31 Aralık, 2009

Şimdi...

Sabah ezanını dinliyorum...

Özlemişim... Proje başında anlamsızlaşırken zaman, esan sesisiyle kendime gelmeyi.

Birazdan, günün birinci eflatun vakti...

28 Aralık, 2009

Denizfeneri...


His nerede durur?
Yazılır mı, çizilir mi, boyanır mı?
Resmi mi olur, kokusu mu?
Gülüşler mi gelir akla, susuşlar mı?
Kokular mı tutar hissi içte, dokunuşlar mı?

Yaşananlar mı güzel gerçekten,
Yada sıradanlara kişiler mi anlam katıyor?

Dilimin ucunu ıssırıyorum,
Sözümü tutuyorum, susuyorum...

İçimdeki bi dalga, kazara kuleye çarpsa,
Koskoca denizfeneri paramparça dökülür diye korkuyorum...

25 Aralık, 2009

Dün akşam...

Buluştuk biz! Onur , Aytek ve Ben...

Ne zaman tanıştığımızı hatırlamaya çalıştık, az geldi. Çok gibi sanki dedik...

Plan yaptık! Böyle olmaz dedik, sabahlamalı...

Kaybolmadığını görmek değerlerin,
Dolu dolu esen bahar rüzgarlarını anımsamak,
Yaprakda hafif bir esinti çıksa düşüverecekmiş gibi dolu dolu duran yağmur damlası baharı...

Bu bahar da öyle olsa ya...
Düşüverse damlalar, Aşk'la...

24 Aralık, 2009

İlk Kar...

yağarken bu yıl İstanbul'a,
ben yine İstiklal'deydim gecenin bi vakti.

Bu yılın ilk karında adımladık Can ve Okan'la...

Ama kar sulu sepkendi..
Lapa lapa değil geçen yılki gibi...

Canım Kar,
Lapa lapa yağ ki...

Yağ ki, bitireyim sana mektubumu, bitirmeye yazayım...

20 Aralık, 2009

Sıradaki Şarkı...

She thinks just like a woman...

Güzel İnsanlar...

Hiç bir yere gidemezlermiş, ayrılamazlarmış evrenden,
Öldüklerinde bile.

Güzel insanlar yeryüzünde yaptıklarıyla hep kalırlarmış...

Bu evrende hep var olacak insanlar var hayatımda,
İsteselerde hiç bir yere gidemeyecekler...

Balık Olsak...


Ya deniz kıyısında.
Mor ve yeşil,
Yeşil gözünde Mor,
Mor'un gözünde Yeşil...

Yüzsek ya usul usul...
Sarılsak sularda, sarılsak sularla
Sular gibi sonsuz,
Sular gibi çok...

Balık olsak ya deniz kıyısında...


17aralık'09

Yine geçti Şeb'i Aruz...

13 Aralık, 2009

Kaytarasım

Anlaşılan kaytarasım gelmiş benim, kendimle başbaşa kalıp hayal kurasım... Sütlü kahveler içip kitap okuyasım yağmura karşı.

Geçen salı akşamı ertesü gün Edirne'ye toplantıya gitmeye hazırlanırken Canberk aradı. Kocaeli'ne gittim. Ferhat diye muhteşem bir insanla tanıştım önce, sonra Tuğçe ve Mariam'le sohbet...
Sonra birkez daha girdim Kent Ormanın kapısından. Yine bir ilk, sonbahardı bu sefer....

Türkçe bilmeyen bir ekiple ve eğitim süreçlerini bilmediğim bir ekiple outdoor eğitimlerinin bir bölümünde beraber olmak biraz endişelendirse de beni, farklettim ki farklı hissediyorum. Başaracağına inanması, başarcağına inanılması insanın başka bir duygu.

Şeftali yerine mandalina ve daha az suyla çıktık bu sefer yola... Yollar değişmiş, patikalar yağmur suyunun doldurduğu küçük gölcüklerle sonlanıyor ger idönüyorsun küfred küfrede.
Telefon nerelerde çekmiyor öğrendim, ve kontrol etmeyi ihmal etmedim.

Çok şey düşündüm yine. Daha çok düşündüm kendimi, daha keyifle... İtiraf ettim, biraz da kendim için yürüdüm.. Eş zamanda iki iş:)
Boğazım kötü diye enişeleniyordum, ateşimde vardı, tertemiz havada yürüdükçe boğaz ağrısı filan kalmadı, terledim öçnce deli gibi sonra ateşimde düştü, haftalardır süren boyun ağrımda geçti birden.

Gördüğüm manzaraya inanamadım... Ağaç tomrukları, mevsimlik işçiler, yılanlar,kertenkeleler hiç biri yoktu ortalıkta bomboş... Sanki dünyanın başka bir coğrafyasındayım...

Başka yollar bulduk, çünkü yazların yürüdüğümüz yangın yolları çamur şelaleleri olmuş:) Bir köye çıktı yolumuz.

Çok keyifli geçti, zeki bir ekipti, yaşayan, keyif alan ve öğrenen...

Kent orman önünde Alper'lerin gelmesini beklerken dönüş için ders bile çalıştım! Aferin bana...
İshakçılara doğru yola çıktığımızdaysa, geçen yaz ilk gidişimizdeki gibi özgürlük andıran bir his doldu içime, hem gökyüzünde gözlerim hem kıvrıla kıvrıla giden yollarda. Bir kez daha çok oldum gördüğüm manzaradan... Doğru ya dedim Dünyanın en güzel yerine gidiyoruz şimdi, evmizie gidiyorum.. Civanı hatırladım, gülümsedim, gülümserken boğazım yandı.

Hiç yaşlanmadı gözlerim, kimse ağlamaktan bahsetmedi. Ufo ışığıyla aydınlanan eğitmen odasındaki yeni insanları ve daha kalabalık halini sevdim... Kış günü welcome partiyide...

Yeni insanların yeni hikayeleriyle, kıvrılıp uyudum bir köşede. Uykutulumunun konforunu unutmuşum doğrusu sert tahta üzerinde:)

Sonra okula, sonra derse yetiştim... İstanbul'a gelince başladı boğaz ağrısı, huysuzluk. Çok kirlisin be İstanbul... Nasıl da kirletiyoruz her gün yeniden seni...

Dünyanın en güzel yerinde olmak bir başka güzeldi sonbaharda. Çok sevdiğimi bildim yine, çok sevdiğ,imden emin olduklarımı. Artık çabam kendimi anlatmaya değil, gerektiğinde anlaşıyoruz özce... Hayatıma ilk girdikleri günleri düşnüyorum, 2007 ağustosunu, başka iklimler, başka coğrafyalar, başka mevsimler, başka başka mevzular.

İyi ki "hayır" tuşum çalışmamış yine o gün:)

05 Aralık, 2009

Bundan Sonrası


Çok düşündüm bu gün.
Çok ama hızlıca, net.

Unutmak değil, unutmayacağım yaşananları
Hissettirdiklerini, hissettirmeye çalıitıklarını, hissettiklerimi

Ama,

Senle de kalmayacağım sonrasında.


3 kilit bir kapıya fazla...

30 Kasım, 2009

Mevlam Kulu...

Vay dili dili, kuş dili dili
Mevlam kulu sevdim seni
Vay dili dili, kuş dili dili vay...


Ene'l Aşk...

29 Kasım, 2009

İlk buluşma: m&m :)


Bu bayramda pek çok ilk var, biri de bu ilk buluşma.


İstedik ki madem bizim ilk buluşmamız, başka anılarla örülü bir yerlere gitmeyelim... Gittiğimizde başka hikayelere dalıp gitmeyelim...

Niyetimizde, gezip gördüğümüzde, gidişimizde ilk olsun.


Hava bir süpriz yaptı bize, usuldan bir yağmur...


Boğaza yağmur yağarken, Çengelköy'de nargile içip sefa edeceğiz,

Dedikodu değil, kendi hayatlarımızdan olup bitenleri söyleyeceğiz...


Birde söz verdik, dost olmayacağız hemen önemi paylaştık diye.

Dost diyip adına çalıp gidenlerden sonra,

Dost görünür hayat hırsızlarından sonra...


- ki onlar kendilerini yakından tanıyıp, hayal ettikleri insanmış sanıyorlar -

27 Kasım, 2009

Böldüm, Çizdim, Vazgeçtim..!

Derinlerinin ötelere gittiğini bile bile baktım fotoğraftaki gözlerine...
Baktığın yerin, kustuğum yer olduğunu bile bile...
Kendime meydan okurcasına, aldım elime...
Böldüm önce... Kutu kutu... piksel piksel...
Bölünmüşlük, bütünlüğünü silemedi...
Kaldın öyle, bölünmüş ama sağlim...
Çizdim sonra...
Jiletle kazırcasına,
Kağıtla jilet arasındaki gerginliği damarlarımla kan arasında duyarcasına...
Daha bi oldun, daha olduğun gibi...
Var ama görünmez,
Yaşanmış ama yıpratmış, Çizmiş, incitmiş, ince ince kanatmış...
Yok dedim, bu resmin işi yok henüz burada...
Sakince sevmeyi öğreneceğim...
Zihnimin gerisinde değil, gözümün önünde dururken...
Vazgeçtim,
Yokmuşsun gibi anımsamaktan,
Gerçeklikten kaçmaktan.
Sana dair olanlarla yanyana durmasan da sen,
Bölünmüş,çizilmiş gölgelenmiş ışıklarla,
Daha bi sen olup duruyorsun 'hala'...
"oysa ben sadece..."
inanmıştım, 'hala' olduğu gibi...

Basit...

Çok daha basit bir sebebi olmalı tüm bunların...

Tekrar tekrar düştüğü kuyulardan teker teker çıktıkça kuytulara, unutmadan hangi taşta ayağının kaydığını...

Yanlızlığı sevmek yetmez,
Başkasının sevemediği yanlızlığına dertlenipte vazgeçmemek kendininkinden...

Çünkü olunca öyle,
hep yalan...
Tavizlerinle, iyi niyetlerinde yarattığın; kendini bilmezler...

26 Kasım, 2009

Yolda...

Sanma Süt Liman Gönlüm,
Unuttum ben sevmeyi,
Aynı öykü cebimde gezerim ben bu alemi....

..Afacan yüzünde parlasa ya gözlerim...

Aradan yıllar geçse unutsak bile
İnanmıştım kimse değişmez diye...

Yıllar geçti ben yoruldum,
Ayrı yollardayız şimdi.

Gelme dersen çalmam kağını
Sorma dersen unuturum adını...

25 Kasım, 2009

Saygı...

Herkes herkesi sevmek zorunda değil ama....

Sar başa tekrar....
Tekrar tekrar tekrar....

Sıkıldım....

Ve yine keşke,
İnanabilseydim....

Keşke...

İnanabilseydim...

18 Kasım, 2009

Berlin'den bildiriyor...

Efenim, küçük kırmızı deniz yıldızı Berlin'den bildiriyor...

Genellikle bulutlu, zaman zaman güneşli... Farklı, zor, değişik(acayip), çok millet, çok insani çok dil...

Ve tabiki insan hakları ve formal olmayan öğrenme ve akran eğitimi....

Bizim oturum kazasız belasız bitti çok şükür, hayran kaldılar, etkilendiler; oyundan, projeden, çabamızdan ve inancımızdan...

Türker'le artistik yapıyoruz, non formal öyle olmaz böyle olur diye:)

Döneceğim efenim, fotoğraflarla, geniş geniş zamanlarda

11 Kasım, 2009

iki damla

Çok değil iki damla yaş düştü...
Tam köprüyü geçerken,
Gün batımını istiklalde soluyup,
Mustafa Amca kahvesinde fallanmışken,
Göz kapaklarım silip atamadı seni birden,
Tam köprüden geçerken,
Çok değil iki damla yaş düştü birden...

Gözüm gözüne değdi sandım,
Tenin değerse tenime diye,
Sanrıda bile senden kaçtım.

02 Kasım, 2009

Esas Radyo=)

Gözünü sevdiğimin interneti....

Esas radyo dinliyorum, İstanbul'da:)

Sakinimde üstelik, kimse de yok aklımda, daima olanlardan başka...

01 Kasım, 2009

Proje Ödevi Künyesi

Gözler: Küçülmüş ve Kırmızı
Surat: Şiş ve Beyaz
El ve Ayaklar: Kan dolaşımı sağlanmadığından soğuk
Bel ve Boyun: Fıtık ve Tutulma
Uyku Düzeyi: Alt Limit Belirlenemiyor

Toplam Harcanan Saat: Belirlenemiyor...

31 Ekim, 2009

Erdem..!

Kemalde noksan imiş inciten incinenden
incinme incitenden....

28 Ekim, 2009

Gri Üsküdar


Üsküdar'ın mevsimi gri sonbahar...
Sarı sonbahardan çok, grisi yakışır Üsküdara.

Sanki arefe günü gibi bir gün,
Bayram öncesi havası gibi
Usul yağmur, rüzgarsız serin hava

Balık pazarını gezdim, sohbet ede ede
Alıcı değilim dedim, balıklara bakmaya geldim
İki çift laf ettik, sohbetlendik balıkçılarla

Yağmurla ıslanan arnavut taşlı sokaklarında gezindim,
Hiç gocunmadan ıslanamktan, korkmadan damladan...

Ne iyi ettim, ne iyi ettik İstanbul....


27 Ekim, 2009

Google Earth

Google Earth'ü seviyorum...

Severek okuduğum romandaki Bulgar Musevi ailelerden birinin adını almış bir sinagogla karşılaşıyorum mesela...

Mesela dünya turuna çıkmışcasına karşılaştırıyorum kentleri....

Bankalar Caddesindeyim bi süre, Voyvada Caddesiymiş özünde...

26 Ekim, 2009

Martı'nın Kavgası..?

Kendiyle olmalı
Kendi taklasını atabilmeye uğraşmalı...

Martılar..!


Martılar kavga ederler
Güzeldir de martıların kavgasını izlemek
Yeter ki yarışa durmasınlar

24 Ekim, 2009

Mutlu Müzikler:)


Mutlu müziklerim var artık:)
Bebeko mutlu müziklerle geldi bana, hoş geldi...

Üç sarı öncesi iki kişi...
'Sener'de eğlenmiş yazarken kendi kendine'
'Çok tatlı di mi Nouvelle Vague? Senden tatlı olmasın'

diyoruz şimdi ve devam ediyoruz geceye....






21 Ekim, 2009

cam içinde renk


Bunlar benim hikayelerim

' sevdiği adamı kaybetmekten korkup hiç dokunmamak'

babası unutulmayan, adı kimseye söylenmeyen çocuklar

öldürdükçe içimdeki çocukları

çocukluğuma özlem, çocukluğuma küfür


bunlar beni aşklarım

renkleri saçılıp etrafa akıp gitmesin diye

cam fanuslarda sakladıklarım


bunlar benim sevmelerim

kazanmayı beceremem diye

misket torbamda sakladıklarım


bunlar benim yaşlarım,

içimi kesen parlak bakışlı adamların

gözlerini sakladıkalrım


bunlar benim oyunlarım

sessiz,oynanmamış

kimse sormasın diye

söylenmemiş şarkılarım


söylediklerim, aldatmacalarım.

kendimi kandırdıklarım


kandıramadıklarım var birde,

güneşi bekler seherlerde yaşadıklarım.

20 Ekim, 2009

Karmaşa

Kafamın içindeki...
Ruhumu yoran...

Çekip gitmek bile değil, durup düşünmek...
Düşünceyi arındırmak asılsızların değdiklerinden...

Gitmek istediğim yer, asl' olan...
Asıl olan...

Ruhumu dinlendirmeliyim, ruhumu dinlemeli...

İyi bir dinleyiciydim ben, bir zaman önceleri...


Telaşsıza kaçışlar...

11 Ekim, 2009

Bir İnsan, Bir Şarkı, Bir Tazeleme


Zor, gerçeğe tutunmak
Dururken yalan yanıbaşında
Düş dehşetin yüreğine
Yok ol ölümüne
Görmeden, duymadan olmaz
Açılan kapı artık kapanmaz
Yaşamadan ölüm olmaz
Yüreğine, eline, diline sağlık...

Özle'm'ek

beni kimse sevmesin...
kimsenin teni olmasın günahım...

özlemeyeyim, yorulmayayım ihtimaller peşinde...

08 Ekim, 2009

Demiş ki;

"Her defasında insanlığa, kendine olduğu kadar başka herkese de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun."


Immanuel Kant



Tanıştırana, tekrar karşılaştırana selam olsun...

25 Eylül, 2009

En Zor Gün: Pazar..!



İki şehirli zamanlarda, en zor gündeyim demişim. En zor gün Pazar, çünkü pazar sokak demek.

Yeditepeli şehrin sokaklarının canımı acıttığı zamanlardı o zamanlar...

Şimdilerde canım acımıyor ikinci kentin sokaklarında, aşık bile oluyorum hatta, deli deli yürüyorum. Ama zaman zaman sarıp sarmalar hala birinci kentin sokakları, hele kışları...

Hey gidi be, kaç yıl? Nefessizlikten ölürüm sanırdım oysa... Aldığım nefesin tadı bi başka...
İki şehirli günlermiş, iki şehirli yıllar... bilmem ki şimdi kaç şehrim var....

21 Eylül, 2009

Özledim

Özledim...
Kızmaktan, öfkelenmekten ne neden oldu diye düşünmeten vaz geçtim bugün... Sadece özledim, oluğu gibi, içimden geçtiği gibi...

Sarılsın istedim, ben niyetleri düşünürken gel desin...

Duvarlarını, duvarlarının ardını özledim... Duvarlarının ardında görüpte anlatamadıklarımı, görüdğümü hissettiremediklerimi...

Gülüşüne değsin istedim yüzüm, bakışlarıma göz bebeklerinin ardındaki renkler çarpsın... Işıkta parlayan gözlerinde değilim, günün ikinci aflatun vaktinde, şafak vakti alaca karanlık göz bebeklerine biriken gölgelerdeyim...

Kuytularını özledim... Ortalığı sarıp sarmalayan neşelerinde, espirilerinde salınıp gitmek değil özlediğim... Kendini sakladığı, ama kuytuyu saklayamadığı derinlerini özledim...

Hiç olmamış olsa istedim... Hiç olmamış olsa bir sürü şey... Önce tanımış olsam, sabretmiş olsam....

Unutmuş olsam istedim....Unutmuş olsak...
O olsa, ben olsam... dedikodu yapsak gecede sabahı beklerken...

Çok istedim, özlememiş olmayı...

19 Eylül, 2009

...

Burayı özlüyorum. sadece bu.

17 Eylül, 2009

Makamımız keyf ola...

Öğleden öncesi Ozan'ın heyecanını paylaşarak geçti... Güne geç kalmışlık hissiyle başlasamda, sevgisinin gerçekliğini, samimiyetini hissettiğim insanlarla dolu olması günümün, bu fikirle güne başlamış olmaktan mıdır, güneşi sevdim bugün, bol bol yürüdüm, yürüttüm Ozan'ı da:)

Ozan sağolsun, güzel haberlerle başladık, dahası, darısı hepimizin başına;)

Öğleden sonrası daha bi farklı... Önce ufak bi ziyaret pek sevilen şirinsevere, sonra taksim...
İletişim kuramayıp yürümek sokaklarda tek başına, iyi geldi galiba...

Pek güzel 3 insanla oturduk sonra, nargile içtik açık havada, fotoğraflara baktık... Sohbet ettik, şarkılara eşlik ettik, şarkı istedik...

İnleyen nağmeleri söyledik... Hayaller kurdum, planlar yaptık kumkapıya...

Bıraksalar beni, yürürdüm bu gece sabaha dek... Yürüye yürüye Kumkapıyı bulurdum... Her kapıdaki hikayeyi okurdum...

Otobüsüde son anda durdurup binmişim iyi ki, günlerdir can sıkıcı olaylara tanık olduktan sonra, ayakta sıkışık gidip keyifle sohbet eden insanlara tanık olmak, yüzümdeki gülümsemeyi sabitledi bu gece...

Makamımız keyf ola... dilerim ki hep ola...

15 Eylül, 2009

can sıkıcı

Bu aralar sokağa çıktığım her gün, can sıkıcı birşeyler oluyor...

Hızla unutmaya çalışıyor beynim, biz ne yapıyoruz birbirimize? diye düşünmekten kaçıp...

Nasıl biyerde yaşıyoruz? Yaşadığımız yere yaptıklarımı geçtim, birbirimize ne yapıyoruz böyle?

14 Eylül, 2009

Katlanma bu dünyaya...

Anılar biriktikçe sisleniyor aşklarda
Yitiriliyor serüven duygusu ki o zaman
Şeytanımı koluma takıp gitmeliyim
Yeni bir cehennem kurmalıyım kendime
Hep kendini yineliyorken sesler kokular
Gittikçe birbirine benziyorken dünle bugün
Ölümsüz olmak kadar ürkünç birşey
Bu dünyaya alışmak duygusu
Sonsuza kadar sonsuzluğa asılı kalmak
Tanrılara ödül insanoğluna cezaysa
Kalbim bağışlanmayacak birşey yap
Katlanma kendine ve bu dünyaya



Ahmet Telli

Bugün...

sabah yağmuru... üsküdar-çengelköy, Türker, kahvaltı, sohbet, keyif, büyük bardakta çay, unutulamayanlar, iş-güç, hayat-mebat, türk kahvesi, fal-gerçek, güzel haberler, daha çok sohbet, 'yol'-'yürüme', serin hava, sıcak hava, minübüste engelli adama yer veren gence parlayan takıntılı kadın, söyleyecek sözü çok insanlar,cık cıklar, aferinler, yoran kent, kitap okumak istemek sakince, evde kalamamak.

11 Eylül, 2009

Sel...


Sel var... İstanbul'da sel felaketi!


Metropolün ortasında insanlar ölüyor selden... Suçlusu: Bütün istanbullular! imar plan değişiklikleri için belediyeye baskı yapıp rüşvet verenleri kastetti heralde büyükşehir belediye başkanımız, yerelyönetimlerin, mülki ve idari yönetimleri kastetti... Sokaktaki adam, vergisini veren yurttaş olamaz ya bütün istanbullu.!

Ve hatta sel felaketinden etkilenen bütün vatandaşlarımıza her türlü desteği sağlayacağız derken de, taksim meydanında devam eden ramazan eğlencelerini, konserleri kastetmiş değildir...
Bu kentin bir yerinde koca bir felaket var, insanlar öldü... Üretim atölyeleri, depolar, iş yerleri, evler, arabalar, yollar, insanlar çamur yığının altında... Çamur yığınının üstünde kalabilenlerin üstünde de hüzün, kaygı, acı var... Ve büyükşehir belediyesinin düzenlediği meydan konserleri, bütün gün oruç tutan din kardeşlerimiz eğlensin diye ramazan eğlenceleri...
Ha evet, eğlencelere gitmeyim sel alanlarında çalışanalr var bide. Onlar ne çamur selinin altında kaldılar, ne de selden sonra üzerlerini örten hüzün, kaygı, acı var. Onlar yağmacılar! Boş durmuyor, çalışıyorlar...
Yoksa onlar da mı Büyükşehir Belediyesinin bi hizmeti?
Nereye gidiyoruz? Korkuyorum...

09 Eylül, 2009

Rahat..!

Bebeko'yla buluştuk dün akşam üstü, öğleden sonra da Damlasukuşum'la konuşmuştuk...

Doya doya anlattık birbirimize, oktan boktan mevzuları konuştuk güldük...

Rahatladım... Yağan yağmuru sevdim gece serinlğinde, pabuçlarım ıslandı...

Sabah erken uyandım, dudağımla minik bi kabarcıkla:)
Niye çıktı o uçuk anlamadım, anlamamaktan yanayım...

Misket köfte yaptım öğlen...

Odamı toplamya başladım. Ara verdim sonra, domates çorbası yaptım ve biber dolması.

Seslerin yükseldiği oldu, pirelerin deve olduğu oldu. Aldırış etmedim, sakindim nefes aldım verdim yanlızca, devam ettim...

Balkonda çay içeceğim şimdi, cevizli tarçınlı revani yiyeceğim yanında...
Gece yağmur yağarsa sesini dinleyeceğim, kokusunu koklayacağım..Uyuyakalacağım bornozumla, dinlenmiş uyanacağım...

Yolum aydınlıkmış gibi ferah içim, zoru sevdiğimi hatırladım;)

Unutmadan, pazar kahvaltısına misafirim var, heyecanlıyım...

07 Eylül, 2009

Düş'ünce..!

Aynı hataya birden fazla kez düşmüşse kişi, bir sonrası için ne yapmalı?

Kim dost kim düşman, ne kadar anlaşılabilir ki? En azından unutmamak lazım alınan dersleri, ama bir hal bulunmalı nasıl davranılmalı?

Şimdi içimde çarpışan tüm hisler...

Böyle değildi oysa... 10 günün hesabını tüm yaşantıya yazmamalı belki... O kadar yoğun olsa da, tüm hayat gibi.

Güzel günlerde gelecek, güzel hislerde yağacak göz kapaklarımdan... Sadece biraz canım yanacak. Ya niyetlerim anlaşılır olacak, ya ben alışacağım niyetsizliğe.

Atılan bir kaç yanlış adımda kaybolan değerleri bulup çıkarıp yaşanır hale getirmekse niyet, aldırış etmeyeceğim laf arasında tüketme çabalarına... kiminle nasıl konuşulur öğreneceğim, zor olsa da.
Ya da susacağım belki, konuşur gibi yaparak. Bu vazgeçmek demek mi? Belkide sadece kendi dünyasına bırakıp dönmek...

Gidecek yerim, sığınacak düşüm kalmadı.. Düş'ten düşünce'ye koşan yok...
Biraz duracağım, sakin olmaya çalışacağım...
Derya deniz dosta gideceğim, deryasına kıyı olmaya...
Kıyıda deniz yıldızı olmaya...

His..!

Yorgunum...

Kırgın, kırılmış, kendi kanadını kendi kırmış... Kırmaktan da kırılmaktan da yorulmuş...

Tövbeler edip döndüğü yollara yeniden girmekten mutsuz, kendinden ümidini yitirmiş...

Aynı girdaplara sürüklenmekten pişman...

Değerlerine yeniden bakmak ister ama delicesine korkar halde...

yorgunluk, kırılmışlık, ümitsizlik, pişmanlık, korku.

birde yıllardır varmışta yeni karşılaşmışsın gibi bir dostunla, paylaşmaya nereden başlasan bilemediğin bir derya denize kıyı olmanın belirsizliği...

26 Ağustos, 2009

Demişim ki,

Demiş ki;

" Artık üzülmüyorum sonbaharlarda gidişine, biliyorum çünkü İstanbul'da da mutlusun", 2005' te...

Demişim ki, " Ben aslında hala yanlızım İstanul'da, hala içim acıyor", 2007' de.

Şimdi sene 2009. Sonbahara var daha. Yaz ve kış keskin değil eskisi kadar. Gidip gelmeler sana-bana kolay, umursamaz hatta kimi zaman. Artık başka zorlar var ayrılıklarda.

Bir de, ben aslında hala yanlızım İstanbul'da.

25 Ağustos, 2009

* Bir zaman öncesinde içinde boğulduğm, bu günlerde sakince gezindiğim hislerle;

Benim hala umudum var... İsyan etsemde istediğim kadar...
Benim hala umudum var, seviyorlar bazen, soruyorlar;haran hayran seyret ister katıl ister vazgeç.

Boyun büküp önünde ağlasam sessizce, şu garip gönlüm affolur mu?
Bu fırtına durulur mu? Benden adam olur mu?

Elveda sana, yeter tamam. Bitsin artı bu dram.
Ham meyvayım hala...

Bıraksam kendimi, şöyle oh ne rahat, bu da geçer gülüm yaşamana bak.
Alınacak dersler var, sorulacak sorular, bizden bu kadar...!

Benim hala umudum var!
Ne zaman nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum desem yalan, hatırladıklarıma rağmen nasıl bu kadar sevebildim ve sevdi diye düşünüyorum aslında.

Biraz nemlenip iki damla yaş düşmesine içima acıdı görünce, sebebini bilmesemde.

Yanına oturup, 30 cm mesafede dokunmadan, yüzüne bile bakmadan durdum öylece.

Tanımıyorum iklimlerini, bilmiyorum kuytularını.
Özür dilerim, bu kadar çaresiz kalarak saygı duyabildiğim için hüznüne.

21 Ağustos, 2009

Bir an!

Bir an düşesin geliyor yine tepelerden yükseklerden... Takılıp ayaklarım tanıdık sandığım zemindeki tanışılmamışlara...

Yüzüstü çat! diye düşesim...

Bazı heyecanlar düşmek için gibi... Küçükken gördüğüm kabuslarda ancak tepeden boşluğa düşünce rahatlayaibldiğim gibi...

İfadesizlik yoruyor beni...
Düşünmeki hissetmek kendini yormak, sonra söyleyememek..

Söyleyemediğimde, düşesim geliyor çat! diye. Yüzüstü kapaklanayım istiyorum o an, ellim yüzüm kana bulansın, canım acısın.

Düşmüş gibi yapıyorum sonra, sanki canım acıyormuş gibi hissedip hiç bişey yapamayasım geliveriyor...

Ne yapsam bilemiyorum...

Çat! diye düşesim..

11 Ağustos, 2009

Sıradaki şarkı...

O zaman sıradaki şarkı benim için geliyor....

Bir yaz gecesi otururken bahçede ateş böceklerini seyre daldım.
Dolunay gökte, yakamoz vurmuş dibe ateş böceklerini seyre daldım.
Hanımeli kokusu karışmış yasemine ateş böceklerini seyre daldım.

Kendime benzettim yanışlarını
Yönsüz yolsuz kanat çırpışlarını
Eğilmeden güneşe özgür kalışlarını
Bir mevsimlik hayat buluşlarını



Teşekkürler Süper Kahraman;)

10 Ağustos, 2009

herkes sorar..?

Kimileri tanımak için sorar, kimileri bilmek için.
Kimileri filizlenen meraklarını gidermek için.
Kimileri özler sorar, aramak için.
Kimileri sezer! sorar, doğrulamak için.
Kimileri arar, sormak için.

08 Ağustos, 2009

Sevmiyorum..!

Ben bu evi sevmiyorum...

Gitmek istiyorum... Duramıyorum... Karışıklığımda kaybolmaktan yoruluyorumda yine kendimi bulamıyorum...

Fırsatların eşitsiz dağılımından nefret ediyorum...

Gitmek....

Melek..!!!

Hepimiz gördük meleği!
Değişik zamanlardai yerlerde, rüzgarlı damlarda, soğuk bomboş odalarda, kimsenin yürümediği koridorlarda... Bir çatı katı penceresinde, geçip giden yıldızlara seslenirken... Taşların arasında, ismini, yazgısını, gökyüzünün yollarını reddetmiş, sıradan, çıplak, çaresiz beklerken...

Olanla olmayanın, görünürle görünmezin sınırlarında uçuşuyor, bir belirip bir kayboluyordu.!

Hiç birimiz uzun uzun bakamasdık ona. Bu kadarı bile yetmişti bize. Çırpınan bir kanat sesi, küçücük bir şarkı, kendiliğinden çiçeklenen bir anı, birkaç damla yağmur.

Düş kurmuş olamazdık, çünkü çoktan tüketmiştik düşlerimizi. Bir araya gelebilseydik - ki hiç gelemedik- onun darmadağın imgelerini toplayaiblir, şu senden bu benden diyerek ete kemiğe büründürebilrdik. Yarıda kesilen öyküsünü kendimizinkinden birer cümleyle tamamlayabilir, onu kurtarabilirdik. Belki de yapamazdık. Yitirdiğimiz, sonsuza dek yitirdiğimizdi o, çoktan yitirdiğimiz, yitireceğimiz herşeydi.

Gökler katından, yüreğe çok yakın bir yerden, temelli çıkıp gelmiş, bu dünyanın gecesini bir ucundan ötekine alelacele katetmişti. Çok geçikmişcesine...
Karanlıklar boyunca dolanmıştı insanların dünyasını, yaşanyanları mı ölüleri mi işittiğinin bile farkına varmadan. Aramızda yaşamaya gelmiş, bizde gecelemiş, bizde tükenmişti. Pek çok sırrı görmüş, sırrı, suçu, mucizeyi, cinayeti, pek çok yol ayrımını insan oluşumuzun. Herşeyi görmüş, herşeyde kendini görmüştü. Giderek daha az anlam veriyordu, seslerden, anlamlardan oluşturulmuş dünyamıza, bu yüzden susuyordu.

Orada, bir başına, yenilmiş, yitik ve mağrur, son bir çabayla, son, insanüstü, muazzam bir çabayla düşlere daldı.

Ölen...
- Meleği öldürmüşler. Yanlarına alıp orada...
- Darp izleri görülmüş bedeninde, yanık izleri, parmak izleri, ayak izleri...
- Kendi istemiş. Yalvarmış hatta. Öldürün beni, diyeyalvarmış. Bırakın öleyim.
- İstese uçup giderdi. KEndi seçimiydi. O geldi aramızda yaşamaya...
- Kanatları kırılmış. Askıda kanatları kırılmış....
- İstese uçup giderdi. O seçti bizimle kalmayı...
- Kalmadı ki!

Sesler..!

Sesleri dinlersin, fısıltıları, adımlarıi bağırışları, dış dünyanın çağırılarını... Seni çoktan bütün resimlerinden silmiş dış dünyanın uğultusunu. Taşların cömertçe ilettiği, gerçek mi, hayal mi, anı mı olduğunu kestiremediğin seslerle yankılarını....
....

İçindeki sen'lerden hangisini cepheye sürüp hangisini geri çekeceğine karar verirsin. İçinizden biri mutlaka ölesiye korkacaktır. Gözden çıkarabileceklerini, çıkaramayacaklarını tartar, kapataibleceğin hesapları kapatırsın.
.....

Hazır mısın? der. Dünyayla yaşıt, sert, suskun, delik deşik taşa?
Yeniden doğabilmek için bir aynayla ve bir yürekle beraber toprağa gömülmen gerekir....


aslı erdoğan

Bilmece!

İnsan: en eski bilmece, konuşan madde...

aslı erdoğan

03 Ağustos, 2009

Yolun Nersindeyim?

İlk kelimeleri yazmak zor, çok zor. Ama zorlardan korkmamayı öğrenmem lazım...

Ben küçükken hep kabuslar görürdüm, çığlıkla uyanırdım uykulardan. Öyle çok korkar öyle büyük çığlıklar atardım ki bütün apartman uyanırdı gece vakitleri... "korkmaktan korkma" derdi babam. Sakileştirirdi beni. Sonraları korkmamayı öğrendim gördüğüm kabuslardan.. Kabusların da bir rüya olduğu gerçeğini öğrendim, kabus görünce uyanıp akvaryum ışığında oyunlar oynamayı öğrettim kendime.

En baştan başlamak daha zor oldu, ilk günlerin heyecanını anımdamak, umutlarımı...
Kendime "inanıyorum" derken dürüst değilmişim yada inancımı boşa çıkarmışım.

Elimi kolumu nasıl bağalsım kendi kendime hayret ediyorum, nasıl susturdum dilimi...

Yara bere içinde bedenim, tüm kaslarım ağrıyor tek tek... Umursamıyorum...
Yara bere içinde ruhum, kabuk tutmaya çalışan yaralarım canımı acıtıyor...

Çok zordu. Ceplerim yine dolu dolu ama ağır... Ceplerimde yüreğimde ağır... Koşamıyorum yürüyemiyorum.

Her zaman koşmak zamanı değil belki, her yolda yürünmez her zaman.
Benim için durmak vakti. Dururken vazgeçmemeyi becerebilmeliyim şimdi...

"Sağ çıkarmısın bilmem ama çıkarsan çok sağlam çıkarsın" demişti ya güvenip sevdiğim biri, ne sağ çıktım ne sağlam.

Özür diliyorum içimden sürekli... Kendimden, bana güvenenlerden, ekibimden, yola devam etmek istediklerimden...

En çokta söylemek isteyipte beceremediklerim için... Göz yaşlarının baa güç veren göz yaşalrı olmayışlarından, boğazımda kalan her düğümün başka bir değeri benden alıp uzaklaştırmasından... Benim için o kadar çok değerli o güzel insanlarla içimde sıkıştırıp sakladığım anlamları paylaşmamaktan... pek çok şeyden pişmanlık duyuyorum şimdi...
Özür diliyorum tüm pişmanlıklarımdan, tüm sebeplerimden...

Kendime sorularımı bulmam lazım, cevaplarımı dürüstçe vermem.
Durup düşünürken düşmemem lazım, durunca vazgeçmemem.

Sonra, sonra devam etmem lazım.

Yeni fırsatlar için kayan yıldızlardan dilekler dilemem belki...

Denizler durulunca, ışıklar kapanınca, unutup yıktığım günleri, yeniden girerim rüyalara...

18 Temmuz, 2009

İshakçılardayız..!

Kültür avcıları bu sabah güne erken başlar:)


İstikamet İshakçılar Köyü...


Gelişmeler 20 gün sonra...

16 Temmuz, 2009

Kocaeli'deyim. Kocaelin'deyiz.

Anlamaya çalışıyorum, bakıp görmeye, işitip duymaya.

Hayal etmeye çalşıyorum, nasıl olur? a cevaplar bulmaya.

Evet, birazcık korkuyorum, bunun çok sebepleri var, çok çeşitleri.Ama çok da umutluyum, bu ekiple başaramazsam kimlerle başarırım ki?

Dün dediki" sağ çıkarmısın bilmem, ama eğer çıkarsan çok sağlam çıkacaksın"

Göreceğiz, çabalayacağım.

Tüm bunları düşünürken, Çın Çın yazdı iki cümle; Seni hep çok sevdim, bunu asla unutma.
İçim çız etti, buz gibi soğdum önce telaşla telefonumuardım, bulamadım... Konuşmayalım dedi lütefen bu gece, peki dedim..

Peki, ne zaman? Çok geç olmadan olsu lütfen, çok geçmiş olmadan...

12 Temmuz, 2009

Gemi...!

Sulara atar gibiyim kendimi... Ve küçücük...

Deliyim...

09 Temmuz, 2009

Dün öğleden sonra, Konya Büyükşehir Belediyesinde geçirdiğim en gergin öğleden sonra idi.

Benim staj bitmezmiş mişte miş miş...

Sonra kaşla göz arası internete girdim, mail kutumu açtım, Çarşamba haberi gelmiş.

Ağustos ayına serpilmiş ufak tefek planlar için özür mailleri göndermeliyim, söz küçüğün kampı için en önce!

Huzur gibi bi his.. ama bi yanı heycan biraz...

07 Temmuz, 2009

Biraz

Aslında biraz, kararsızım bu aralar. Hiç bir şeye sımsıkı sarılmadığım zamanlar.

Aslında biraz, korkuyorum, sımsıkı sarılmaktan birşeylere.

Aslında vazgeçtim ben, geçmişten yarına refans vermekten. Yarın, yarın olsun istiyorum.

Aslında en çok ta, yarın olsun istiyorum, hep yarınlar olsun.

Aslında biraz sıkıldım da. Hep aynı dinlencelerle dinlenmekten, aynı özenleri aynı eylemlerle sergilemekten.

Yeni şeyler istiyorum, çok tanıdığım çok bildik olsunlar.
Yakınlığı, gerçekliği yepyeni olsun, sevgisi yeni olsun değeri yeni.

Hep sever olduklarıma, hep değerli olanlara başka türlü ifade edeyim istiyorum değerleri, başka türlü yaşayayım.
Yıllardır biriktirdiğim işleri yapayım, "2006'dan bu yana" projesiyle başlayayım mesela.
Yıl yıl almanaglarım olsun hayatımdan, defter defter notlar olsun olan bitenlerden, gidilen yerlerden, kendi yaptığım defterlere yazılan.
Yazıpta yollamadığım mektupları zarf zarf ayırayım, ve mutlaka sahibine vereyim, hele de son olacaklar için...
Alıpta vermediğim hediyeleri, içimden geçipte söylemediğim notlarla birlikte kutulara koyup sahiplerine ulaştırayım, güneşli sabahlarda.

Aslında bugünlerde, keyifle uyanıyorum sabahlarda. Heycanla yürüyorum sokakları.
Bir tek bu sabah endişeyle meraklandım.

06 Temmuz, 2009

Yeni Heyecan! :)







Dün öğleden sonra internete girmeye Pablo'ya gittim, bilgisayarım bana küstü sanırım ki bu aralar istediğim hiç bir şeyi yapamdığı gibi internete de girmiyor, giremedim. İnternete girmekteki tek amacım olan formu da yollayamadım dolayısıyla.


Kadere yükleyip tüm suçu yola devam ettim, kuzen ve tayfasını Meram'a börek yedirmeye götürecektim ya.. Hımm bide istastona yürürken ve dolmuş( minübüslerin adı Konya'da dolmuş:)) beklerken gelen Deniz var... Sonra telefonum çaldı benim, tanımadığım bir numara ama tanıdığım bir ses. Ve o değerli teklif geldi. Şaşkın, sakin dinledim. Bir an korktum, altından kalkabilirmiyim acaba? diye. Sonra dedim ki kendime, sen bunu çok istemiştin, ve denemeden bilemezsin.

Ve şimdi yeni heyecan, Kültür Avcıları.


Öğrenme hedeflerimi yeniliyorum, ne mutlu bana ki kendime tekrar tekrar sormama ve cevaplar aramaya yeni alanlarda olabiliyorum. Çok güzel ve akıllı bir heyecan var içimde, hızlıca hayatımı planlamaya girişti:) Yazın gevşeh rehaveti ve daha temmuz sonuna, ağustosa çok var gevşekliklerini silip atıverdi.

Nereleri gezsek? planlarını erteledik şimdilik, bir haber de çarşamba günü gelecek. O ise bambaşka bir heyecan ve biraz da tedirginim. Bu sefer de olmazsa bir daha dener miyim?

Hım... Hülya 26 eylülde gelin oluyor imiş... Özge'ye sordum, tarihler çakışmıyor, mutlu oldum:)

03 Temmuz, 2009

1temmuz09

# …. İç içe geçmiş milyonlarca özlem, korku, kimsesizlik, çaresizlik; dalga dalga genişleyen tarifi imkansız, dağılıp gitmez, silinmez, amansız bir mutsuzluk, susuzluk, kırgınlık, yıkkınlık içinde ben, boğula boğula, yenile yenile, çürüye çürüye, ezile ezile artık hiç da rengarenk olmayan, çın çın gülüşlerle yankılanıp yankılanıp durmayan, tersine her geçen gün biraz daha, biraz daha bozaran, kuruyan, boşluğun o çalkantılı sürüklenişlerine ağır ağır, ağır ağır gömülen bir ömrün, kırıldı kırılacak, dağıldı dağılacak bir ömrün kıskacında beklemekte, beklemekte, ahh ufalanmakta, kaybolmaktayım. Kaybolmaktayım. … #

Güneşim, yıldızım benim, nerelerdesin? Nerelerdesin, Denizden çıkıp gelen Güneş’im?

# Anılara tutunmak;

Dalından düştü düşecek yaralı bir yaprak gibiydim, kirlenmiş gülüşler karnavalında.
Dışarıdakiler umurumda değil sevgilim. Onlar, artık büsbütün ustalaştıkları bir oyunun, her defasında diz çökmelerle, ezilmelerle, kırılmalarla sonuçlanan bir oyunun şuraya buraya saçılmış taşlarını toplamanın telaşındalar. Toplayım, üst üste yığıp, kendilerine bir tepe, bir dağ yaratmanın derdindeler. Ulaşabilecekleri tek doruk, o belli belirsiz varlıklarına, üflesen dağılacak denli güçsüz geçmişlerine, bugünlerine sundukları bu doruk olacak eninde sonunda. Başka çıkar yolları kalmadı çünkü. Başka kaçış yolları kalmadı.
Benden usanmışlardı sanki,.benden kopmuşlardı. Küsmüşlerdi beklide. Hep yabancıydım onların arasında. Hep suskun, kapalı, bekleyen, bekletilen. İyi ama ne yapmıştım onlara? Bir günden bir güne kalplerini mi kırmıştım, ellerindeki avuçlarındaki mallarına göz mü koymuştum, hayatlarına mı kastetmiştim? Kimin tavuğuna ‘kışt’ dediğim vardı ki? Aynı dili konuşuyordum onlarla. Aynı havayı soluyordum. Hep yılgın. Hep mutsuz. Oysa, dedim ya onların arasındaydım. Yolları paylaşıyorduk. Parkları paylaşıyorduk. Sinemaları, kafeleri paylaşıyorduk. Yürüyüşümün hiçbir farkı yoktu onlardan.
Daralan çember, kanayan yürek.
Sahibini bulamamış mektuplar. Mektubunu bulamamış sahipler. Büyüsünü yitirmiş uzaklar. Sonsuz bir karanlık. Sonsuz bir yalnızlık. Dipsiz bir kuyu. Yukarılarda, çok yukarılarda, delicesine kanat çırpan, masmavi gökyüzünü bir uçtan bir uca benzersiz renklere, bulunmaz kokulara bulayan, sevinçli, çoşkulu binlerce, on binlerce her renkten yolcularıyla boşluğu yararcasına süzülüp gelen uçaklar. Arkalarında köpükten bir çizgi. Uzun. Upuzun.
Bir karış, yalnızca benim için.
Devrilen dağlar altındaydım. Çığlarla sürüklenendim. Kalabalıktım. Hem tek başınaydım. Bir elim, hep diğer elimdeydi. …
Paramparçaydım.
Bütünlenemezdim, çok denemiştim. Olmuyordu. Başaramıyordum. Toz dumandım.
Oysa güneş güzeldi. Nefes almak güzeldi. Düşler her şeyden güzeldi. Düşerli hatırlamak güzeldi.
Oturuşumun kalkışımım, saçlarımı tarayışımın, aynalara bakışımın, kalem tutuşumun, giyimimin kuşamımın, sigara yakışımın, öfkelenişimin hiçbir…hiçbir farkı yoktu.
Düşler iğrençti. Düşleri hatırlamak iğrençti.
Özlemek, acı veriyordu. Aşk, hiç yaşanmayandı zaten. Kandırıyordun gönlünü işte. Şarkılar mide bulandırıyordu. Yürümek kötüydü. Yağmurlar, nicedir çamur.
Her sözcük, bir taş, belki de
yükseldikçe yükseliyor duvarlar, gövden boyunca.

Takvimlerle ilgilenmek;
Öylece duruyordu. Solgun duvarlar ortasında. Küçücük bir ışığa ölesiye hasret, tozdan topraktan önü ardı silindikçe silinmiş. Puslu. Küflenmiş. Yıkıldı yıkılacak. Yerinden söküldü sökülecek bir takvim. Korkunç bir hızla, korkunç bir gürültüyle birbiri üstüne devrilen günlerin, haftaların suskunluğu, soğukluğu yayılmış her bir yanına.

Yok;
Artık ne sen ne de dışarıdakiler.
Umurumda değilsiniz sevgilim. Hiç kimse umurumda değil.
Belki de biliyorsun, ama yine de söyleyeyim, bunu ben istemedim. Belki bu sonsuz karanlıkta, bu sonsuz yalnızlıkta milyonlarcayız. Dışarıda sandıklarımın hepsi, abartmıyorum hepsi, ola ki, burada, benimle erimekteler, benimle silinmekteler.
Sen de buralardasın sanki. #

Bir yerlerden sesini duyar gibi oluyorum?
21Haziran09

Ben kötü çocuk olmak istemiyorum, kötü torun da. Ama tu kaka diyorlar bana. Tek derdim kendim olabilmek, içimden gelerek sevebilmek oysa…

Gidenler de var...

Dün, 13 yıllık çocukluk arkadaşım gitti hayatımdan, köprülerden bahsetti, gelmek için köprülere ihtiyacı varmış, samimiyetsizlikten ve maskelerden bıkmış.
Garip, hiç şaşırmadım, üzülemedim bile. Hatta beni hiç tanımamış olmasına da şaşırmadım, ben seni gözlerinden analrım diye inat edişine de.

Bir kez daha deneyimledim, adıma karar verilmişliklere katlanamıyorum, 'ama sen böyle hissediyordun, böyle düşnüyordun' deyişlere... Ne hissediyorsun? Ne düşünyorsun?' u bir kez olsun sormanın bu kadar zor gelmelerinden... Herkesin herşeyi hep kendi duyup gördüğü gibi bilir olmasından...

Ve şimdi esas içimi acıtan, gün gün, aylardır içmi acıtan başka biri var. Çın Çın'ım... Gitmesini hiç istemesem de onun ne düşündüğünü bilemediğim için kafam akrışan, çoğu zaman vazgeçip karamsarlaştığım adam...

Sordum, cevap bekliyorum... Gitmesin istiyorum...

02 Temmuz, 2009

yine şimdi,

yine şimdi, bir özlem tuttu ki içimde....
çok öledim O'nu. Çok özlüyorum o'nu böyle zaman zaman birden bire...

Güzel kadın, ne olur bu yaz o kalabalık ve bağuculuğu yazla artan kentten beni görmeden gitme...

Ah be Çiçek Hanım, bunca sevdirmek zorundamıydın kendini?

Düşünüyorum zaman zaman, bencilce olabilir mi bu sevgi diye? Boğucu gelirmi ki diye?
Ama olmasın, öyle bi sevmek değil ki benimkisi, bulutlardan bile özgür olsun istiyorum sevgim.
Sihirli bir gücüm olsa, sevgim, sevdiğim ruhları özgür kılsın isterdim.

İşte böyle Çiçek Hanım, Çiçek Hanım oldun bugün, içimden öyle geldi, öyle yazdı parmaklarım.

Şimdi,..

Şimdi ufak bir kaöamak yapıyorum, sevgili Konya Büyükşehir Belediyesi'nin bilgisayarlarının birinin başında.
Blogumu çok özledim, gece vakitleri canım çektiğince girip dolu dolu yazmak istiyorum.
bir de ahh diyorum şimdi, düngece masaüstüne yazıp kaydettiklerim, defterlerin arasında birikenler olsaydı keşke yanımda...

adı anılacak ne çok insan, dönüp tekrar bakılacak ne çok şey oldu oysa...

hımm birde kaçamk planlarım var, güneye doğru... beş gün, oralarda olması muhtemel arkadaşlarıda arayacağım, ama kimseye haber vermeden kendimle başbaşa çıkacağım yola, kendim bulacağım Hatay neresiymiş, antakya nere...

22 Haziran, 2009

Çok Kadındık...

Gittim, gitmek'e başaldığım yere, İstanbula'a geri geldim bi haftasonunda, bir gün geirdim, gecesi yollarda.

Tekrar gittim, Kaş'a bu sefer... Çok özlediğim farkettim akdeniz coğrafyasını, iklimini, bitki örtüsünü, yabancılaştığımı, unuttuğumu farkettim, eskiden orman dediğim dağların, kuru-bodur makilikler olduğunu idrak ettim. Yabani zeytinlik ormanlarını gördükçe hayrete düştüm, kaya yüzeyli dağlardaki azimlerine hayretle...

Nemli bir öğle vakti, Kadın Hareketi nedir acaba? yolcuuğumdaki ilk arkadaşım Müge'yle birlikte Kaş'taydım. Sonra Villa Dündarda, 'bizim ev' olan, sevimli malikanemizde idim.

Yeni insanlarla tanıştım, tanışık olanlarda karşılaştım. Bikez, bi kez daha baktım her birine.
Likya Yolunda yürüdüm, gidişi dağ tepe yanlış yollardan dolaşarak, güven ve birlikteliği yaşatan, dönüşü asıl yoldan olsan bir yürüyüştü. Hande'yi çok özledim. Likya Yolunda attığım her adımda Handeyi delicesine özledim, ah dedim burda olsa ne çok mutlu olurdu, heycandan nefes alışı değişir, sırtından ter akar, gözleri kocaman parlardı... Söz dedim, sadece Kaş ayağını değil, başından sonuna Handeyle bu yolu yürüyeceğim... Likya yolu macerasını Başarılarım listesine kelmeye karar verdim, Outdoor koçlarımız görse şimdi beni, ağlarlardı heralde diye de düşün meden edemedim:D

Güneşten hemen sonra uyanıp, beyaz örtülü minderlerde güneşe karşı uyumaya devam ettim, güneş iddalaştı beinmle, pes ettim.

Balıklama atlama konusunda hala başarılı olamasamda göbekleme, bodoslama ve cuplama atlama da ilerledim, en azından havuzun kenarında düşünmeksizin atabiliyrum kendimi suya.

Ece'yi gördüm, Hiç aklıma gelmezken hemde. Ece'yle sohbet dolu bir gece geçirdim, çok özleidğimi farkettim, ne kadar güçlü olduğunu, güçlü hissetmeye ne kadar rehber olduğunu bir kez daha. Ve ne kadar özel olduğunu, içimde Ece'ye kurduğum tüm cümleleri doğruladı bir kez daha.

Kaş sokaklarında dolaştık gece vakti, kadın kadına. Delicesine dans ettim, parmak arası terliklerimin yaramazlığına aldırış etmeksizin.

Kafam karıştı yine, hemde çok. Duygularım karıştı. Yine tam vaşarılı değildim, içimdeki kriz durumlarını yönetmede. Ama başarısızda değildim, olduğu gibi anlattım ,ne olup bittiyse. Kelimesi olmayanlar var hala biliyorum, onları söyleyemedim elbette, hala onları dinleyip duymaya çalışıyorum.

Ağlamadım, ne atölyler gününde, ne de veda anlarında. Kaş'tan Ankara'ya geldim, ordan da Konya'ya.

Dün pilava gittim, sonra bahçeye. Dut topladım merdiven tepesinde. Amineyi salladım salıncakta, sonra o beni salladı. Babaannemdeyim, ama yanlız. Babaannemin beni evde yanlız bırakıp gidebileceği kadar güven vermişim, bu bi ilk sayılaiblir bizim sülalede. Babaannemin evinde yanlız kalma eylemini gerçekleştiren ilk çevik kızı benim galiba. Bunuda eklemeliyim başarılarıma.

Hüya yeniden evlilik müessesesi yolunda. Hayırlısı, iyi haberleri ve tarihleri bekliyoruz şimdilik.

Bir kez daha Tog Ofis Eğitim departmanına staj başvurusu yapmaya karar verdim. Bu gece motivasyon mektubumu yazacağım. Ço heycanlıyım.. İNsan hakalrı temalı eğitimler ve anahtarlarla ilgili staj yapmak isteyenleri ayırmışlar, insan hakları için olana başvuracağım...Olsun istiyorum, geçen seferkinden daha çok daha akıllıca.

10 Haziran, 2009

gittim

Ben gittim...

Gittiğim yerden notlar düşeceğim, fırsat ve internet olursa.

3 tane örgü örmeye niyetlendim, İrsen'e, Büşra'ya ve Amine'ye.

İğne oyası yapamyı öğreniyorum..

Pasta da yapıcam, hatta patlıcan beğendili kebapta.

06 Haziran, 2009

zaman

Ben hiç bişey yapmasam bu gece ve zaman yarın gece olsa.
Ben otobüse binmiş yola düşmüş olsam, veda kısmını atlamış olsak. Geri dönüşü de hiç düşünmesem mesela...
Herşeyim tamam olsa yanımda, elbiselerim, terliklerim, küpelerim, güneş kremim bile.
Hatta hangi defteri alacağıma çoktan karar vermiş, bilgisayardaki dosyaları ve cdleri temizleyip azaltmış olsam.
Hangi kitabı okuyacağıma karar vermiş vede...
Aklıma takılan, yüreğimi acıtan hiç bişey olmasa geride...

Gitsem öyle... Gitsem.. gitsem... gitsem...

03 Haziran, 2009

Üçüncü Damla

Yine üçüncü damlalardayız, kan kırmızı göz yaşı olanlardan...

Tüketilecek tükenmemişin kalmadı artık demiştim, inanmadılar.

Halbuki, doğru söylemiştim...

28 Mayıs, 2009

Dün..

Son finalme girdim, en korktuğuma. En güzel geçeni de o oldu aynı zamanda :)

Taksime yürüdüm, 6 kutu dondurma aldım, Şanlıurfa Çatom çadırına gittim. Dilek abla, Neslihan abla, Muhammet vardı. Mavi zeminde beyaz çiçekli bir çember beğendim, kocaman. Bunu alıyorum dedim alamassın dediler, biz sana onu hediye ederiz:) Neslihan abla bana o çemberi hediye edince Dilek abla kıskandı, o da eflatunlu bir poşi hediye etti.:)

Eski mahalleye gittim, otoparkın köşesinde yatan köpekcik yoktu, umuyorumki güneşten kaçmıştır sadece. Yufkacı amcaya gittim, kucak dolusu sohbettik yine, biriken faturaları ve yufka aldım, beşiktaşa gittim, sadece boş boş vakit geçirmek, Melikeyi beklemek için. İçimdeki pıtırcıklı heycanla bi kafeye oturdum, bu kat kapalı aşşağı alsak sizi dediler, Mert' i gördüm:)




Alkım'ın önündn 3 kere geçtim, kendimi üç kere caydırabildim. 4.de dayanamadım, kitap almak için bahaneler buldum kendime, ödül dedim. Bir eğitim öğretim dönemini kazasız belasız ve başında koyduğun hedefleri sağlayarak bitirdin. Hem %25 indirim de varmış. İndirim bahanesiyle bir değil iki kitap aldım, iki tane Aslı Erdoğan. Ne çok özlemişim...


Güzel bi salata yedim melikeyle sohbet ederken...

Beşiktaştan KAbataş'a yürüdük Melikeyle, KAdıköy vapuruna bindim. Yeni vapurlar çok güzelmiş. Deniz muhteşemdi, kıpır kıpır, masmavi, bembeyaz.... Güneş muhteşemdi, Galata kulesinin ardında göz kırpa kırpa gitmeye hazırlanırken; sapsarı, turuncu mu turuncu, sıpsıcak, yakın mı yakın, uzak mı uzak...



Kadıköy' e yaklaştıkça Özge doldu içim, Kadıköye en son Özge'yle gitmiştim, vapura en son o gün binmiştim. Özge'yi çok özledim dedim, yanımdaki kadın dönüp bana baktı, gülmsedim.

Şimdi,


Özlem, Özlem ve Başak'ı dinlyorum açık radyoda.

Mor Düşün! diyorlar...

27 Mayıs, 2009

Ben geceleri,



Ben geceleri süt içerim, sıcak.

Nescafe, kakao ve tarçın eklerim içine, Kakao, Tarçın ve Kahve sabah geç olsun diye dua ettiğim gecelerde bana arkadaş olsun diye.

öğrenci olmak

Bizim evde öğrenci olmak, kolaydır.
Olabileceğiniz tüm diğer her şeyden daha kolay.

16 Mayıs, 2009

Çıldırmanın eşiğinde durur gibi hissettim az önce kendimi, yaklaşık beş saniye önceydi. İki damla düştü, ikisi birden aynı hızla, aynı anda ayrı iki gözden. Düşmeselerdi, çıldırabilirdim, düştüler iyiki, yaşadığımı anladım.

İçimdekileri olduğu gibi yazacak akdar cesaretim var mı şu an? Şimdi konuşamassam kendimle, biliyorum, ebediyete kadar susarım.

Ben anlatırken tepki vermeden dinleyen ama dinlediğinden emin, dinlediklerini duyabildiğimden emin olabildiğim için belki, içime aynı tutar gibi yanında konuştukça içimde sıkıştığım, sıkıştıkça göremediklerimi görüp gördükçe anlattığım insanlardan birinin yanında olmak istedim şuan. Her yer olabilir, bu evden başka... Ne uzaklar şimdi, ne kadar da azlar..

Neye ağlıyorum?

Aile içi çatışmalardan yorgun düşmelerime mi?

Güneşten çıkıp gelen güneşin artık benim günümü aydınlatmadığına, bendeki aydınlığının bindebirini yarattığı bi yüreğe hayranlığına mı?

Yıllarca içimde ki Seda'nın biriktirdiği gerçeğe çok yakın, ama gerçekleri başka olan hayallerin gerçekleşmeyip, durdukları yerde çürüdüklerine mi?

Kırıklarıma ağlıyorum galiba. Kırık hissediyorum kendimi, kırık yumurta kabukları gibi...
kırılmış, içi alınmış, ezilip çöpe atılmış kabuklar gibi...
Kullanılmış hissediyorum, kendimi kullandırtmış - çünkü hayallerin bana geleceğinden yana umudum varmış -

Artık, çocuğum olsun istemiyorum, kızda olsa erkekte olsa adını Umut koymayıda...
Ben artık, içimi yakan o ıslak güneşin bu kentte olduğunu hatırladıkça üşüyorum...
Hayal diyip belettiğim adımları atamayışlarıma sebeplerin en sevdiğim dediğim olduğunu anımsadıkça, küsüyorum sevmelerime, korkuyorum ailem gibi sevmekten birini...

Terkedebilsem bu şehri....
Olmadı İstanbul, tutturamadık biz senle oyunu...

01 Mayıs, 2009

son gece- ilk gün

Taşındık biz.

Dünden bir önceki gece son geceydi artık eski olan evde, ve sabahı da ilk sabahtı yeni evde.

Garip bi taşınmaydı, hangisine göre ama?

Bahçeye taşınmak çok heyecalı, çok zevkliydi. Bahçeye taşınmak için geride bıraktığımız biyer yoktu, birileri yoktu. Sadece eski eşyaları bahçeye götürüyorduk, hatta gerektikçe yavaş yavaş... Bir de daha önce hiç tanık olmadığım materyallerle karşılaşıyordum; el arabası, kazma, kürek, çapa, tırmık, hotrum, çim biçme makinası, ilaçlama pompası... Yeni canlılarla tanışıyordum; çiçek fidesi, solucan, meyve ağacı fidanları, asma çelikleri, kaplumbağalar, arılar, sinekler, örümcekler, çeşit çeşit kuşlar...

Sültem'e taşınma yıllardır beklenendi. Yeni olandı, heyecandı. Bana ait koca ve ilk oda demekti. 'Site' de oturmak demekti, kaloriferli ev, bisiklete binilebilinecek sokaklar, sokak arkadaşları, yeni ve daha güzel bir mahalle, yeni eşyalar hatta sonrasında hayatımı değiştiren okul... Ama sadece bu kadar ve tek yönlü değildi, tüm bunların bedeli, Babaanne'den ilk ayrılış demekti, her nekadar bir minibüle 15 dk mesafede olsada 24 saatlik Babaanne erişiliebilirliğini yitirmek demekti ve bu yüzden zordu, tahmin ettiğimden daha da zor olmuştu sonrası.

İstanbul'a geliş bi taşınma mı yoksa bir kaçışmıydı emin değilim hala. Bir anda bütün ailenin yaşantısını değiştirecek bir karar, herşeyden vaz geçiş, bilinmeyene gidiş demekti. Babaanne'nin 15 dk değil, 15 saat uzakta oluşu demekti, ve arkadaşların, yıllarını beraber geçirmeyi planladığın dostların, sahibi olduğumuzu sandığımız mahalle mekanlarının, sokak arkadaşlarının, bisiklet sefalarının, bahçenin, akrabaların, anıların ve aşkların onlarca km uzak kalışı demekti, bırakıp gitmek demekti. son gecesinde ve sonraki aylar boyunca gecelerce ağlamaktan uyuyamadığım bir gidişti. hem üzgüntü, hem kırgınlık, hem hüzün, hem nefret ve öfke, hem acı doluydu. Gerçekten, çok içimden bi yerden canım acıyordu bilmediğim ve görmediğim henüz ortada bile olmayan bi eve gitmek için eşya toplarken...

Beşiktaş'tan Çeliktepe'ye taşınma ferahlatıcıydı. Biraz heyecanlıydı da aslında, mutlu edici bi yanı vardı. Beşiktaş'ta ki tüm duvarları küfle kaplanan, ne kadar temizlzersen temizle asla temiz olduğunu hissedemediğin bir banyosu olan, iki kişinin sığamayacağı kadar küçük bir mutfağı olan evden ferah, aydın, düzgün ve temiz bir eve gidiyo olmak gerçekten çok güzeldi. Üstelik sokakları adam akıllı sokaktı, merdiven değildi. Çok yakın yerlerde o zamanlar çok yakın olduğum ve bir süre sonra çok yakın oalcağımı hiç bilmediğim arkadaşlar vardı, kıpırtılı bi heyecan vardı. eşyalarımı bir an önce gitmek içn büyük bir neşeyle topladığım bir taşınmaydı, ve ayrılırken eski ev ve mahalleden geride hiç bir şeyi ve hiç kimseyi bırakmadığım...

Bu sefer, kiradan kurtulup bizim eve gidiyo olmak güzeldi, gökdelenlerden kutulup en fazla 5 katlı apartmanların olduğu bir semte gidiyor olmakta. Kıta değiştirirken, hiç bişey hissetmesim aslında. sabah en son kolinin ağzını kapatıp, sırtıma okul cantamı elime muhtarlığa bırakacağım fazla kitap poşetlerini alıp öylece çıktım, okula gider gibi. okula gittim, ve okul dönüşü yeni eve geldim. Hepsi bu..

Dün gece de ilk kez uyudum bu evde.

Zamanla daha az his tutar oldum galiba.

27 Nisan, 2009

İstanbul'un midesi bulanıyor..


İstanbul'un kafası karışık. Karışıklık midesini bulandırmış kusuyor bu sabah. Sabahın kör saatlerinden beri, 5 ten beri kusuyor.
Sabah 7 kahvaltısında haberlerde dediler ki ' Bostancı Gösteri Merkezi 'nin önünde çıkan bi çatışma hala sürüyor.'
Sonra dediler ki saat 9 gibi ; ' Bostancı Gösteri Merkezi'nin yanındaki apartmanda çıkan çatışma halen devam ediyor, birinin durumu ağır altı polis yaralandı.'
Durumu ağır olan polis için, 23 nisanda dövülen çocuğun durumu da ağırdı, dedim içimden. Sonra dur! dedim içimde ki sese, O'nu döven polis başka bir insandı bu başka, Polis değil, insan dı dedim onu döven de bu gün metropolün orta yerinde terör kurşunu yiyende.
Dün geldi aklıma, çabalayıp durduğumuz kimi zaman çabamızda samimi olup kimi zaman da napıyoruz ya? diye sorduğumuz eğitimlerden benim için -şimdilik- sonuncusuna gitti aklım. Kendini de çocuk kabul eden ve ' çocuğu dövmesinden kendisi mi yoksa polis teşkilatı mı sorumlu olacak' diye soran arkadaşımı hatırladım. Beni durduran da bu oldu belki. Bak dedim bunu öğrenmişim dün.
Biraz önce bir kez daha dinledim haberleri, bu sefer Vali Güler Diyor ki; bu gün 60 dan fazla noktaya planlı olarak baskın yapıldı, hücre evlerine. 10 kişiden fazla göz altı var.
Anladık ki çat diye birden bire çıkmamaış çatışma.
Şimdi saat 10:30. Çatışma halen devam ediyor, binadaki diğer evlerdeki insanların can güvenliği tehlikede olabileceği için yeni yeni isanların uzaklaştırılması yoluna gidiliyor. Basın mensuplarından yaralananlar var. bombalar ötürü yangınlar çıkıyo yakın çevrede. Müdehale etmesi gereken itfaiye ekiplerinin can güvenliği durumu nedir onu bilmiyorum.
Vali Güler Bey amca, ergenekonla alakası yok diyor hücre evi baskınlarının. Bu arada bir son dakika haberi daha geliyor; kağıthanede bilmem kaç katlı bina çöktü.
Birde, yağmur yaıyor bugün.
İstanbulun kafası karışık anlaşılan. Bir de midesi bulanıyor ve kusuyor bu gün. Çok kusuyor...
Nane - limon kaynatsak?
İstanbul hasta olduğu günlerde beni daha da çok yoruyor....

19 Nisan, 2009



Bahar geldi. Kararını verdi artık, geldi bu sefer.


Çok şey oluyor bu aralar, şunu yazmalıyım diye uyuyup, uyanınca yazmadığım.


Güzel şeyler oluyor, güzel haberler alıyorum. Güzel insanlarla görüşüyorum, güzel işlere tanık oluyorum/ortak oluyorum.


Güzel rüyalar görüyorum kimi zaman...
İki damla güzellik düşse yüreğime, üçüncüsü yaş oluyor.
Sakin hüzünleri özleten bir hırçın yıpranış damlası düşen... Düşen kırılıp döküldüklerim...
Kırılır olmaya şaşırmıyor artık yüreğim. İçimde tüm kalmaya dair bir çaba bile yok artık...
Kaçıncı kırılış? saymadım gerçekten. Sayısıyla bellersem, affetmesi zor olur diye, unutup geçmesi zor olur diye saymadım hiç bu güne denk. Hep bu son dedim, daha fazlası olamaz diyerek, umarak yada. Ama içten içe bildim ki hep olacak daha sı da!
Her özleyişli güzel baharın ardında dedim ki, artık değiştik. Değiştik Artık! Biz artık büyüdük dedim, duvarlarımız can yakamyacak kadar yumuşadı. İçimde sessizce bilen o sese hiç kulak asmadım, hiç bir değişim bukadar kolay olamaz derken, hiç kolay olmadı ki dedim içimden. Hiç kolay olmadı ki...
Hiç kolay olmadı, değdiyse de değmediyse de... yıpranmaya mecalim, tüketilecek tükenmemişim kalmadı artık benim. Kalmadı diyorum ya, yine budanacak filizlerim olacak.
Ülser gibi , bahrla depreşiyor hayattaki yaralar. Her bahar bi şeyler esiyor üstüme üstüme. Canımı yakıyor, canımı acıtıyor.
Güzellikleri yazamadan daha, üçüncü damla düşüyor.
Ya susmak, ya ağırmak istiyorum. Arada konuşmayı başarsam, başarsam da susardım her halde. Yada bağırırdım.




19 Mart, 2009

Neden böyle?

Çok tuhaf bi gün olduğunu düşündüm bugünün.. Sonra birsürü şey daha düşündüm...

Bugün hayatıma değip geçenleri düşündüm. Sonra yıllar önce hayatıma değip hala izi geçmeyeni...

Şaştım zamana. Bu kadar değişkenlik olaiblir mi diye? Bi kaç ay öncesinde hayalini bile kuramayacağım şeylerin hiç bişeye dokunmadan günün içinden gelip geçişlerini...

Tuhaf bi his içimde, biraz acımsı... Can acısı demiyorum artık, can acısı başka bişeymiş onu da öğrendim...

Ağlamak istiyorum şimdi, iyiye, güzele, geçmişe, geçip gidenlere, kalanlara ve bugüne... Ağlamak rahatlatır biliyorum, çözülür boğazımdaki düğümler...

İyide bu niye bu his?
birazcık housing dersi, sonra istinye-beşiktaş-üsküdar-kabataş Galiple küçük bir oyun cevahir sahnesinde,sınıf arkadaşlarımla. Sonra Cem metroda, necibe... Melih'in fotoları...

Zaman nasıl değiştiriyor herşeyi, hiç söylemeden farkettirmeden...
Saydımda, 6 yıl geçmiş ardan. başka bir noktadan ele alırsak 9 da olabilir. 6 senenin kaçında vardı? şimdi?

Cevapları çok zor sorular var içimde. Öyle ince görünmez iplerle örülmüş bir kurgu varki şu kelimelerde, ben çözemiyorum. Buyrun bu sizin hesabınız diye önüme konan hesabı ödeyemiyorum.

01 Mart, 2009

Biliyorum Aslında...

Ben bu sancıların ne sancıları olduğunu biliyorum aslında. Bilmediğim, nasıl dillendireceğim.

Birden çok oyuncunun herbiri kendi içinden birden fazla değişkene bağlı sebeplerle çıktığı sahnede oyunun alt metin okumalarını yapmak güç gerçekten, en azından duygudan düşünceye geçişte benim kadar ezilip büzülen, kırılıp saçılan ve genellikle yorularak yoğrulan, basiti zorlaştırarak öğrenebilen biri için zor.

Şimdi saymaya başlasam, desem ki bağırıyorum çünkü; 'lere önce öfekn çıkagelir sebep diye sonra öfkeye sebep tavırlar.

Biraz dıştan esen rüzgarlara hırçınlığım, beklenti içerisindeymişim meğer farkında olmadan, gerçeğe durup bakmadan başka bir gerçekliğe inandırmışım kendimi de öyle olmadığını kapı örtüşlerinde gördükçe...

Yok, olmadı. Ne kadar doğruysa bir üst paragrafta yazdıklarım, bir o kadar da yalan.
Herşey benden sebep değil, benden sebep olmadığı kadar da başkaları var işin içinde. Kendi rollerimi, oyunlarıma başkalarını eklemeye giriştikçe...

Zor ve belirsiz ve aslında hiç bir zorlaycı niteliği olmayan kararlar almanın da sancısı bu biraz.
Öss'de tercih yapmaktan zor belki, birileri memnuniyetsiz olurda suçlamaya adam ararsa yarın öbür gün benden başka kimse olmayacak ortada. Birazda bilmediğim, tadmadığım bi sahada ilk kez adım atma niyetlerimin ne getireceğini bilmediimden, hani biraz etraf ne der diyen ebeveyn hastalığı gibi bizimkiler ne der derdinden.

Bilmiyorum, olur mu olmaz mı.
Olmazsa da olmaz, sadece bu.
Olursa eğer, işte o zaman göreceğiz ne olurmuş...

28 Şubat, 2009

Ensemdeki Sesler

Ensemdeki sesleri duyuyorum, "seda kayboldu yine ortalardan" diyenleri, benden yapılacak işleri bekleyenlerin kızmamaya çalışarak söylediklerini...

Ensemde bi dışardan söylenen, birde kendimden gelen sesleri duyuyorum. Bazılarınhiç duymuyorum ama, sanki tonlarca toprak var o seslerin üstünde.

Yapmamaktan yorgun olduğum herşeyi yapmamaya devam ettikçe nereye kadar böyle?

kaçıp gitsem bi, acilen gitsem bi...

babaanne, babaanne kuytuma gitsem bi, ilk kuytuma, evden kaçıp kaçıp arka odalarına saklandığım babanne evi.

Ben, Ben çok özlüyorum bişeyleri, çoku hemde. Hepsi eskiden, hepsi geçmiş olmuş gitmişlerden...
Gelecekten de özlerdim ben eskiden hayallerimi de özlerdim. Şimdi hep eskiyi özlüyorum ama, eskitiyorum diye öfkelenip eserek. Yaşlanıyorum ben, büyümek değil bu.

Büyümek değil....

Üstelik benim dert edip "aman kimse kırılmasın" diye tekrar tekrar sarıp sarmaladıklarımın umrunda da değil, değilmişim, öyle dediler.
Aynı evde niye yaşar 3 insan, düşünmekteyim...

03 Şubat, 2009

bina-ev

" bir bina ne zaman ev olur?" diye sordu adam,

" kolonları çıkıp çatıyı örünce mi? kapının sürgüsünü sürüp perdeyi çekince mi?"

" bina bilmez ki ev olmayı...."


yeditepe istanbul....

26 Ocak, 2009



20 ile 21 arası sanki biraz hızlıydı, 19-20 arası olduğu gibi.


en güzel doğum günüm 16. olandı. o yılı asla unutamam.. hayatımda uzun zamandır başlamış değişimlerin görünür hale geldiği, hayatıda net kararlar lıp uygular olduğum yıldı. çook uzuun bie doğum günü haftası, kar sayesinde bitmek bilmeyen bir şubat tatili, kışını sevdiğim kentte kar, soğuk, dostluk,arkadaşlık ve aşk dolu bir ayla başlamıştım yeni yaşıma. Ve babaannemle tabi...



Bu kente geldiğimden beri, ilk defa arkadaşlarım vardı bir yılbaşında yanımda.


Bu kente yerleştiğimizden beri, ilk defa yanlız giriyorum yeni yaşıma, ilk defa bu kentte. Hep babaanemle uyurdum ben bu gecelerde. Yarın geceler de de merveyle genelde...


Hala garip geliyor bana, bir gecede bi yaş daha ekliyorlar yanına. Nasıl iş?

Hem 20 den sonrası çok fazla bence:)


Son bir yılım nasıl geçti sorus var elbette sırada:)
2006'dan bu yana projeme ondan başlamalıyım belki, hem bunu yarın yapmak ne güzel olur değil mi?
Kaç kişi oldum son bi yılda? kimler oldum?
Bazen zor soruyorum kendime, notlarım bu yüzden düşük sanırım..
Yarın sabah:)
Babam kahvaltı hazırlayacak bana büyük bir keyifle, annem pasta yapacak:) Ben ders kaydı yapacağım, sonra dışar çıkacağım. Surat asacaklar, yine gidiyorsun diye:) Bir yıldır hiç yapmadığıma emin olduğum bi şey yapacağım yarın akşam, sinemaya gideceğim, irmik helvamla ve şekerparemle:) günü bitirp eve geleceğim. Ablam sabah arayamayacak koşturmadan, akşam arayıp beni evde bulamayacak, Mesaj atacak en sonunda:) merve hiç aramaya niyet etmeyecek bile, mesaj atacak direk, sonra ben dayanamayıp onu arayacağım... Nihal arayacak, her seneki kadar yüksek sesli olmasa da şakalaşacağız yine, dün sen beni aradın bugün ben sni diyeceğiz... Babaannem arayacak, allah analı babalı uzun ve hayırlı ömürler versin diyecek.
Güzel mesajlar, sanal çizgili çicekler gelmeye başladı bile, hepsini biriktireceğim...
Çok sağolun diyeceğim, herkese, teker teker. İyiki varsınız sizde...

24 Ocak, 2009




çok ağrılı bi gün geçirdim bugün... Tüm gün seni düşündüm, taa en başından beri...

birsürü güzel planım vardı bugün, sevdiklerimi, özlediklerimi görecektim özlediğim yerlerde, özlediğim günlerde.

bütün planlarımı iptal ettim bugün, çok ağrılı bir gündü


tüm gün seni düşündüm...

konuştum durdum kendimle, sana der gibi, sen duymadan

gizlice prova eder gibi ama kendi kendime kafa tutarcasına yüreklice...

eğrisi doğrusu ne varsa döktüm bugün...

içimden geçen sana dair kelimeleri düşündüm...

yine farkında olmadann yaptın belki, farknda olmadan canımı yakarak sevdirdin kendini,keşke öfkelenebilsem oysa canım acıdığında...


iyi tatiller yoldaş dedinya, orda durdum yolda. baktığın yöne baktım, gördüğüm yere baktım, anladım...

iyi yolculuklar sana...

23 Ocak, 2009

söz verme!

tutamayacaksan eğer, söz verme dedim kendime.

sustu.

suçluydu.

söz verme!

tutamayacaksan eğer, söz verme dedim kendime.


sustu.


suçluydu.

10 Ocak, 2009

Mabet

Bir mabet arıyorum kendime. Ruhuma, bedenime...

Ahşap çerçeveli camekanları yeşil boyalı, kırmızı sandalyeli bir atölyesi olan bir mabet arıyorum, kapısı orta bahçeye açılsın.

Bir tarafı duvar olsun bahçenin, yüksek mi yüksek olsun, kalın mı kalın.

İçerdekini dışardakinden, dışardakini de içerdekinden esirgesin. Ne ses geçirsin ne ışık...

Biliyorum, ben olmamış gibi davranınca değişmeyecek hiç bir gerçek... Ben erteliyorum diye duracak değil zaman.

Ben gülüyorum diye susmuyor değil yüreğim, konuşamıyor. Ben, ben olamayınca böyle amansız, böyle fütursuz, böyle saçmasapan gülüyorum.

Yaşamda kendim hissetmeyince bana bişey olmadı diye geziniyorum ben böyle.

Acının kenarından kıyısından dolaşıp geçtim gitti bile diyince biliyorum, acının tam içinden geçmedikçe geçmeyecek benden... geçsem de geçmeyecek...

Çok sevdiğim, çok seveceğimi bildiğim bir dizinin başlamadan bitişi değil bu.
İlk gündenberi birikenleri tek tek anımsayıp, fotoğraflara baka baka, kulakları çınlata çınlata bugünlere gelince bitivermeyecek.

Biliyorum, devam edecek. Ama O'nsuz...
Oyun arkadaşlarımıza küstük diye, o gitti diye bitmiyor ki oyun.. Kabullenemediğimiz acılar yüzünden karşılaşmaya korktuklarımızı yok sayamayız ki... Yaşanmışlıklarımızı da...

Çok özledim... Eski'yi...
Sobalı odalarda oynadığımız oyunları özledim kalabalık akşamlarda, halamın gelip bize kızmasını...
Babamın kullandığı beyaz tofaş marka arabalarla eve dönmeyi özledim gece gezmelerinden, yolda uyuyup kapının önünde araba durunca uyanmayı, uyku sersemiyle buz tutmuş gecede üşüyüp titremeyi...
Kocaman bi yer sofrası kurulsun istiyorum, günlerden pazar olsun biz babamla balık almaya gidelim balık pazarına.
Babam halka halka doğranmış palamutlardan yapsın, kocaman olsun soframız... sofranın yanı başında sobamız yansın...
Salata yapayım istiyorum uzun yaz ikindilerinde çat kapı gelen misafirlere yanan mangal sofralarına..
Sabah olsun bamya toplayayım, öğlen fasülye ayıklayıp ikindin patlıcan kızartayım, güneş batarken gülleri sulayayım istiyorm...
ilk baharda çilekler kızarsın diye yanlarında beklerken yanaklarım kızarsın güneşten...
okey oyanayalım çay içerken,halam bozuk gelen ellere kızsın... Örgü öreyim okeye sıra beklerken,halamdan öğrendiğim modelleri unutmadan diye...
Gece olsun, herkes uyusun diye bekleyeyim, kitap okuyayım geceleri hanımellerine...

Çok özledim ben... Tüm özlediklerimin bana ait olabilmesini çok istedim derinden...


Ağlamak iyi gelicek desemde ağlayamıyordum iki aydır.
Bunları yazarken ağladım ilk defa, hala düğümler var boğazımda ama...