlerde.

hadi git, def' ol alemdinde git alemimden.
gidebileceğin en güzel yer, bana en uzak olan olsun.

Görüyorum ki,

bazen tahammülden geçiyor sevmenin yolu.

dolu dolu, hisle sevmek değil bu. birlikte iş yapmaya, zoraki paylaşılan kısımlarına yetecek kadar hayatın.

sinir olmadan anlayabilmek için. kırılmamak, kırmamak için konuşmamaya ikna edebilmek için kendi kedini.

olmaz olmaz demeyin, bunu da öğreniyorum.
- ki ben en çok, buna direndiğim için kaybettim-

25 Haziran, 2010

Git

Gidebileceğin en güzel yer, bana en uzak olan yer olsun.
Git. Son kez git. Dönme ki, son olsun.
Git ve kal.
En uzağa!

Rüya'mda,

mendil satan bir çocuk gördüm. Mendilleri şeffaf poşetli viva markaydı. üstüste dizmiş hepsini "kes abla" dedi, " fal bakayım". "aaaa mendil falı da mı çıkmış" diyip sallamadım yürüdüm, attığım adım harabeye dönmüş, her sınıfı bir odadan ibaret ve her sınıfta kir ve pisliğin arasında zır görülen bir çocuğun olduğu bir okula düşüverdi. İrkildi, hızla arkamı döndüm geri adım atamadan, mendilci çocuk yeşil ateşler saçan gözleriyle tam burnumun dibindeydi "mendil'in lanetinın yanında bu neki?" dedi. "kes mendilleri de falına bakayım" kendimi StefanKing'in Çingene Pastası Romanındaki adam gibi lanetlenmiş hissettim ama hala bi kurtuluşum vardı lanetten. Mendilleri kestim, kestiğim yeri beğenmedi çocuk keyfine göre mendil destesini ikiye ayırıp sonra dönüp gitti.

Falımda ne çıktı merak ediyorum.

23 Haziran, 2010

sakin..!

çıldırmış gibi bir arayıştayım...

sona yaklaşıyorum derken, vaz geçiyorum birer birer yaklaştığım yarınlara kurduğum hayallerden.
ya da yeni hayaller peşindeyim. hnagisi gerçek ve daha yakın bilememenin sancısı içindeyim.

bi taraf artık yeterince tanıdık ve yapılabilir.
diğer yan, vitrin gibi uzaktan görüp izlediğim, o vitrine nasıl çıkılır oldukça bilinmez.

lisansüstü,sosyoloji,planlama,akademi,yönetmelik,itü,msgsu, bissürü bissürü kelime, pencere.
Çat diye kapadım hepsini. Bu stresle bunca zaman erken boğulmanın manası ne?

Sorabilirim oysa, bu yollardan yürüyenlere. Arkadaşça, dostça olacaklarını bilerek hemde.
Soracak kadar bile bilmiyorum evet,
olsun,
sormayı da sorarım.
onlar kitap olur ben okurum belki, kendi kütüphanemi kurarım.

Nefes almalıyım
ve sakin.

Çok şey yapmanın üç kuralını unutmadan; üşenme-erteleme-vazgeçme

Yağmur ve Diğerleri

Birden başlayım bi anlık hisle, sonra sakinleşiyorsun ya.
Duruveriyorsun usulca.

Seviyorum.

Bir anlık hisle sevdiğim herşeyi, herkesi anımsıyorum bir anda.
Toprağın yettiği gibi her birine yetiyor da yüreğim,
Bazen taşıyamıyorum,
Tıpkı
Taşıyamadığı gibi suyu yer kürenin.

Sel olmadım, kimsenin canını yakmadım.
Bir tek,
Kendimi boğdum suyumda da,
Ölmedim.

Suyu seviyorum.
Seni de.

Bildiğim...

... bir şey varsa; o da Kedi Gözlü Adam'ın Sen olmandır!

Eminim, bitek bundan. Sensin Kedi Gözlü Adam!

Tehlikelisin, topkı bir kedi gibi.

Biraz...

Karıştım yine... Parlak netliklerin peşi sıra gelen bi karışma hali...

Bulunmak, yaşamak istediğim hallerin nasıllarını bilememek, tanışık olmamak, yabancı olmak ama kendini o gibi hissetmek.

Yoğun ve yapışkan bir uyku hali... Kararsızlıklardan ve dayanmış kapıda bekleyenleri hem bir an önce halletmek hemde sonsuza dek ötelemek istediği...

Yani, iki film birden!
Gel ge sen çık işin içinden!

-hayal kurma kızım, rüya görme. herkes sevmez, bilmez anlamaz küçük kırmızı deniz yıldızlığını-

21 Haziran, 2010

Yol-cu-luk!

Gerçektende öyle oldu..!

Yakama yapışan, yoran, aklımı çelen her ne varsa geride kaldı. Dönüp geldiğim geride.

Huzurlu bir yolculuk oldu. Sanrılı uykulardan sonra otobüslerde güneşe ya da geceye gülümseyerek uyumayı uyanmayı başardım yeniden...

Çok gezdim, kendi içimde de gezdim çok! ama kaybolmadım hiç bir kuytusunda ruhumun.

Söz verdiğim gibi, yazacağım. Bomboş bir defterle çıkmıştım, kendine özel bir defteri oldu bu gezinin, tam da son gün biten.

Kendine özgü bir blogu olacak gezinin. Oraya yazacağım.

Teşekkür ederim, kendime ve hayatımda varlıklarını farkettiğim herkese.

Ne iyi ettik!

10 Haziran, 2010

Yol-cu-luk!

Böyle bir yolculuğa çıkmayalı çok oldu... en az iki sene belki daha çok...

Gezmeye gisiyorum bu sefer, görmeye...

Nevşehir ilk durak, eğer eğitime gitmezsem haftasonu son durak Trabzon olcak.

Tek tek bütün durakları dönünce yazacağım. Yol'da yazdıklarımı buraya aktaracağım, belki biraz da fotoğraf.

Hadi şimdi iy, yolculuklar dileyin bana. bunca zamandan sonra ilk defa heyecanlanıyorum yola çıkmadan, sırf yola çıkıyorum diye.

Keyifli ve huzurlu bir yolculuk diliyorum kendime, beni üzen aklımı çelen her ne varsa burada bırakarak...

En güzel deniz yıldızım...

Artık, bir kartın üzerine yapışık eldokuması yeşil bez üstüne ahşam baskı siyah deniz yıldızı...

En güzeli o... En kıymetlisi. Koptukça kolları çoğalacak olanı... Çekilen denizlere inat suya koşacak olanı...

Tabiki içindeki kelimeler onu bunca kıymetli yapan... 'beyaz'ı şimdi anladım...

Evet, ben bir küçük deniz yıldızıyım.
Büyüyorum, küçülerek.
Hiç olduğum gün kocaman olacağım. 'hep' ve 'iyi ki' olanlarla...

05 Haziran, 2010

Kitap

Yolculuğa çıkmadan kütüphanemde okunamyı bekleyen, hepsine sözüm olan kitapların affına sığınıp yeni bir kitap alacağım kendime. Roman, bir türk yazarının romanı olcak. Özlediklerimden birinin kitabı. Henüz karar vermedim, belki bir Ahmet Ümit, belki Pınar Kür yada yada...

Yolculğa çıkarken bırakacağım her şeyi burda, bende atlayıp kitabın içine gideceğim...

Güneşin uygarlığı doğurduğu yerde güneşe bakacağım gözlerimi kısıp.

31 Mayıs, 2010

Anlamamıştım...

Bu öğlen ofise uğradığımda çok değer verdiğim insanladan birinin dağılmış halini, çok anlamdıramamış, sabah ki olaylar dediğinde de "aaa ne olmuşki ben kantitatif çalıştım gündemden uzağım" diye geveşk gevşek takılmıştım.

Olan biteni öğrenince o an kafam basmadı, günlük hayatlarımızda bire bir ykaın çevremizde nasıl bir yıkıcı etkisi oluru hiç düşünmemiştim, diplomatik işler gibi gelmişti.

Facebook'ta birbirinin peşi sıra yığılan boykot, nefret söylemi grupları, etkinlik davetlerini aldıkça, akrabalarımın, çocukluk arkdaşlarımın profilleri Hitler fotoğrafları, sözleriyle doldukça, çevrenizde gördüğünüz ilk yahudiyi böcek gibi ezin iletilerini okudukça, bunun için özel profil resimleri yapıldığını gördükçe, titriyorum.

Kuzenlerim, akrabalarım, çocukluk arkadaşlarım... Nasıl söylerim? Ya da nasıl söylemeden durabilirim...

Miğdem bulanıyor, titriyorum. Bi kez daha anladım, ağlamak benim için temiz bir tepki, temizleyen birşey. Ne yazık ki, ağlayamıyorum şimdi.

Çook eskiden...

Çooook eskiden mutlu şeyler vardı, dedim az önce kendi kendime.

Bu sabahki sınav ve peşi sıra gelen koşturmacalardan sonra enerjiğim ben hala ve hemen gidip çalışmak istiyorum nidalarım üstümdeyken daha bir canım sıkıldı kii...

Heyecanıi enerjisi ve çok çalışılmış az uyunmuşluğuda dahil her şeyiyle beni bu güne hazırlayıp yorgun ama mutlu eden dünde sanki çoookk eskiden gibi kaldı.

Düne dönelim ve kimse israil, filistin, gemi kelimelerini aynı cümlede kullanmayı aklından bile geçirmiyor olsun. Lütfen.

çookk eskiden mutlu şeyler vardı...
Hadi ger igelin tüm mutlluklarım, lütfen. Mutluluğuma gelmek isteyen elime mum diksiiinn...

29 Mayıs, 2010

F5

F5 tuşu ne işe yarar?

Refresh denilen birbirinin kuyruğuna takılmış iki küçük ok yada?

Ne işe olacak, yeni bi'şey var mı diye bakmaya!

Karşı Sandalye'ye Mektup

Canım Bebeko,

Yaza mı karışsa yoksa yerli yerinde durup bahar mı olsa karar verememiş bir cumartesi akşamüzerinde, bir köprüyü, iki yakayı, tarihi yarımadayı elini uzatsan tutacakmışın kadar yakın gören, uzansan sırtını Galata Kulesine yaslayacakmışsın gibi kuleyle komuşu bir terasdayız seninle, ders çalışıyoruz:)

Sağa baktım, sola baktım, İstanbul'u yedi tepesinin birinden kısacık seyredip sana baktım. Güldüm, güldüm, güldüm... Yüzümle, ruhumla, zihnimle güldüm. Huzurla güldüm.

Sonra aklıma geldi. Ben bu sabah otobüste leyla gibiydim, gmrünmeyen uzaklara bakıp kendi kendime huzurlanıp keyiflendim dedin ya sana, sende gülümsedin bana.
Tahmin ettiğin sebep olabilr evet, ama o değil tek.

Köprüden geçerken, hayatımdaki insanların bi kısmını düşündüm. Sen kokunca düşüncelerim, gözlerim yaşardı benim... Cihangir'deki akşamımız gelmişti aklıma, Beyoğlu'nda tava ciğeri yediğimiz gün...

Meğer, bu gün de bize kısmetmiş.

Karıştı..!


Karman çorman olmadı mı aklım? Oldu vallahi...
Sonbahar günlerinden kalma bir rüya, yaz rüyası olur mu?

Aklımın, ruhumun bütün çeperlerine çarpan sorular var; ihtimallerle ürettiğim cevaplar var.
Sonra üzülmeyeyim diye şimdiden olumlu ihtimaller kadar olumsuzları da çarpıştırmam bide.

Bir anda içimden geldiği gibi yazıp, iki saniye içinde sildiğim şeyi düşnüyorum.
Düşüm de, düşüncemde aynı şeyi söylüyor bu sefer; çok istediğin bir şeyi yapmadan, onunla ilgili hakikati öğrenemezsin.

Günün bu saatini seviyorum. Balkonda günün aydınlanmasına eşlik etmek, eflatun vaktinde iki nefes ne güzel... Şu anda birbirine karışmış guguk kuşu ve martıların sesi gibi aslında halim:)

Zorluğu ürkütse de, iyi geldi, ne yalan söyliyeyim:)

28 Mayıs, 2010

200.kayıt:)

200. yazı kaydım bir önceki imiş...

Hayırlısı:)

Dedim ki;

Şimdi düşünmeyeceğim, bi kaç saat en azından.. Dikkatimi toplayıp çalışmalıyım...

Olmuyor, dikkatimin içinde de var! ...

Ne gerek var o zaman ötelemeye, git demeye. Gitme-sin!

27 Mayıs, 2010

Şirinsever:)

Ben geçen gün yepyeni bir şey öğrendim Şirinsever'imden, hatırladım, hayat pratiği yapmayı denedim, deniyorum.

Güzel mi güzel, mutlu mu mutlu iki haber verdi Şirinsever bana. Sonra o heyecanlı ama dingin mutluluğuyla "neyi diler kalbinden dillendirirsen o oluyor" dedi. " iyi düşün iyi hisset..."

Bende bi süredir biriktirdiğim onca olumsuz olayın pası - geçti gitti dediklerimde dahil - ile pörtleyip pörtleyip beni huzursuz eden öfkemi karşıma alıp konuştum.

Vakti zamanında bana ilk tanışmamızda - kanatsız meleklerdensin sen, dünyanın senin-benim gibi meleklere ihtiyacı var- diye bir not yazıp dünyamı altüst edip, düşündüren başka bir çok sevdiğimin söyledikelerini hatırladım " sevmediğin ne varsa, özgürleştir ruhunda, ancak öyle uzklaşırlar senden ve sadece sevdiklerini gör etrafında"...

Dönem dönem başardım bunu, şimdi yeniden deniyorum. İkisini birden,; önce sevmediklerimi, beni mutsuz edenleri özgürleştirip uzaklaştırıyorum dünyamdan ki benim yüreğimi sıkmasın varklıkları, ruhumu daraltmasın. Sonra Şirinsever'imi düşünüyorum; sevmediklerim yerine daha çok sevdiklerimi, en çok sevdiklerimi söylüyorum. Dilimden bile uzak sevmediklerim.

Bugünlerde çok kez şükrediyorum, güzel insanlar olduğu için hayatımda. Her biri kendi değeriyle bu dünyaya anlam katan, benim dünyamda çok olanlar.

24 Mayıs, 2010

Kadınlar, Erkekler, İnsanlar, İlişkiler...

Kadından dolayı " adam" sandığımız erkekler...
Bu bir, bu da iki dediğimiz, kadınlığını malzeme yaparak yaşamaya kendini mecbur etmiş, başka türlüsünü beceremeyen kadınımsılar...

Hepsi var...
Ve dahası... Bazen çok iblmek zor... Bazen çok görmek...Mesela kafam çalışmasa ve algılamasan zaman zaman. Ama doğru zamanda. O zaman daha kolay olabilirdi hayat... ya da insanlar, ya da ilişkiler... Hatta ve aslında bütününde "inandığımız" insanlar...

Hepsine gerek yok belki. Muntazaman azaltmalı, hafifletmeli yükleri... ( bu yazının teması Kalıvermek)
Bu kadar da değil!
O kadar çaprazdaki tüm haller... Güvenememek ve güvenilememek de cabası...
Bir masada 7 erkek 6 kadın. Hali vakti belli olanlar var. Bir de hayatındaki boşlukları bulduğu tüm boşlukları doldurarak doldurmaya çalışanlar var... Hemen kızmayın, mümkün olsa keşke başka türlüsü...
Benim bildiğim, görüp duyduğum 1 erkek 4 kadın. Bir de bunların kafasında ama görünmeyen kadın ve erkekler var...
Var yani... Bizde her türlüsü var...
O "biz" de ben ne kadar varım emin değilim. Zaman zaman olmamayı yeğliyorum.

Bu kadar olsa iyi!
Ve iyi ki bu kadar değil bu sefer..." Bebeko" var iyi ki...
Bütün şehir bizim oldu bu gün. Ve başka şehirleri "bize" hazırlıyoruz. "biz" zaten hazırız her yere... Güneş batarken Cihangir'di soluklandığımız merdiven köşesi ama o hislerin yer iyurdu bir semtten, bir kentten fazlaydı. Ne olursa olsun, bence bizim hayatımızdaki herşey "iyi ki"...
Çünkü biz bunu becerebiliyoruz, iyi ki...

Yaşayan Kütüphane Garajistanbulda, bizler kütüphanede ama zaman zaman dönüp dolanıyorum, o yerde değilim. Temiz bitirdik. Sonra bir cila çektik. Her an olduğu gibi ama biraz daha yüksek dozda hissettim seni damarlarımda. Sana dair her şeyi anlamlandırmak o akdar kolay ki... O akdar sen gibi... Senin göz pınarlarından yürümesin diye tuttuğun yaşalr benim yanaklarıma düşen... SAna sarılmak ruhumla kucaklaşmak gibi..."aynı"lıktan değil asla, "aynı"lıklarımızın bu akdar kendine özgü ve açıklıklarından...
Yıpranmış yanlarımızı, yıpranır hallerimizi paylaşarak başlayan bu şey, çok değerli, herşeye ve herkese rağmen ve hatta bazen onlara da iyi ki...

22 Mayıs, 2010

Ayıp mı..?

Neyin ayıbı?

Ayıp kaç yaşına kadar öğretilir ebeveynlerce? Onlar ayıp etmezler mi?

Neden duvarları var evlerin? Gizlenmek mi esas, mırıldansak?

Kaç sınırın var müdehale edebileceğin?

Ben bağıra çağıra çarkı söylüyorum sokaklarda kime ne... Duyuyor musun ozaman da sesimi?

Trafikte küfretmekten, toplu taşıma araçlarında yüksek sesle telefonla konuşmaktan ne kadar kötü olablir gün batımlarında balkonda mırıldanmak?

Dinlesene kendini bi... Hadi sustum, duy bakalım duyabilirsen.
Konuşmadan duyamassın kendini. Susamazsın da...

Sessiz susulmaz.

21 Mayıs, 2010

sırtını güneşe çeviriresen,
gölgenden gayrı bir şey göremezsin.

ve

Kendini tanıdığın çlçüde
başkalarını yargılayabilirsin
de bana
hangimiz günahkar,
hangimiz masum?

ve hatta

başkalarının yanlışının farkına varmaktan
daha büyük bir hata var mı?


bir de,

kaplumbağalar
yollar hakkında
tavşanlardan daha bilgilidirler.
bir cok ogreti pencere cami gibidir.
hakikate oradan bakariz;
ama bizi hakikatten ayirir.

* Emin değilim kime ait olduğuna, ama ağır.
--------------------------
Khalil Gibran imiş...

Bu Bahar da,

Vazgeçtim senden...

Bu bahar da erteledim. Yeterince dolgun açmamıştı çünkü ıhlamur çiçekleri. Kokuları başımı sündürse de, salkım salkım sarkmadılar omuzlarımdan ve tenimde hissetmedim. Bana cesaret vermedi.

Seni özledim, ama sana gelemye niyetlenmedim. Zaman "hadi" demedi.

Bir bahar sabahı,kekikli zeytinyağı olacak kahvaltımızda.
Ihlamur kokuları altında kitap ouyup öğle sıcağında, sokakta oyunlar oynayacağız ikindi vakti çocuklarla.

Soframızı kuracağız, geceye film seçip izlerken uykuya dalacağız.
Sonra uyanıp, gece seherinde sohbete dalacağız.
Ve deniz, gün doğumu kıpırtısızlığında.
Hepimiz susacağız, huzur öylesine saracak bizi.

Konuşarak bakacağız.

Bu kent değil bu hissin coğyrafyası, bu baharlar değil iklimi!

19 Mayıs, 2010

sen söylemiştin...

Hani bu kentin sokaklarının bizim olduğu o akşamüstü vardı ya, güneşi cihangirde batırdığımız. Koca bir gün Yaşayan Kütüphane'de koşturmamışız gibi sanki insanlardan, ortamlardan sıyrılıp kendimize döndüğümüz, o gün söylemiştin;

" iyi misin diye niye sorarlar ki? bu soru bana hep ağır geliyor"

yıllardır düşünüp, hissedip kimseye söylemediğimi diyivermiştin.

Ahh beni bu havalar mahvetti be Bebeko :)
Ne biçim bişeysin sen?

16 Mayıs, 2010

Yeni Bir İnsan :)

Ben seni çok sevdim...
Bu gün seni sevdiğimi söylemeyi seçtim:)

Belki bi gün, sende okursn bunları, sana olduğunu bilerek. Bi gün sana dersem "ben seni çok sevdim" bunu ilk aklımdan geçirdiğim ana şahit bi kaç satır olsun istedim:)

Bu satırlar senindir, seni ruhumda özgürleştirdim:)

11 Mayıs, 2010

İnsanlar, Arkadaşlar, Arkadaşlıklar.

Zaten güvenmezdim sana, artık hiç güvenmiyorum.
Sevmezdim de.

Sende, sırf herhangi bir olası odak olmam durumunda güce uzak kalmamak yada ortamda ilgilenilmeyen kişi olmamak tedbiriyle insanları seven, sever gibi yapan, yakın ilan edenlerdensin. Bi kaç tane varsınız böyle, zarar kapasitenize göre dereceendirebiliyorum sizi, sizin gibileri.

Sen, çok uzun süre tepkisizliği tercih edip en son zararsızlığına kanaat getirip 'ayıp oluyo ya' diye zoraki 'iyi niyetine' inanmaya çalıştıklarımdandın.

Hiç şüphe etmedim çok önemsediğim arkadaşlıklarını anlatırken o saf dostlukların arkasında başka şeyler olduğundan.

Zaman zaman miğdem bulandı senden, boşver demeyi öğrenmiştim ama şimdi dahada miğdem bulanıyor.

Hani hiç olmasan hayatımda, karşılaşma ihtimalimiz bile olmasa, sen ve senin gibilerle, yukarıdaki sınıflandırmaya dahil herkesle.

Nolur daha da kimse zorla sevdirmeye çalışmasın kendini, sırf aynı ortamda bulunuyoruz, zaman zaman beraber iş yapıyoruz diye arkadaşmışız gibi davranmasın, derdini anlatıp yakınlık atfetmsin bana.

Özür dilerim ama, benim tercihlerim var bu konuda. Yapış yapış, sahte, çıkarcı ve sabun köpüğünden farksız arkadaş-mış-lıklarla kendimi popüler adledecek kalabalıklar yaratmaktansa "etik" bir yanlızlığı tercih ederim.

- işte belki bu yüzden an-ya-lamamanız. İlle arkamdan bi başkasına - çoğunlukla sizin gibi olanlara - söz söyleme ihtiyacınız. -

Ihlamur...

Kokuyordu bu gün sokaklarda. Vallahi!. Görmedim ama eminim o koca parktan taşan kokunun ıhlamur kokusu olduğuna.

Mevsimlerin kokusu vardır bende, şehirlerin kokusu vardır. Ama bir örneği daha olmamıştı bir bitki, bir ağaç, bir koku hiç bu kadar çok "bir" olup "biri" olmamıştı.

Vallahi ıhlamur. Bilseniz, hah dersiniz işte bu ıhlamur, rengi de kokusu da yeryüzünde salınımı da!

10 Mayıs, 2010

hiç

Hiç olan sen bi gün ölüverirsin farkında bile olmadan,

İşte o gün o sokağa gömüverirler seni.

Ve eğer gerekse yapışıp tutmak yüzünden,
Ben hazırım.

09 Mayıs, 2010

Hoş Sada..!

Gece açar akşam sefaları, Ölüme benzer güne vedaları

Işığa uçar bütün pervaneler, ateşe giderken ne şahaneler!
Dönerek acıyla, aşkla şu alemi, yana yana raks eder divaneler!

Çok yaşa! Ihlamur koksa ya artık sokaklar. Bu yaz sade, yalın bir huzurla O'nun yazı olsa...

07 Mayıs, 2010

Ihlamur Yalınlığı


Garip bir şekilde bu aralar çok özlüyorum seni.
Sanki bedenimdeki ve zihnimdeki tüm yorgunluğun sebebi seni ötelemekmiş gibi...

o küçük ama dünyayı içine alacakmış gibi parlayan gözlerinle özlüyorum seni, alnına düşen bir tutam saçınla.

Ihlamur kokusu gibi, henüz dalından kopmamış.

O kadar sade, o kadar yalın yani... Yalınca...

Hala eminim o iş seslerimin söylediklerinden, hala inanıyorum yalınlığına...

Hem, daha var ıhlamurlara... bir aya yakın açarlar...
Çıldırtır yine kokuları, özlemin rengi değişir kokuyla.
Terketmiş gibi, kavuşamamış gibi.
Hepsi bu, bu kadar yalın.

05 Mayıs, 2010

Mesela Cihangir

Salı öğlede sonra iptal olan ders saatinde arazi çalışmasına çıkılır... En merak ettiğin filmin gösterim saatine denk gelmesi sinirlerini bozsa da çalışma alanı Cihangir olunca biraz değişiyor işler...

Az buçuk tanışıklığımın olduğu, zaman zaman ziyaret ettiğim, kullandığım Cihangir'i ev ev sokak sokak gezmek başka türlü bir şeymiş, hele de güneşli bir bahar gününde...

Kimselerin sevmediği hane halkı anketleri ne güzel bir vesile insanlarla sohbetlenmeye. Hayır sadece Cihangir'de değil, Armutlu'da da keyf almıştım. Başka bir yolla tanık olmama ihtimal olmayan hayatlara tanık, sofralara konuk, güne heyecan katan anı olurken.

Ama Cihangir bir başka...
O kadar farklı ki cevaplar, genelleme yapmak inanılmaz zor. Kimisi hayatını değişirmeye gelmiş sevgileri tüketip çekip gitmelerle, kimisi sevdiceği oraya sevdalı diye...

Kimi doğma büyüme Cihangir'li, "gidemem ki" diyor başka yere, "başka semt görmedim ben ömrü hayatımda, bi Bozcaada bir de bura. Başka semtleri kabul etmedi bizi bu kentin."

Meslek gruplarını sınıflayın bakalım sınıflayaiblirseniz, Antikacı - tiyatro oyuncusu, Aktar, müzisyen, doktor, taksi şöförü, balıkçı, yönetmen, sanat yönetmeni, eskici, evhanımı, emlakçı....

Milli Piyangodan büyük ikramiye size çıksa naparsınız, diye sorunca, " hemen istanbuldan giderim" diyor kimisi. Kimisi "genç oyuncular için ücretsiz kullanabilecekleri bir tiyatro sahnesi açmak" istiyor, kimisi "oscarlık film çekmek."
Kimisi de "benim hayatımda bir şeyi değiştirmez ki diyor, ben zaten ne istiyorsam yapıyorum."

Anket yapmaya çalışırken kafelere davet ediyor insanlar sizi, ikramlarda bulunuyorlar. İşi olan da olmayan da selam veriyor, merak ediyorsa çekinmeyip soruyor. Kimisi komşularıyla birlikte kimisi komşularından bi haber yaşıyor.
Çoğu mutlu. Geleceklerini yaşıyorlar orada, daha ötede bir geleceleri yok. Aradıkları hayattalar. Kimisi illaki özlüyor çocukluğunu, "çocukken ne olmak isterdiniz" sorusuna "pilot olmak isterdim ama hiç bir zaman olamayhacağımı bilerek" diyor." Ben gayrimüslimim" diye ekliyor, o zaman anlıyorsunuz o ifadedeki sızıyı.

İstanbul'un keşmekeşine aşina ama kendi içine kapalı bir yer orası. Sakin ama sosyal ilişkileri olan, sosyal yaşamı hareketli ve çeşitli. Hareketlilik öyle bir halde ki, en büyük şikayetleri geceleri çöp toplayan kamyonun gürültüsü.

Cebimde kartvizitlerle dönüyorum, bir ihtiyacın olursa ara diyen, gel arada sohbet ederiz bende hikaye çok diyen 82 yaşında doktor Fahri Bey'den tutunda, 25 yaşında yönetmenlik yapan ve bir sonraki seçimlerde mahalle muhtarı olmak isteyen Evre'ye kadar.

Fahri Bey'e kahve, Evre'ye seçim çalışmalarını koordine etme sözüm var.
Ha birde, ben anket yaparken karşı kaldırımdan geçip giden kişi Orhan Pamuk'muş, yanındaki kırmızı pardesülü kadın da sevgilisi. " korumasız geziyor bu gün" dediler, kendisi istemese de zaman zaman devlet tarafından korunuyormuş.

26 Nisan, 2010

Hayaller Kurulur...

Hayal hayal üstüne... ay sonuna, yaz başına, 2 sene sonraya...

Hepsi birbirine bağlı, hayal hayal üstüne...

Hayaller kurulur, belki bir gün gerçek olur...

İlk kez ben gitmek isterken, gidipte kalmak belki, ben konduruvermeden gittiğim yere, kendiliğinden gelmek istedi sevdğim biri.

Evimizin ön bahçesi ve arka bahçesi...Arnavut taşı olsun kapı önündeki kaldırımı...

Hayal hayal üstüne... Hayaller kurulur, kim bilir belki bi gün gerçek olur...

Koca Gün :)

Güzel, Garip, Heyecanlı, Sakin, Huzurlu, İlkler dolu bir gece ve gündü yaşadığımız, birbirimize yaşattığımız.

Kentin kokusu, sesi, rengi ve orta yerinden geçip giden misafir gemileri kucağımızdaydı kıyıda.

Kokusu, rengi, tadı keyifliydi; yanında edilen laflar keyiften sebep olmasada.

Yine istemedi beni Sade Kahve, Nar'ı keşfettik. Egzotik kahvaltı tabaklarını, meyve sularını, kahve ikramlarını...

Güneşe kısmaktan, huzura gülmekten yüzüm ağrıdı bütün gün...

- aaa can burda, motoru var..?
- eeth can burda
- hangi filmi izliyoruz?

Ortaköy yolunda dondurma... Kalabalık ama olsun... Hem zaten bizim Ç.'deki evimizde de...

Hayal

Bye Bye country...

Demek için hayaller kurduk ya bugün...

Bye Bye country, bye bye country boy, ıt's time to go...

23 Nisan, 2010

Bahar...

Seni üzmeye çalışsa da,
Sen aldanma.

Senin güzel yüreğine,
Eş değil hiç kimse.

Sen yeter ki kaybetme kendi değerini. Gerisi boş, gerisi yalan.

Tüm gerçekler değişken, Sensin esas olan.

Aldanma bahara Bebeko...
Gel, kız kulesine gidelim biz bu bahar, yaza tasalanma.

23Nisan!

Yaşasın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız... Yaşasın...
Atatürk'e Teşekkür ediyoruz, bize böyle bir bayramı armağan ettiği için.

Ah bi bilseniz o armağanın size biçilmiz 'politik' roller olduğunu...
Vatan bütünlüğü ve akıbeti için eğitim aldığımızı, vatana hayırlı evlat olarak yetiştiğimizi, bu armağan bayramlarında sırtımızı sıvazladığını...

Ve TrTFm...
Çok severim, hele güneşli pazar günleri canım yolculukta olmak isterse ama ben evdeyse mhep dinlerim.

Bu gün de dinledim.

Sadece çocuk dinleyicilerimizin, 'minik'seslerin yayına bağlandığı bir gün bugün...
iki soru var, kaç yaşındasın?
gelecekle ilgili planların? ( yani büyüyünce ne olacaksın?)

Hiç yetişkin birine yayına bağlanır bağlanmaz yada yayına bağlanmadan çnceki anonsda yaşıyla hitap ediliyor mu? tanık olmadım.

Ya da mesela ne var senin bu gününde? Neresindesin hayatın? Ne olsun isterdin yerine gelecekte ne yapacaksın? - benim için, annen için, baban için,başka insanlar, bu vatan ve millet için-

Yaşasın Çocuklar.... Çok yaşayın, yaşlanmadan...

Çocuk Bayramımız Kutlu olsun!

21 Nisan, 2010

Rüya

yine rüyama girdi laner insan.

Def ol!

15 Nisan, 2010

Gece Sohbeti...

Belki yıl olmuştu ilk hayal ettiğimizden bu yana.
Hatta tavukgöğüslüsünü dilemiştik, söz vermiştim ben...

Beyaz örtülüi kırmızı minderli kanepelerde, en sevdiğim yeşilden çoraplarıyla ve pek değerli iki insanla daha hoş sohbetli bir gece...

Nedense, ne uzuuun zamandır görüşmemiş olmanın verdiği birikmişliğin kirli ağırlığını, ne de tanışık olmaya çalışan ilklerin heyecanlı telaşını yaşamıyorum seninle. Sanki yüzyıllardır varmış gibi, hayatımın hepsini bilir, hep olacakmış gibi sakin, içime sinmiş, duru.

Canım Şirinsever'im,
Hep sev Şirine'ni emi?
Ben yine geleceğim...

10 Nisan, 2010

Bebeko :)

Bilmem ki daha kaç güzel esinti çıkacak biyerlerden ve çıkıp geldiği yer sen olacak...

Odana girdim, sen telefondasın şimdi, odada ki müzik taaa lise yıllarıma götürdü beni... Liseden sonra bi daha dinlemediklerime... system of a down... ne günlerdi yarabbim... ne umutlarla dinlerdim bu grubu... kimlerle dinleyip kimlere niyet tutardık, değişsin diye hayatlarımız, değişsin diye dünya...

Neyse bu değil mevzu, mevzu senden sebep esiveren güzellikler... ilk kez tanıştıklarım, hatırlattıkların, öğrettiklerin, beraber öğrendiklerimiz ve bir sürüsü daha...

Hiç gitmeyin olur mu? Sen ve değerin, hep böyle beklenmedik ama kendiliğinden...Hep ol...

05 Nisan, 2010

Tükenip...

Gidiyor gibi geliyor her şey...
Bi durgunluk, bi suskunluk, hiç bir şey yapmak istememe halleri...
Niye böylesin bahar?

Niye bu kadar yetişemiyr, niye bu kadar yaşayamıyor hissediyorsun kendini?
Yetişememek yalan, sadece o duyguyu besleyen suçluluklar.

Çok özlüyorum kimilerini... Yaşayamadan tüktmekten birbirimizi, yoruldum.
Şirinseverim'i, Derya Deniz'imi, Çiçek Hanım'ı, bir sürü bir sürü....
Hep kadınları özlüyorum bu aralar... Erkeklerden de çok azını, ne kadar ötelersen ötele, ne kadar ötelenirsen öteler, değerini hiç kaybetmeyenleri.

Arada bi haber almak, bir yerlerden okumak mutlu edecek değildir ya her zaman...
evet halihazırda olan bu ruh halini tetikleyen bir şey oldu. olmuş. şimdilik sadece kendime söylüyorum olanları ama korkuyorum. Allaım diyorum, işalla değildir öyle. Olmasın lütfen, bi kez daha olmasın hem de bu hikayeyle!
Yakınlaştıkça zor hayatlar. Uzak olmak güzel belki... Başka çevrelerin olması.

Ölesiye yalnızız halbuki... Yalnızlığı devralıyoruz birbirimizden, sıra bize gelsin diye.

Bende özledim İstabul'da deniz havasını. Doğrusu kahvaltı etmek isterdim kıyıda.

Bu pazar kuzenler ve yiğenler vardı sofrada, sofra Babaanne evinde!
Ve baççe. "baççeye baççeye " diyeye "baççe menim" diye diye götürdü bizi pembe lokum...

Hala pembe lokum, iki koca mavi boncuk var bir de... uyukalırken gülümsemesini yakalamak lazım.

31 Mart, 2010

Erozyon...

...var hayatlarda bu ara. Herkesler gitmelerde. Hep değşiyor hayatın gidişatlar.

Nasılsın? sorusunun yanıtları, bildiğin gibi hep aynı olamayacak bir süre.

Yanlızlıktan üşür gübü oluyorum. Yanı başımdalarken beceremezken daha arkadaşlık etmeyi, taaa uzaklardayken...

Gitmesinler..Yani hepsi istediklerine gidiyolar sonuçta gitsinler tabi de...

30 Mart, 2010

Kahkaha

Son günlerde beklediğim bir haberdendir ki, aklım başka bi yerde ruhum başka bi yerde ben başka bir yerde idim. Az önce, bütünleştim.

Eğitimim E Hali'ndeyim. Bir kaç dakika sedece, çok değil.

25 Mart, 2010

Mart kapıdan baktırıyor....

Mart kapıdan baktırıcak demiştim şubatın 24 ünde... Ne ara projemi teslim ettim de ne ara tatile girim anlamadan ( 7 günlük tatilide eğitimde geçirmenin etkisile) ikici dönem başlayıverdi. Teknik gezilerle aksayan ders programındaki ilk hafta gevşekliği sonrasında acı acı kendini hissettirecek derken konseydi, STK birimi dersleriydi, eğitmen eğitimiydi, yibiydi diyordum ki en daha eksik ödevlerimi tamamlayamadan vizeler başlamış.

en ne güzel unutmuştum mart takviminde vizeleri. Hem bu dönem o kdar çok vizesi olan dersim varmış ki... E tabi kapıdan bakarken ders takip edip vizeye çalışmaz öğrenci profilimden uzaklaştım. Bir türlü yerli yerine yerleşmeyen ruh haliyle devamsızlıklarımı da tükettim.

Canım mart, 10 günük koca bir eğitimi, sıkıntılandığım bir yibi, iki ara ödev teslimini, bir vizeyi, bir de jüriyi öyle ya da böyle bitirdik. Geriye kaldı bir çocuk hakalrı eğitimi, bir de baba bir vize. ne olur bana yardımcı ol geri kalan süreçte.

Sonrası nisan...
Ama belli ki toptan zor olacak bu bahar... Dilerim yaza temiz çıkar ruhlarımız ve bedenlerimiz.

21 Mart, 2010

Çok Sevdiklerim....

Çok sevdiklerimden bazıları var ki... Kocaman kocamaan insanlar... O kadar çoklar ki kimi zaman bilemiyorum nasıl yaklaşsam, onca aynılıktan, sevmelerden, sevmeyi bilmelerden sıyrılıp bu güne yarına nası taşısam...


Şirinseverim,

Seni çok özledim. İsmini, cismini, zihnini, her bişeyinle özledim. Bi kaç kadın var aklımda bu ara, sürekli konuşuyorum onlarla. Duyuyor musun sesimi?

Tutamadığım sözler vermekten sıkıldığım için söylemiyorum artık, plansızım sözde...

Ama bil ki,

Çok özledim seni... Kocamaan insanlardan olduğun içinde korkuyorum özlemlerden.
Sanki bir gün tüm çokluğunu alıp gisiverecekmişsin gibi....

Ozaliçi sözleri

Yeni bir özalitçi deniyorum, bizim mahallede.
Benden başka öğrenci müşterilerinin olmaması mükemmel, öncelik daima sizin ve hep boş orası. Ama biraz daha işi bilseler, mesela autocad çıktılarında hata oaliblceğini, hemen kızmamak gerektiğini bende rahat ve sürekli çalışacağım onlarla.

Mesele şudur ki, hemen her özalitçide olduğu gibi orada da uvarda sözler asılıydı;

Ya bir Yol bul
Ya bir yol aç
Ya da bir yoldan çekil.

kimin söylediği yazmıyor.

20 Mart, 2010

Malesef...

bazı insanlar var.

bi yerlerden okuyorum, yüzlerine bakıyorum ve ne kadar aksine inanmak istesemde 'senden bi pok olmaz' diyorum.

Bunu söyleme haddini nerden mi buluyorum kendime? Hayatıma bulaştırdıklarında, hayatıma bulaşmışlıklarından.

Haddim efendim haddim.

19 Mart, 2010

Ezeli Nasip'i

Anımsatıyor bana bugünden bir şeyler. Unuttuğumu farkettiriyor, varılmaya çalışılan hislere geri döndürüyor, oralara hangi yollardan gidildiğini.

Okumayı unuttuğum, ertelediğim kitaplarımı hatırlatıyor. Tasavvuf okumayı bırakalı
- erteleyeli- hırçınlaştığımı, iş-güç-yorgunluk ve yapılacak başka şeylerle kendimi, ruhumu kirlettiğimi söyledi.

Keyif'i Alem...

Pek bir keyfim yerinde, sıkıntılı iki hafta içi bi haftasonu sonrası, bir sürü gereklilik için çok geç olmuşken hemde. Olsun diyorum, o da olur:)


Evde vakit geçirmeyi seviyorum, eve gelip evde Gülden'i bulmayıda sevdim:) Pembe pijamalarımı ve çocukluktan beri üzerimden çıkartmadığım, kimseyle de paylaşmadığım gri polarımı üzerinde gördükçe keyif alıyorum, seviyorum. Doğru kararlar verdiğimi, büyüklüğü ve büyümeyi biririmizden öğrenip birbirimizi var ettiğiğimizi hissedip bi güzel oluyorum. Evde Gülden'i sevdim:)

Gülden'in odasında bulduğum huzuru, beraberinde bize getirmiş, O her ne kadar odamın çalışmak için keyifli evin sakin olduğunu, buray sevdiğini söylesede ben ortalıkta dolaşan ferahlığın biraz da onun ruhunun yansıması olduğunu düşünüyorum. İkimizde deli gibi stresli bir vaziyette ders çalışıp birimiz bitirme tezi sunumlarına birimiz jürilere ödev yetiştirmeye çalışsak ve bu esnada haytlarımızda da bi yandan can sıkıcı şeyler olsada bi huzurluyuz, aman nazar değmesin.

Bu gün çok iş yapıcam: yemek, sohbet, ödev, iş, okuma, hatta belki sinema.

18 Mart, 2010

Yanlızlık.. An'lık..

Bazen yanında nefes aldığım, ruhumu dillendirip kendimi bulduklarım başka başka yerlerde oluveriyor, herkes başak bir çabada. İşte öyle zamanlarda yanlızlık mecburiyetlerle geliyor...
Yapmam gerekenler yük oluyor, dert oluyor, eziyet oluyor. Sevilecek yanı olsun istiyorum uğraşta ayrı kalmanın da bir sebebi olsun, değeri olsun.

Kalmamam lazım, yani sürünerekte olsa gitmeliyim.
En fazla 3 saat eziyet olacak; kulaklarımda beynimi tırmalayan sesler, anlamlı sanan ama anlamsız bakışlar, tehtidler vs. Sonra bitcek geçcek gitcek. Gitmesemde ardımdan olacak zaten hepsi.

sınır koydum o halde, 5'e kadar proje. Sonra Toplumsal Cinsiyet. Uykuyu gören olursa selam etsin. KEndisini severimde işler yoğun işte, idare etsin beni bu aralar.

15 Mart, 2010

Ev...

Evime döndüm.

Evde olmayı seviyorum, evimde olmayı. Evimde su içmeyi, çiş yapamyı, yatağımda uyumayı, insanlarla evimde olmayı.

Ama bazen evime dönünce üzülüyorum, masanın üzerinde bi tabağa ayrılmış zeytinyağlı enginarı yemek yiyemeyecek kadar geç saatte bulunca, birlikte yeriz diye saklanmış pastaların bayatlayıp atıldığını duyunca, geldiğimde herkes uyuyakalmış, sabah giderken yorgunluktan uyanamamış olunca.


Sokağı da evi de seviyorum. Evi sevmenin özgürlük karşıtı olduğunu düşünenleriyse anlamıyorum.

Özgürlüğümi önce evde arıyorum. Ben kendi hayatımın avunucusuyum, önce hayatımı birinci dereceden etkileyen karar mekanizmalarını etkiliyorum.

Düşe kalka yürümeye çalışırken canımı yakıp, sonra güç alıp ayaklanmayıda evimde öğreniyorum. Ve kimi zaman evimi özlemeye kaçtığım sokakları böyle böyle anlıyorum. Sokağın hayat buluşu, sokağın hayat oluşu, yaşamı bilince anlamlı ancak. Ev ve sokağı beraber yaşayabilince...

14 Mart, 2010

Garip

Bi yerde hayatın anlamını bulurken çok bezer başka bi yerde ne yaptığını anlamlandıramamak...

11 Mart, 2010

Küçüğüm...

Küçüğüm işte, hepsi o kadar.

O yüzden, "büyümeye devam" hiç büyük olmamayı başarabileceksek/m eğer.


Zaferlerim kocaman, rengarenk ve geçici mi, yoksa zafersizlik mi sevdiğim?

İyi hissettiren sahip olduğum değil, yolda tanışıp birlikte yürüyebildiklerim.

ve Kötü hissettiren, saçmalamam, hatalarım, güvensizliğim.
Kızdığım kadar da muhtacım tüm bunlara, büyümeye devam edebilmek, küçüğüm demeyi unutmamak için.

Ne kadar yürürsen yürü, hatta koş istersen, durduğum yer yolun başı, unutma küçük kırmızı deniz yıldızı.


Bitti işte.
Bu kadar da kolay söyleyivermek hepsini; böyle önemli, böyle değerli bir eğitimin ardından bunca gündür karışıp durmalar.

Ağlamalarım değişti, ama dün gibi hatırlıyorum 2008 şubatında boğazımdaki düğümleri.
Düğümlerle yaşamayı, düğümleri sevmeyi öğretti bana. Olmamayı öğretti.

Tek çıkışı var tüm bu düğümlerin, yolun devam etmesi. Tekrar tekrar o yolda yürünebilmesi.
Kendimi dinledim çokca zamandır, ve anladım ki korkuyorum bundan.

Küçüğüm işte. İyiki de. Ve küçük olmayı bilenlerle olmak güzeldi, güzel.

28 Şubat, 2010

Belkide...


Anaç olmamaya çalışmak saçma,
Ya da bunun saçma olduğu da.
Öyleyim demekki :)

Sanmayın ki...

yazmıyorum eğitimden. :)

usul usul başka bir adreste biriktiriyorum şimdilik, bizden şeyleri.

26 Şubat, 2010

Kd adı: DvH EE.9

Hem heyecan kovuyorum hem kovalıyorum.

Kim kimi yakalar kim kimi yutarsa.

Başlıyruz...! Kod adı DvH EE.9

Yarın ekip toplanıyor ve başlıyoruz.

Ben bu geceden başladım. dağıttıklarımı toparlıyorum.

24 Şubat, 2010

Mart Kapıdan Baktıracak...!

Şubat ortasınsan...

18 -21 şubat 15. Gençlik Konseyi
26-28 Şubat Demokrasi ve Haklarımız Eğitmen Eğitimi Hazırlığı
23, 25 Şubat Savunuculuk dersleri
1-7 Mart Demokrasi ve Haklarımız Eğitmen Eğitimi
2,4 Mart Savunuculuk dersleri
9 mart sustainable development and planing makalesi
9,11 mart savunuculuk dersleri
12-13-14 mart Togtrakya Yib
20-21 Mart Balıkesir Çocuk Hakları Eğitimi

ve her pazartesi - perşembe proje ödevleri.

Bitti mi? Sen öyle san şapsal. :)

Normal mi sence?

Bu normal de ben mi alınıyorum?

Yoksa konuşacak laf, söylenecek söz bitti mi?

Vega dinleyelim... Ne var?

Beş dakkada değişir bütün işler...

Öyleymiş gerçekten!

Bu döngü bir gün tamamlanacak. Ve o zaman ancak çemberin dışında kalanlar yaşayacak.

Beş dakkada değişir bütün işler, ve hiç bir beş dakka son beş dakka değildir.

Sakinde bekliyorum.

Özet Geçelim...

En son yazdığımdan bu yana bi özet geçelim, neler olmuş neler.

* okula başlamışım, tatile girdiğimi idrak bile edemeden.

* devamsızlık yapan hcalardan kalan bir ik satlik aralarda taksim - beşiktaşı fellik fellik dolaşıp yeni yerlerde yeni tadlar denemişim, zencefil kafeyi çok beğenipte sevmemişim.

* yıllardır görmediğim Seda'yla buluşmuşum, seha'nın noddle'ından yeme şerefine nail olmuşum. Bir insanla arkadaşlık kurmakta başka bir insandan üzerime sıçrayan tedirginlikleri farketmişim.

* Bilgi üniversitesine mülakata gitmişim.

* bi cumartesi sabahının köründe taksimde yağmur altı toplantı yapmışım, sonra yaşayan kütüphaneye gitmişim

*bi akşam üstü edirneye gidip 1 saat 40 dakikada iki toplantı yapıp gece geri gelmişim.

* beş dakka da değişmiş bütün işler, strarbucksta kahve içmeden iki taş arası sohbet etmişim

* 15.Gençlik Konseyi'nde Sapancada bulmuşum kendimi. Yeni bir milyon insanla birlikte yeni bir insanla tanışmışım.

*acaba mı ki? diyipte heycandan öle öle belediğim haberi almışım.

* heyecandan öle öle olsun istediğim şeyin tavime dolayısıyla ağzıma nasıl s.çtığını bir akşam vakti sapanca gölüne nazır güzel güzel şarkı söylerken farkedip düşmüşüm ha düşmüşüm.

* sakince çözüm bulmuşuz ama ben profesyonellikle kendimi üzmeye devam etmişim.

* sandık görevlisi olmuşum.

* babamın sigarayı bıraktığını öğrenmişim.

* savunuculuk kursuna başlamışım.

08 Şubat, 2010

Kar..!

Yine kar yağıyor...

Bu geceki acemi ve telaşlı, örtmek ister gibi ilk heves hatalarını.

Gözlerim yanıyor, saçma bir uy hali günlerdir üzerimde. Tatil diye çığlık atıyor sanırım bedenim, belki biraz da ruhum.

Anladım ki, beklettiğin işleri yapmıyorsan, mesela yazıcam diyip yazmadıkların için yenilerini erteliyorsan bi anlamı yok. Beklemek kadar beklettiğin de anlamsızlaşıyor.

Yazıverdim öyle...
Kendime güvensem şimdi yatıp 03:30 da kalkarım ve yeniden kurarım dünyamı.
Ki günlerdir ehemmiyetle beni bekleyen - beklettiğim - işlere bakınca güvenmem gerek diyorm kendime.

Sevgili kendim, 03:30 ' a sözleşelim. Yetişmesse yetişmesin işler, olduğu kadar yaparız.

Dua...

Uzak düşmesin diye hayatıma, ruhuma; nefesimin yettiğince dua ediyorum toprağa en yakın yağmur damlalarına.

04 Şubat, 2010

Sakin...

Sakin...

Bu da ilk değil...
Hem de farkedip, bir şey yapamacağınıda bildiğindi.
Söylenenler içini rahatlatsa da, zamanla cevapların değişeceğini bildiğindi.

Çırpınmak ferahlatmaz benim ruhumu.
Yarışa uçmaya çırpmaz benim kanatlarım.
Bu gökyüzü hepimizin, bunun farkındayım..


* yazacağım daha... Eğitimden, fırtınadan...

30 Ocak, 2010

Korkaklar..!

Korkaklarda var,

İçinden geçen iki çift lafı bir arada getiremeyecek yada içinden iki çift laf geçmeyecek kadar içsiz

29 Ocak, 2010

Karlı kış, karlı yaş

Bembeyaz bir istanbulda girdim yeni yaşıma bu yıl.

Kış güzel ve güçlüyse, yıl da güzel oluru hissederek sevdim bu yıl doğum günümü.
Çok insan vardı, hiç tahmin bile etmediklerim...! bir sür üşey söylendi, suskunluklarda bir sürü şey söyledi.

Proje çizmekten bunalmış ruhum, ertelenen teslime isyankar aylaklığa gitti... Ertesi günün yorucu yıkımını göze alarak.

Çok güzeldi, anlatılabilecek güzelliklerinin ynaı sıra, anlatılmayacak kadar çoklarla da güzeldi.

Şanslı bir çocuğum, ya da bunu hakediyorum.

24 Ocak, 2010

Uyku

Uykunun yeni hali;

Az az, parça parça ve müzikli : Yiruma ( Bebeko'nun albümünden)

23 Ocak, 2010

Bu gece...

Gökyüzüne uydum!

İki

İki çift lafım var söyleyecek, ama iki yudum daha tutacağım içimde.

Sonra iki lokmada yutturacağım.

İkilikten bir olmaz.

17 Ocak, 2010

Unuttumuştum ki...

Ne yazacağımı tam unutmuştum ki birden sağ bileğimdeki bandajı gördüm yine, aklıma geldi.

Bel ve Boyun ağrısı gitmediler hala, birde arkadaşları geldi onları görmeye; bilekteki sızımsı incinme.

Bitecek ama az kaldı, inşallah yetişecek.

16 Ocak, 2010

Düğün...!

Düşümde düğün gördüm, kimindi bilmiyorum.
Benim düğünümün olacağı yer değildi ama orası.


Ben burada yapacağım düğünümü;
Rüstem Paşa Kervansarayı, Edirne'de.
06-07'Ocak'10


Geçen hafta Edirnede'ydim. Şöyle yamışım 2010 ajandamın ilk sayfalarına;
" Ne çok dolaştım sokaklarında... Evler aldım kendime, aşık oldum bu kente."

Ve not defterimede şunları;
"Edirne... Edirne'de ilk gece... Aşık oluyorum bu kente. Bu kentte gezerken kaybolabilirim, bulabilrim kendimi.
.......

Nasıl aydınlanacak bu güneş? Boğuluyorum...
Kime koşsam? Kime anlatsam, kime sussam?

Gün aydınlansa da boğuluyorum....
Üzülüyorum..."

Ve koşup anlattıklarım, Galatasaray'ın arka sokaklarındaydı bir sonraki gece. Susamadım, susmam gerekenlerden değildi onlar.

Kutluyorum:)


Trt Çocuk Kanalını program isimlerinden ötürü kutluyorum :)
Oktan ve Boktan'dan bile yaratıcı ikilemeler var; Öcük ve Böcük :)
Sevdim. İyi geldi.

Bir misafir daha...

Bir misafir daha var bu sabah, Bel ağrısı...

iki gündür tükettiğim sıvının haddi hesabı yok; su, karanfilli ıhlamur, kuşburnu - bamya çiçeği, melisa - papatya, zencefili tarçınlı süt gibi şeyler.

Tek yudum kahve içmedim, siyah çayda. Aferin bana.

Lakin sandalyenin üstünde ayak sallamak ve kalvye - mouse kullanmaktan öte harekette etmedin. Yuf bana.

Sevgili Boyun ağrısı, biliyorum ilgiyi seviyorsun lakin beni geriyorsun. Lütfen topla pılını pırtını git, ben sana iyi bir ev sahibi olmak istemiyorum. Arkadaşım Bel Ağrısını da götür giderken. O'nu da kendin gibi alıştırma. Ağrı olma halinden kurtulup gezip dolansın ruhu, henüz senin kadar alışmamışken ağrıda vücur bulmaya.

Kusura bakmayın, ama kainatta aprı haliyle var olmak zorunda değilsiniz. Eğer tercihleriniz benide mutlu edecek şekilde vücut bulursanız ve o zaman karşılaşırsak seve seve misafir ederim sizi, istediğiniz kadar kalırsınız. Güzel baharat kokuları olun mesela hı?

Bitti.

15 Ocak, 2010

Ağrı

Boynumda ağrıyla uyanacağıma, Ağrı'da uyansaydım ya bu sabah...

14 Ocak, 2010

Pabuç ve Kipat Şımarıklığı!

Belediyeye gittim. Güzel gelişmeler var. Meğersem Beşiktaş Belediyesi'nin dördüncü katında özel projeler odasındaki toplantılarımız bitmemişmiş :) Meclisi kapattık, şimdi özel kentsel projelerdeyiz. Birde Faruk Göksu. Tanışmayı diliyorum, aradım ulaşamadım. Ama olsun.


Bir mesleki hayal daha var aslında dün geceden kalma, o çok önemli, çok yakın. Olursa, upuzun olacak zaten burada.


Sonra Pabuç aldım kendime. Böyle bişey değil, ama çok güsel. Bir gün bunlardanda alacağım:)
Sonra biraz daha, biraz daha şımardım ve kipat aldım. Onlarcasının üzerinde dolandı elim. Muz seslerini deli gibi okumak istediğim halde her zamanki gibi yaptım. Şu aralar çok popüler ve herkesin elinde diye vazgeçtim. Tıpkı Aşk'ta yaptığım gibi. Kimbilir belki ikisini birlikte alırım bir gün.
Bu kış yolculuklarda 'Lavinya' ile olacağım.
Ve bir şey daha, enerjisine, sohbetine, varlığına şımardığım biri daha; Gülden'le yaklaşık 5 dakika içinde buluştuk, plansız programsız:) Güzelce yemek, yemek üstü sohbetin yanına birde beşiktaş - kadıköy vapuru. Martılar söylemediler ama, kıskandılar bizi. Varsın kıskansınlar, ben alırım gönüllerini.
Aşk kokan kışlardan bu kış... Saçlarımı kestirdim dün. Üşenmedim Mahmut'a gittim.
Bu ay sonunu görecekmiyim merak ediyorum, pafta mafta teslimede birsürü çıktı alınacak tabi. Yolculuk planlarıda var. Olsun, olmadı Aplam var:)

3 Güne 2 Deniz!

Biri, bi zamanlardan beri - ki o zamanı denizde kıyı sahibi bilmeke şimdi - bulanıpta başka denizim balığından, uzak kalıp gidemediğimdi. Çok özlediğim bi o kadarda çaresiz hissettiğim.

Tavuk göğsü ve gece kalmasıydı ilk masalımız, gerçekleşen hikayemizse poğaça-simit ve sabah kahvaltısı oldu... Güzel bir pencere önünde vedalaştık gün ortasında. Mektubumu verdim. Vermeye gücü m olsun diye gittim, belkide gitmeye gücüm olsun diye yazmıştım.

Kıyılarını seviyormuşum gerçektende! Sadece bilmiyormuşum sevilebilir olduğunu, seviyormuşum, çok.

Hem, bazı mevsimler daha çok yakışır küçük kırmızı deniz yıldızları kıyılara. Sanırım o mevsimler geliyor:)


Birde derya denizi'min yanındaydım dün akşam üstü. Herzamanki yerde, her zamanki gibi ben geç kaldım:)
Çok güzel konuştuk yine, dinlemeyi, dinlenmeyi seviyorum her defasında. Güzel niyetler söylesi gelecekten yana. Güzel niyetler tuttuk birlikte.

Korkunç baş ağrımla ama huzur dolu döndüm. Boynumdaki ağrıya bile kızmadan.
Bu sabahta gün ağarmadan açıldı gözüm, sabahın kör vaktinde.
Bu iyiye işarat:)

09 Ocak, 2010

Alışılmayanlar

Aradan geçen zaman ne kadar uzun olsa da,
Ve geçip giderken sizi çokça yorsa da,
Bazı şeylere alışılmıyor.

Ölümle gelene,
Sevgilinin gidişine,

Alışamıyorum ben.

Sevgilim, sevdiğim, sevenim Canım Babaannem,
Gittin, ama yine gel.
Hastalanma sakın,
Üzülme ayrı geçen zamanlara.
Hem ben de gelirim yanına.
Bilirsin, sırf sen varsın diye sonunda en uzak yoldan bile gelirim.

Son zamanlarda, daha mı çok içimi acıtıyor yaşların...
Kaçtım diye kızma, kalamadım sadece.
Güle git, güle güle kal, güle güle gel.

Ağlamadık mı yeterince?

05 Ocak, 2010

Sıkıntı


Çöktü içime...
Herbirimizin sınavı farklı farklı,
Ne güzel söyledin...
Geçse, bitse...
Derin bir nefes...
İki bir olmak zorunda değil, yarış yokki benim yolumda, yönüm sana dönsün...
Sadece aynada gördüğün kendi aksin, ben sanmak istediğin...
Öldürsen kendini, aksini de sileceksin.
Öldürsen kendini...