23 Mayıs, 2011

Hayatın sırrını çözdüm sandığımda onbeşimin sonlarına geliyordum. Kocaman sandığım küçücük ruhuma ağır gelen bir kabüllenmeden günler sonra ağırbaşlılıkla, belkide hayatımın en gerçekçi kararlarından birini verip kalabalık ama tek kişilik bir hayat kurmak için uyanmıştım güne. Elimde olanları, yanımda kalanlara olan sevgimi ölçüp biçmiş, mübalağa etmeden, dipsiz kuyu triplerine girmeden bir bir önüme dimiştim cevaplarımı.

Şimdi yirmiüçümün sonlarına geliyorum, mevsim biraz daha erken ama bir kaç ay çok da ifadeli değil artık bunca hızlı akan zamanda. Henüz on yıl bile geçmemişken aradan Amerika'yı yeniden keşfediyorum.


Eskiden kocamanlığına inandığım, güç aldığım bir ruhum vardı. Şimdi ruhumun küçüklüğünü biliyorum.
Bu yüzden kendimi özel, öemli zannetmem.

Aşk Acısı, Dost Acısı

Bir kez, sırf Kabak'ı anlatmak, Gemile'den bahsetmek için yazacağım. Dün asmadan topladığım yaprakları nasıl sardığımızı, kabak sandal sefası için oyduğum kabakları, kocaman gece ateşini, uçsuz bucaksız parlak yıldızları anlatacağım mesela. Ama şimdi kafamda çınlayan, Mina Urgan'ın yıllar önce - orta okulun henüz ilk yıllarında iken- okuduğum ' Bir Dinazorun Anıları' kitabındaki bir cümle; "herkesin aşk acıları olur, benim dostluk acılarım oldu hep."

İkinci bir emre kadar ağzımı açıpta tek kelime anlatırsam namerdim. Her anlattığımda bu çok önemsiz bir şey vurgusuyla biten cümleleri duymayacağım böylece. Sonra bir bakmışın, ben yokmuşum.


Üç tarafı ormanlarla kaplı, yüksek bir yamaçtan denize bakan bu koyda herkes manzaraya karşı oturmayı yeğliyor. Dikkat ettimde ben geldiğimden beri hep manzarayı arkamda bırakıp bungalovlara, pencerelere, kapılara, balkonlara doğru oturuyorum. Herkes kendi için hayal kurarken denize dalıp giderken, ben insanlara bakıyorum.

Huzursuz Gece

Dün, yaptığı ayrılık konuşmasından sonra ne sözü bozmadan ne de nişanı atmadan "medeni", akıllı uslu açık fikirli insanlar gibi akılcı kararlarla koruyabileceğimizi düşünmüştük ilişkimizi.

Ben, kaybetmişlik, kaybedilmişlik, kırgınlık, öfke, can acısı ile harmanlanmış tepkilerimi dizginlemiş, kendimi dindirmeyi, ferahlatmayı başarmış, kararımı uygulamış ama görünür gerekçelerini yumuşatmış idim. Kimseye söylemedim, gece beni bekleyen ateş böceklerinin yanı sıra gözümde yaşlarımında olduğunu. Kötü çocuk olmamamak için değil, her şart ve koşulda sevebilmeyi öğrenmek için.

Bu sabah, gecenin keyf saatlerinden bu yana, dalgalanıp çoşmadan sessiz sakin yine aynı kavganın içindeyim. Hepimiz, ikimizi ve kendimi evirip eçirip, ayrı ayrı yada birlikte düşünüp durmaktan bir adım beri geldim. Kendimleyim.

Benliğimden taviz vermek mi, egomun bir kıyısından vazgeçmeyi öğrenmek mi? Bana bu kadar zor gelenler, bunca kolaysa, hele de neredeyse hayatta her öğretiyi beraber kurduğumuz insanlara, nasıl bir yanılgının içindeyim?

Sözde - konuşulmadan- herşeyin hallolduğu o çıkmazımızdan çıkabildik mi emin değilim. Ben çıkamadım, çıkmazın derinlğini de sana anlatamadım. Kendimce kabullendim, denedim, güvenmeye inanıp bir şans verdim. Suistimal edildim, yine bağıra çağıra defalarca söylediğim o yere konumlandırıldım. Senin yarattığın ve sana ait olan çıkmazda ben kaybolup kırıldım. Kırıklarımı darbelerini nerelerde aldığımı şaşırmış, durgunlaştıkça derinleşen bir acıyla kıvranırken ben, sen göklere çıktın ha çıktın. Mutluğun, mutluluğumdu ama ufacık bir kontrolden aciz kaldın ya, bana tüm çıkmazların kapılarını bir kez daha açtın.

Ben artık, o çıkmazların içinde hissetmiyorum kendimi.O çıkmazı sen hiç göremeyeceksin anladım. Git gellerinde duracağım yeri düşünyorum, ne kadar sana yakın olmayı başarabilirim bu halde. Peki ya tek taraflı adımlara daha ne kadar var takatim?

Üç kez ben yokum demek için düşündüm; ilki gelmeden önce idi, zamana bıraktım görelim dedim. İkincisi geldikten sonra gördüğüm manzaraya ilişkindi, ben gidiyorum dedim. Üçüncüsü dün gecenin daveti idi, bu güvendiğime kendimi inandırmak ve senin iyi niyetine, samimiyetine, güveni haketmişliğine inanmam için bir fırsat diye düşündüm, seni reddetmedim ve zamana bıraktım. Bu üç karardan iki zamanda yanılgıyı yaşadım. Yanılan ben miyim diye sorarsan, hiç sanmıyorum. Ben sadece taviz verendim, yanılgı senindi. Tasavvur ettiklerinle gerçekleştirdiklerin arasındaki eğrilikte dolandın ha dolandın.

Şimdi, kendimle ilgili bambaşka bir kavganın ardındayım. Ve acı olan ne biliyor musun? Tek bir sözüm bile yok sana söyleyecek, verecek tek bir tepkim yok.
Ben bu sessizliğe, buranın tesadüfü iletişimlerine kendimi bırakıp senin o tanıdık hallerinden, "biz"in ihmal edilmişliklerinin acemice gönlünü almaya çalışan "iyi niyet" eylemlerinden mümkün olduğunca uzak olmak istiyorum.

Ne acı değil mi bunları söyliyor olmam? Sanki imkansız gibi. Bizim o masal gibi akıp giden herşeyimizin kıyısında bunları hissetmem? Çok mu büyüttüm yoksa? Biz hiç birşeyi küçük yaşamadık ki ama... Kocaman sevdik, kocaman güldük, kocaman yedik içtik, kocaman yürüdük sokaklarda...

Nefes alırken canım acıyor; inanamıyorum buraya kurduğumuz hayaller, içinde bulunduğum coğrafya ve taşıdığım hislerin tezatlığına.
Başarabilirsem, susacağım sana, çünkü konuşursam ayıp olacak Yaratan'ın bunca cömertliği arasındaki bu coğrafyaya, yüreğiyle iş yapan bunca güzel insana.

KaBak Vs.'ye sevgilerle.

22 Mayıs, 2011

Ateş Böcekleri

Dün geceyi geçirdiğim bungalovun yer yatağının üstünü örten bir cibinliği var. Ama sadece bu kadar değil. Işığı kapatıp cibinliğin altına yattığımda gördüm ki cibinliğin üzerinde geceme eşlik etmek için bekleyen ateş böcekleri de vardı.

Önce biraz tedirgin oldum evet, sonra böyle bir fırsat bir daha ne zaman geçerki elime diye düşündüm.
Kapalı mekanda açık gökyüzü misali, yıldız gibi ama ateş böceği...

Sabah parlak bir erken güneşe uyanmayı, günü ilk anından yakalamayı planlarken puslu bir sabaha uyandım. Ateş böcekleri geldi o zaman aklıma, iki yaz önce bir üstadımın seveceğimi düşünerek paylaştığı, o çok sevdiğim şarkıyı hatırladım, sebepleri ile birlikte.

Ateş böceklerinin hikayesi, yersiz yurtsuz kanat çırpışları, eğilmeden güneşe kanat çırpışları ve bir mevsimlik özgür kalışlarıyla dillenir ama ya, kim hangi koşulda ne kadar özgür,.. düşünmeyi hatırladım o anda.

21 Mayıs, 2011

KaBak Çorbası

Kafam çok karışık.

Şu anda karışmış değil aslında, ama karmaşayı kaçınılmaz yapan kendimce vermem gerektiğini düşündüğüm karar.
Düşünceler, hisler, öngörüler, öncelikler, davranışlar, olaylar, tepkiler hepsi birbirine girmiş vaziyette, ve hepinin dışarı sızmasından korkuyorum. Çünkü, ortak bir iyiyi söylemiyor hiç birisi.

Biri dışarıda kalacak bu oyunda, ya tüm gerçekliğiyle görerek, gördüğünü bildirerek söyleyeceklerinin -aslında gerçekleri gösterdiği için- can acıtacağını bilerek. Ya da, kimsenin keyfini kaçırmayayım diye görmemezlikten gelerek ve görmemezlikten geldiğini kimseye hissettirmeyerek ama kendisine saygısını yitirerek.

Yani, oyundan çıkacak kişi her iki ihtimalde de aynı; bu oyunu tercih etmeyen, doğru bulmayan, beğenmeyen kişi.
Gitsin o zaman diyorsunuz değil mi? Gitsin o zaman gerçekten, bence de gitmeli.
Ama bu gidişi açıklaması gerek, söylemeyi sevmediği kelimelerle, olmayı hiç istemediği karşılaşmalar ve dengeler içinde.

İyi günde kötü günde diye bir söz verip biribirine, bir ömür boyu birlikteliği düşünmek böyle birşey demekki. Saygı esassa, özüme ve karşımdakine karşı dürüst olmalıyım. Duymak üzebilir, ama içimi acıtan her ne varsa - onun için nedensiz dahi olsa- paylaşmalıyım.

Komik, ya da trajikomik olan ne biliyor musunuz? Ben bunu daha önce iki kez yaptım. İki söz, iki nikah bozdum bu kafayla. Her iki sevilen de geldi geri, canı acımış, acılarını dindirmiş ve bolca yüklendiği mahçubiyetle. Ama olmadı eskisi gibi.
Şimdi, bu ilişkiyi diğerlerinden farklı kılacak olan bu istenmeyen karşılaşma değil, sonrası.

Benim canım acır, her gidende acıdı. Artık öğrendim ve tekrar olmayacak dediğim herşeyde olduğu gibi, bu defa da yaşam döngüselliğini hatırlatıyor bana.

Aslında bu bir, KaBak Vs. yapımıdır. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese sevgiler.

08 Mayıs, 2011

Ben Demiştim,

... gitmez, tamamen yok olmaz diye. Reklamı bol oyalamacalar bulur kendine, güçlendim ve gittim der ama gitmez diye. Tıpkı iyi ruhların ne olursa olsun yok olmadığı gibi evrenden, kendi narsizmine tüm diğerlerini kurban edecek denli kötü ruhlu olanlarda ne olursa olsun değişmezler, gerçek bir iyiye dönüşmezler ve def olup gitmezler.
'Gittim' der, büyük bir cin ustalığıyla işlediği kötülüklerin uçuşup geride iyilik resimleri bırakmasını bekler, herkesin öfkesi sakinleşince olağanlığından emin bir halde hissettirirler kendilerini.
'Yok yok tamamen bitti o hikaye, efsane olmaya yazdı silindi' diyenlere üzelerek ben demiştim diyeceğim bir süre sonra. Şimdilerde bahar sandıkları havada nem topluyor aynı kötü ruhlar. Bir müddet sonra 'ben değiştim bakın artık fırtına yok kanatlarımda bereket yağmuru olmaya geldim' diyerek girecekler iklimlerimize ve bereket sandığınız yağmurlar asit salıp yeryüzüne yakacaklar her birinizi ve emeklerinizi. Yanlız, en çok canı acımışlar anlayacaklar asit kokusunu, yani artık canı acımayacaklar.
Bu yağmura aldanıp da, naifliğine güvenipte yağmurda ıslanmaya koşanlar kim ne derse desin ancak o yağmurda ıslandıktan sonra anlayacaklar ne menem bir illet olduğunu, değiştiğine inandıkları o ruhun.

Bunu söylemek istemezdim, ama ben demiştim.

04 Mayıs, 2011

'ucube'

Ey Devlet, beni de Ötekileştir!
Çünkü ötelenen, merkeze göre menzile daha yakındır.
Ey Devlet, beni de başkalaştır!
Çünkü başkalaşan, sana benzemeyi  bırakmıştır.
Ey Devlet, beni de Yabancılaştır!
Çünkü yabancılaşan, neden sevilmediğini anlayacak kadar düşünmeye başlamıştır.
Ey Devlet, beni de Farklılaştır!
Çünkü farklılaşan, rasyonel evrimin yolcusudur.
Ey Devlet, beni de Dışla!
Çünkü dışlanan, içeriden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın heyecanına kapılmıştır.

Seri katil Carl Panzram der ki; "kendimi düzeltmek istemiyorum. Tek arzum beni düzeltmek isteyen insanları düzeltmek, onları düzeltmenin tek yolunun da onları öldürmek olduğuna inanıyorum. Benim düsturum şu; Hesini soy, hepsine tecavüz et ve hepsini öldür."

Bir cani ile bir devlet arasındaki benzerlik, herkesin benliğinde bir totaliter rejim hevesini baskı altında tutması. İnsanlar ve kurumlar kendilerini ifade için daima bir enstrümana ihtiyaç duyar; bir besteciye müzik aleti, bir doktora tıbbi malzeme, bir katile bedeni ve karşınızdakine zarar vereceği nesne, bir devlete ordu, derinleştirilmiş kadrolar, din ve faşizm lazımdır.

Bilim aslında atomu parçalamakla değil, parçalanmış atomu tekrar birleştirirmekle kendine yakışır olacaktır.

Yönetme arzusu, belki kabullenilemez ama güdüsel bahanelerle makulleştirilebilir; ancak yönetilme arzusu diye bir şey yoktur. Asimilasyona boyun eğip benzeyerek gücün kanatları altına giren ve can güvenliğini sağlayanların, prototipleştirmeye karşı çıkıp benzemeyi reddederek ortak kimlik şemsiyesi altından kopanlara düşmanlığı, sürüden ayrılanı kurdun kapması sözüyle korkutulmaya çalışılınması çok bildik bir politikadır. Bu politikaya uymayan devlet yeryüzünde henüz görülmemiştir.

Öte, öteki, başka, fark, yabancı ve dışarısı: Huzuru olağanda arayanlar için sürekli bir korku öğesi. Hollywood yıllarca bu öğelerle dolu korku filmleriyle terbiye etti kapitalist amerikan toplumunu. O filmlerle biz de yerimizden sıçradık Ortadoğu'da. Çok öteye gitmememizi söyledi ebeveynler biz çocukken; başkalarıyla, yabancılarla konuşmamamız öğütlendi; eve erken gelmemizin, dışarıda fazla durmamamızın kafamıza çakılması da cabası. Sanki biz çok temizdik ve diğerleri dehşetin tek sorumlusuydu. Ama diğerlerinin gözünde biz de diğerleri olmuyor muyduk? Nerden bakılırsa bir "öteki" hala hayattaydı.

Sınıflandırma, listemele, ayrıştırma ötekinin var olabilmesiyle mümkündü. Bütündeyse öteki kavramı anlamsızdır. Anlamlıyla anlamsızın adlandırılması ise işe yarayanla, uyum sağlayanla buna öfkelenenin elektrolizine bağlı.

Ey Devlet, beni de 'ucube' say!
Çünkü ucubeleştirilen, hep hareket halindedir.

Küçük İskender / sarı şey*

02 Mayıs, 2011

Pişmanım

Pişmanım,
Dün 1 mayıs kutlamalarına gitmeyip evde proje yaptığım için çok pişmanım.