30 Aralık, 2008

DamlaSuKuşum

DamlaSuKuşum,

Özlem sözcüklerini yineler olmaktan utanıyorum, utanıyorum hiç bişey yapmayışımızdan:(


Çok özledim desem şimdi, özledin de ne yaptın sorusu gelmeyecek mi ardından?

Ne yaptık görüşmeyeli ? çookk uzun zamanlardan beri değil mi?

Garip ama değil mi? Yolda bile karşılaşmadık:(

aklımdan neler geçiyo bi bilsen şimdi, içimden neler geçiyo.
oturup anlatasım var, pek te fazla konuşmadan, dinler misin beni?
bakıp gözlerine dinleyesim var, anlatır mısın hikayeni?

kar başlasa hafiften, kar taneciklerinin üzerinden şarkılar söyleyerek gelsen ne güzel olur dimi?
ne güzel olur, gelsende ısıtsan üşüyen yüreğimi...

aldım, sakladım o küçük siyah kalbi...

24 Aralık, 2008

into the wild



Bi film izledim dün, into the wild...

Daha önce bi kez daha izlemeye çalışıp, açamayıp izleyememiştik.

İyiki dedim, orada o gece izlememişiz.

İyiki...

Çok içinden, sürecin tam orta yerinde olan ve benim yaşadıklarımın da en direkt şahidi olana bile söylemekten korkacağım kadar bütünledi tüm gerçeklikleri.

Dağ, taş ,dere,tepe de yürürken hissedilenle asfalt zemin üzerindeki hislerin öfkeli ve şaşkın çatışması...

İçindeki kabukların altından çıkanlara bakıp ne zaman ve nasıl içine yerleşip kaldıklarını düşünmeyi, fiziksel eylemlerle zamanı kandırırken düşünsel gerçekliklerin değişimi...

Tanıdık bi döngü içinde, çok yabancı...

Gerçeklik; Gördüğüm ve Hissttiğim.!

14 Aralık, 2008

Griyiz



Beyaz taraf iyi;


Doymuş karınlar geliyor demek.




Siyah taraf kötü;


Boş karınlar gidiyor demek.









Ama biz farklıyız; Önden de arkada da griyiz.


Yani hep açız.

11 Aralık, 2008

- yorum.

Şimdiki zamanın birinci tekil şahsına çekimlenmiş fiillerle meşgulüm, hiç bir eylemde bulunmadan. Düşünmekten kaçmak, hayattan kaçmak bir eylemse onu bilemem tabi, onu dahil etmeden konuşuyorum şu an.

Mümkün olduğunca kaçak durup, hayatın tamda içinde gösteriyorum kendimi. ' Metanetli insan' oluyorum, metanetinden dolayı övülenler kervanına katılıyorum. Hiç bir şey olmamış gibi davranıyorum, olan biteni hametmiş yemiş yutmuş olmanın ağır başlılığı diye bir etiket yapışıyor üstüme.

Beni, dairenin içine merkeze benimle yakın yerlerde, yada benden daha yakın yerlerde dahil olanları içeren plan programlara yok diyorum yapmam gereken işler var, odaklanamayıp ta bitiremediğim için biriken.. Halbuki hala aynı odaksızlığa hakimim...

İşler biriktiriyorum, yapmam gerkenler ve yapmak istediklerim.
yapmak istediklerimi yapmak için, yapmam gerekenlerin bitmesini bekliyorum, yapmam gerekenleri yapmadan.

yazmak istiyorum olan biteni, yaşananları. Kelimelerden kaçıyorum oysa, sanki ben yazmassam hiç yaşamamışım gibi davranabilirim gibi. Sanki biter gibi diye bu zaman...

Ölümü düşünüyorum, ölümle ilk yüzleşmemi. Ve daha sonrakileri.
Etkilerin farklılığına sebepler aramıyorum da nedenlerini bulmaya çalışıyorum.
İLk yüzleşmemin bendeki etkisinin hiç idrak edilmememiş olduğunu, daha çocuktun sen dört yaşında'yla başlayan ve anlattıklarımın hayal ürünü olduğunu sanan cümleler sonrasında öğreniyorum . Ve zamanın bazı şeyleri bazı insanlara nasıl da unutturabildiğine şaşıyorum.

Hayretle yakın çeremdeki insanları izliyorum, kendimi bildim bileli hayatımda olan akrabalarımı. Beraber büyüdüğüm insanların varlığına hem hayretle kızıp, hemde şükrediyorum, bazı çirkinlikleri bu akdar içinden görmeme olanak tanıdıkları için..

İnsan ilişkilerini düşünüyorum, düşünür gibi yapamadan. Şaşıyorum. Korkuyorum, doğru olan varsa bile bulamamanın zorluğundan...

Şimdiki zamanın birnci tekil şahsına çekimlenen fiiller arasından da KAÇIYORUM...

23 Kasım, 2008

Ne çok Telefon Çalıyor...

İklimler değişiverdi birden bu hafta içinde.

Herkes sessiz, ama çok gürültü var.

Telefonlar çalıyor süreki, ne? ne olmuş? şimdi nasılmış? falan filancaya haber verdiniz mi? Napacakarmış peki? devam edip gidiyor gürültüler...

Çok gürültü var, çok kirlilik, esk defterlere bulaşık mürekkepler bile akla geliyor zaman zaman... Zaman ki zaten bu aralar ya kısacık ya çok olan... Bulamadık ortasını, zaman herkes için aynı mı akıyor?

Herkes suskun, kimse konuşmuyor, arada sırada konuşanlarda gürültüden duyulmuyor...

Gürültüye olmasa, herkesin suskunluğu ayyuka çıkacak, konuşur olmaktan bile tehlikeli belki...
Belki böyle zamanlarda gürültü yaratıp, gürültüyü dinlemeli...

14 Kasım, 2008

deLiKarı

Hakikaten deliyim ben, hatta zaman zaman delinin zoruyum!

Çalış geç git işte, adın çalıştı olsun.

Sanki saatlerdir çalışıyormuşsun hissiyatıyla saate bakıp sadece bi saatin geçtiğini farkediyosun, e tabi çalışırken bi yandan da yaptığın 'şey'i sorgulamakla beynini kemirirsen vakit sana çok gelir.

" benim istediğim bu değil di galiba"larla uğraşamktan, "oldu yada oluyo bi şekilde ama etik olmuyo, içime sinmiyo"lardan, kendi kendime eziyet ediyorum galiba. Belkide şunu sormalıyım;

"İstediğin ne olsa içinde istemediğin hiçbir şey olmayacak? "

sanırım net bir yanıtı yok bunun, çünkü konuları tek tek ellerimle seçmiş olsam bile her yerde gidişatı bana uymayan bişeyler olacak, çünkü doğam bu; bişiler uyduysa onla kavgam bitiyor, başka biyerinden tutup çekiştiriyorum bu sefer.

Delikarı, istediğinin içinde istemediğin "şey"lere takılıyo olmak gibi bi lüksün var, "istemediğinin içinde istemediklerinle ve nefret ettiğin şeylerle" uğraşıyo olsan ne yapacaktın?

ki bi gecelik kararsızlığa bakardı...

biraz çok acıyacak canım, kafamı hep karışık, kendimi hep verimsiz bulacağım okadar.

Tüm bu çelişki ikisinden birinin değersiz olmadığından, istemediğim"şey"lerle bile değer tartışması yaptığımdan,

bu iyi bişey sanırım, hiç bir şey hissetmediğin şeylerle ömür tüketiyo olmaktan iyi en azından.

12 Kasım, 2008

Baskı

Galiba, birileri bişeylere dair baskı kuruyor üzerimde, boğuluyorum. O birilerinin içinde ben varım birde. Bi benim, bi birileri, bi başkası.
Yoruyorum kendimi, yoruluyorum sonra...
Küsmek, susmak oturmak istiyorum da kime?
Bi durasım, bi koşasım var.
Tam, tamam diyorum, bırakıp giiyorum artık.
Önce DuR! diyor birileri, dur bi konuşalım...
Sonra kal, beraber bi duralım...
Sonra?
Yoruluyorum,
Yorgunluğum, yokluğunuzdan aslında.

05 Kasım, 2008

Okul içi havadurumu=)

Gülüyorum ya, ağlamalık aslında hali vaziyet.

Miss gibi bir ün bugün, güneşe gülümseyerek uyandım üstelik. Dün gecenin tortularının üstüne son konuşulan pek mi iyi geldi ne:)

Uykudan köpek gibi sürünür vaziyete gelmeden yattım, orda burda uyumaya değil kendi yatağıma, kendi yorganıma sarılıp yattım, nasıl özlemişim....

Sabahda güneşe uyandım, yataktan kalkmadan pencereyi açtım,üşüdüm ama kapatmadım, kapatmaya kıyamadım...

Mevsim sonbahar, ama günlük güneşlik hava. Halbuki bizim 126 nolu sınıfta havadurumu tamda sonbahara yakışır; yerlerde iki üç santim su birikintisi, tavandan şapır şapır yağmur yağıyor!! sınavda oturmak için önce kendine kuru bir masa bulman gerekiyor, ilk 10 puan masa bulmacadan:)
sınavda ayakkabılarım ıslandı, bilsem bot giyerdim. Bundan sonra okula dört mevsimlik tedbirle gelicem; güneş gözlüğü, sandalet yağmurluk, bot, kaban, ince ceket, tşört, hırka, kazak, askılı:Pp

Kıtır ekmekli kaşarlı domates çorbamı içiyorum şimdi.

Anneme akşamüstü gezmeye gidelim dedim, dersin yok mu dedi, boşver dedim, gezelim...

Eminönü'ne gidip küçük kırmızı deniz yıldızları mı alsam ne? Samsundan gelen deniz kabuklarıyla beraber takılırlar bi süre:)

DinlenME!

Dinlenmek isityorum...

Kendimi dinlemek...

Dinlenmek istiyorum, birileri beni dinlesin...

Sözcükler sahibine gitsin...

Dinleme... Ruhumu gezmeye çıkarmak istiyorum...

Ağlayasım var benim, kumsalsız sahillerde oturup küfredesim var kendime...

04 Kasım, 2008

SıKıLıYoRuM....

Sıkılıyorum hayattan...

Bu ara her üç beş günde bir, her haftanın sonuna doğru bi heycan hevesiyle yola çıkmaya hazırlanıyorum.
Dönüyorum sonra, bi kaç gün dünyadan kopuyorum. Hayattan kopamıyorum ama , yapmam gerekenlerin yazıldığı listelerden kaçmamak için sürünüyorum, iyi niyetime ikna edicem ya kendimi.
Bi başka heycana hazır olsun diye beden, koşturuyorum. Ruhum, arkada kalıyor bu aralar...
Gitmek değil sade, gittiğim yerden bi süre dönmemek istiyorum. Biraz kalmak... Farklı şehirlerde farklı insanlarla aynı şeyleri yapar olmak tatsız mı geliyor ne? Sadece bedenin koşturmacası işe yaramıyor demekki, ruhumu da taşımalıyım cebimde. Cebimdekileri dökünce ortaya kırık dökük yürek köşeleri çıkmamalı tek karşıma. Kentlerin ruhu da, kentlerdeki insanların ruhu da beslemeli ruhumu. O yüzden biraz kalmalıyım gittiğim yerde. Hemen dönmek, yoruyor galiba...

Dönerken yolda açaamdım gözümü, uyandırdılar. Bağırmışım uyurken, çığlık atmışım... Hayrdır dedim... açık tutamadım gözümü...

Git-gel'lerimin aceleci yalancılığı gibi aceleci oldu hastalıklarımda, artık hastalıklarım bile ayaküstü. İki gün uyuyunca kendi alemimde dönebiliyorum karar verilmişlerin dünyasına. Bu aralar ne kadar çok taktım, birilerinin birileri adına karar vermesi mevzusuna... Hep düşünülmüş en iyileri... Kim kime sordu halbuki içindeki yolun çizgisini... Neyse... Hep, herneyse...

Gitmek, biraz da kalmak istiyorum bu ara. İnsanlar istiyorum hayatımda, beraber yapılması gerekenler için değil, beraber olmak için insanlar istiyorum...Yapılmayı bekleyenler listesini bi kenara bırakıp oturmak istiyorum pencerenin önünde... Aklımdan geçenleri aramak, öylece konuşmak istiyorum... anlatmak, dinlemek... Susmak istiyorum, düşünmek, düşlemek...

Denizin koynuna kumdan yatak kurup uzanan kentleri düşünmek istiyorum ıslak sonbahar da...
Kentin uzandığı kumsallarda uzanıp oturmak, düşlemek istiyorum...

Yazıların rengine takılıp duruyorum, inadına renge sarmaya çalışıyorum ortalığı, siyahtan kaçıyorum, derinin kuytusuna kaçmayayım diye, Sezgi'nin sözünü çıkarmıyorum aklımdan. "derinlerde yaşamaya alışınca yüzeye çıkmak çok zor gelir insana". Derine kaçmamaya çalışıyorum. Net olma çabasından, kendimi bulamaz oluyorum zaman zaman... Bazen hissizleşiyor muyum diyorum? Bekleyenlerin, hedeflerin çokluğundan korkuyorum...
Sadece kendimle ve benle olmak isteyenlerle kalmak istiyorum...
Bi hafta sonuna ihtiyacım var galiba, cumadan cumartesiyi düşünmeyi gerektirmeyen, pazartesisi cumadan can sıkmaya başlamayan bi haftasonu...

Biraz ev, biraz sahil, bi balık ekmek, bi tutam hande, bi kaşık irmik helvası, bi tane fındıklı şekerpare, biraz gece.

sus seda sus... çalışmak lazım bu gece...

Babaannemi özledim ben...

31 Ekim, 2008

gün ve sis

meğer sis ne çok yakışırmış güne...

yolda sis,

siste bir dizi kadın,

bir traktöreden inip,

birbirnin peşi sıra giden.

bir avuç koyun,

bir çoban,

bir, belki iki köpek.

30 Ekim, 2008

Gün...

Yola çıkıyor Küçük Kırmı Deniz Yıldızı,

Okula, Konseye ve Samsuna...

Sonra? Sonra yine bu şehre, İstanbul'a,

Herşeyi Bul'a....

29 Ekim, 2008

Günlerden Bugün

Bi kaç gündür birileri kapatmaya karar vermişi kapatmıştı bloglarımızı. Kavuştuk çok şükür:)

Bugün 29 ekim, Yıllardır gördüğüm en güneşli, en neşeli 29 ekim sanki...

85. yıl diye deliler gibi kutlamalar var her tafta, havaifişeklerin sesinden camlar sarsıldı, annecikle babacık boğazdaki feneralayını izlemeye gitti.


Ben de sabahın köründe( aslında öğlene daha yakındı:)) okula giderek değerlendirdm bu güneşli güzel tatil gününü. Yarınki jüri için çalışmaya çalışarak bayram kutladık ekip arkadaşlarımla. geçen haftadan salı akaşmına herşey bitmiş olsun dememize rağmen bu gün bir kez daha gördük ki ancak yumurta kapıya dayanınca....

okuldan zorla çıkartılıpta eve gelince ne göreyim? annem yatağımı toplamış:) gülümsedim bi şöyle:)

şimdi de yarına kar jüri+konsey+samsun la ilgili hazırlıklar ödevler nasıl yetişecek stresiylen hiç ibşey yapamamaktayım. dedim bi günü gözden geçirip rahatlayayım,

Ne kadar da günlüğümsü oldu bu böyle:)

Bugün, günlerden bi gün:)

23 Ekim, 2008

Tat-sız

Üzerine düşünüyo olmak bile yoruyor aslında, ne sevimsiz ne tatsız...

Anlık paniklerden sebepleniyor bazen tepkiler, kendini kendinde yada bi başkasında görmeye korkmak...

Biraz fazla hassasiyet... Ummadık taş...

Kendi kendime veremediğim cevaplardan belki, cevapsızlıktan yine yitip gitmesin diye telaş...

Gerçeklikten uzak, yaratılmış durumlar için gücüm mü yok ne....

Sustukça birikmiş tortular,

Aslında basit hayat...

Ama insan zor, insan olmak denilen...

Bazen korkuyorum kendimden...

Çok tatsız,

Sanki olmasa da olur gibi...

Sanki bu da tanışıklık duvarlarına bir tuğla eklemek için yaşanmış gibi...

Oldu ama, ben, biz yaptık... Tat kaçtı...

Üzerine düşünmek bile üzüyor şimdi,

Kendi içimde elimi yüzüme batan bir sürü kırık cam parçası var;

Acısı, can acısı...

Yorgun...

Yorgunluk hasıl olması...

Uyuyunca geçmeyenlerden, uyuyunca geçer uykusunun yetmediklerinden...

Gözüm açık, sersemleten can acıları da geçti, geçirildi zorla...

Geçmiş gibi yapmak?...

mış, miş gibilerle gerçek arasındaki, hangisi bizim görebildiğimiz?

Hangi ben?

Nereye bu gidiş?

Korkuyorum bazen kendimden...

22 Ekim, 2008

Kimlerle başladık yola
Kimlerle bitiriyoruz?
Hatta,
Daha da fazlası,
Ne yaşayacağımızı biliyor muyuz?
Ne yollara baş koyduk ta,
Vazgeçmedik, H
oş, vazgeçmek belki yanlış oldu,
Vazgeçirilmedik?
Ne mutluluklar yaşamadık mı
Zaman içinde
Mutsuzluklarımıza sebep?
Ve ne mutsuzluklar A
n geldi ki
İyi ki
İyi ki dedirttirecek?
An'ı yaşarken zor,
Biraz çıkmayı beklemek gerek,
Ancak an'dan çıktıktan sonra
Anlaşılıyor gerçek!
Ve o zaman
Ve neden
Hayıflanıyoruz
Keşkelerle?
Ve neden tutunuyoruz,
"İlle"lere?
Gereksiz yere!...


Gülgün Karaoğlu

En çok neye?

Deprem olmuş az önce, öyle dedi ablam.

Ben farketmedim, farketsemde onun kadar pratik ve korumacı düşünmezdim herhalde, yer yatağın başucunda duran su şişeleri dolu mu, fenerler çalışıyormu diye kontrol etmezdim.

Düşündüm bi an, bişey olsa şimdi insanlara, bana, en çok neye üzülürdüm diye.

Cevabı bulmak gerçekten çok güç, üzülebileceğim bir sürü şey var, tıpkı sevebileceğim bir sürü insan olduğu gibi.

İçinde tutmanında bi çeşit aldatmaca olduğuna inandım ya bi zaman önce, paylaşmak için konuşmak çabasındayım. Deniyorum, yetmiyor bazen biliyorum.

Susup, dönüp arkamı güneşe oturmak istiroyum. Ama güneş yine karşımdan doğacak, biliyorum.

Hani hiç söylenmeyecek bi şarkı olduğunu bilsem, yada ben unutunca bir daha hiç söylenmeyeceğini susturacağım belki içimin kuytularını ama ben susturmaya çalışsamda birileri söylemeye devam edecek biliyorum.

En çok, sahip çıkmadıklarıma üzülüyorum galiba, kendim gibi olmadıklarıma.

Samsun sonrası pazartesisi, ders çıkışı attım kendimi sokaklara. Son ses müzik dinledim, içimdeki sesi susturmaya çalışırcasına, Duvarların üstünden yürüdüm, atladım indim duvar bitince. Koşarak indim Maçka'dan, Beşiktaşın kalabalığına... Yetmedi Beşiktaş, ortaköy... Ortaköyde akşam güneşini gönderdim, ezanı dinledim, şiddetle kıyıya çarpan dalgalar ıslatsın diye bekledim; ıslatmadılar... Deliksiz bir uykuya daldım gece. Uyanınca geçer diye... Uyanamadm, geçmedi... Uyanmak için değildi gün, mecburiyetler içindi... Hiç bilemdiğim bir yere gitmeliyim dedim, hiç bilmediğim bir otobüse binmeliyim... Fazla uzağa gitmedi, Beyazıtta buldum kendimi. Tam dönecekken, kapalı çarşıyı gördüm... Kaybettim kendimi, kaybolmak istedim... Hiç bulmasam istedim. Kendimsiz kalsam... Girdiğim kapıdan çıktım, geldiğim otobüse bindim, döndm geri... Eve geldim, uyumak istedim, uyanınca geçer uykusundan... Uyanamadım, uyandırıldım, geçmedi...

Çok uyanık kalmamalı, uyanınca geçer uykusu....
Ya uyanmazsa yine Küçük Kırmızı Deniz Yıldızı...
Ya geçmezse uyanınca? Ya geçerse? Ben ykudayken geçip gidenler ya çok üzerse?

21 Ekim, 2008

Uyku

Uyumaya gidiyor küçük kırmızı deniz yıldızı... kırmızının rengi mi soldu ne? Biraz can suyu gerek bugünlerde...

uyku...

uyanırsa gelecek...

20 Ekim, 2008

17, 18, 19 Ekim Samsun...

Yiğidi öldür hakkını yeme, İyiyi gösterdi kimi, Kimi kötüye değdi geçti...

Kimi olduğunu gösterdi, kimi geri döndüğünü, kimi gittiğini, kimi kendini gösterip de hiç gelemeyeceğini....

Samsun sahiline çarpan dalgalar, kimliğini bilemediğim kokuyu taşıyor şimdi...

Kırık... Güneşli İstanbul, hoş hava...

Yağmur, içimin rutubet kokan sokaklarında...

19 Ekim, 2008

Turuncu

Bugünün adı turuncu….

Yeşilden sarı olmayı ancak başarmış mandalinanın hayalde kalan turuncu sevdası bugün…

Siyaha bile çekingen gece, küçük kedi.

Yağmaya bile tereddütte yağmur, vazgeçip de kaçarken yakalanan gibi.

Eğlence vakitlerinden dolup taşan yaşlar gibi.

Kaçamadılar. Yaşlar, yağmurlar gibi kaçamadılar…

Siyaha bile çekingen gecede, kendi kendini tüketen hisleri, varlığı anlamı silen hisleri ve hislerin bedenini kimse tutup almadı kararlılıkla, küçük kedi gibi.

Süt içti küçük kedi, siyahı beyazının yanında kararsız duran siyah beyaz küçük kedi.

Kedi gitti, süt tası gitti, bir damla kaldı.

Kedinin süt içtiği tasdan yere dökülen bir damla beyaz süt kaldı,

Akıp boşalan yürekte karaya çalan bir damla yaş kalır gibi.

Ne erteleyişler bitti, ne yüzleşmeler başladı.

Gece, öylece kaldı; siyaha bile çekingen…

Yağmur öylece yağdı, tene bile değmeden.

Sabah, yağmuru durdu sandı, geceyi bitti.

Siyah da, yaş da, dün gece de kaldı.

17 Ekim, 2008

İçim sıkıldı.... Mutsuzluk mu sıçradı birilerine ne?... soruların cevabı, dile getirilemeyen sorular....

Bi çıkıp nefes mi almak lazım ne...

Biraz daha....

Yazcam bu gece, uzun uzun... Hem bloga, hem sevilenlere...

Sıkıntı, git bu gece....

10 Ekim, 2008

Küçük Kırmızı Deniz Yıldızı Eğitime gidiyor:)

Epeydir yazamadım pek bişey, aslında çok var... Okul var, Bayram var , Babaanne var, Bahçe var, Güllü Lokum var...

Bu Öğlen Eğitim içim yolculuk var, Urfaya.. Heyecan var:)

Daha da olacak;)

16 Eylül, 2008

Bitti-Başladı:)

Bitti başladı:)

Geçen hafta sonu istanbul 2010 ajansında yaptığım gönüllülük sürecini bitirdim, pasta kestiler benim için çok mutlu oldum:) Benim için çok farklı bir deneyim oldu; işler, isimler, işleyişler...
Boş kaldıkça da ne zamanlardir aklımda oaln işleri yaptım, düşündüğüm disiplinleri geliştirdim kendi kendime, güzel oldu, pek güzel:)

Sonra Reform hareketi sayılabilecek nitelikte bir gelişme, Engin bize akşam yemeğe geldi, iftara. Ben yine triplerdeyim tabi, kıskanıyorum evet! Benim ablam o, ne gerek var Enginle bu kadar çok takılmasına!!!

okul, evet evet okul başladı sonunda. Yazın parçalı doluluğundanmıdır bilmem, sanki yıllardır derslere girmiyormuşum, geçen dönem biteli çok olmuş gibi geldi. Yaz okuluna da gittim üstelik!!
Okulu daha bir benimsemişim bunu farkettim, bir de eskiden çekilmez gelenler kolay artık:)
Rahat bi hatun oldu artk bizim küçük kırmızı deniz yıdızı:) Olur bakalım diyor, biz inyet edelimde. Elbette planlar programlar yine yapılıyor ama inceden inceye değil, ayrıntıdan işe yaramaz hale gelinceye kadar değil:)

Oruç Hoca'mla bahçede oturduk dün, bi kaç arkaaş sohbet ettik. Ne iyi ettik:)

İrem Hoca'mda proje birin koordinatör asistanı olmuş:)

Öğrencilik ne güzel, ne güzel taşkışla - maçka teleferiği...

Perşembe'ye sapanca. Yılın ilk teknik gezisi. Karar verememişler Sapanca mı Kocaeli mi diye, farketmez dedim:)

elMA-turŞU-tilKi-levYE :)(:

27 Ağustos, 2008

Kendime hasret kalmadan

Durup bi düşünmek lazım, hayır hayır , önce bi nefes alamk, önce rahatlamak...
Gülümsemek lazım yeni güne...
Şiirler okumalıyım sararmış sayfalardan, şiirler okutmalıyım sevdiklerime...
Şiirler yazmalıyım sevdiğime....

26 Ağustos, 2008

Hâl

# Trenleri lokomotif çekmiyor da,
Birileri itiyor gibi bir hâl... #

20 Ağustos, 2008

"Fikir ona derler ki bir yol açsın; Yol ona derler ki bir gerçeğe ulaşsın"

Mevlana

19 Ağustos, 2008

Anne - Babayla Tatil

Ne güzelmiş anne-babayla tatil.... sırtıma krem, başıma gölgelik, üstüme havlu ohh miss....

-süüt mıısıırrr.... sarıkızları getirdim tarladan sütmısııırrr...
-sensin sütmısır:)

Değişikliklerin fikri oluşmaya başlamış en azından, yarın öbürgün umarım gelip kapıyı çalarlar...

Güzeldi anne- babayla tatil, belki de tarihin en pozitif tatiliydi anne-babayla yapılan, değişimlere yollar arandı... Hatalar galiba artık anne-babalar tarafında da mevcut olabiliyordu, dahası dillendirilebiliyordu...

İçimi çok ferahlettı bu tatil, oh bea dedirtti, gülmsetti güneşe...

Sonra Matematik sınavı vardı, sıfıra yakındı sınav ama geçmişim, kurtuldum...

Sınavın hemen arkasından başlayan yaşayan kütüphane heyecanı.... Ne güzeldi, ne yorucu...

Kütüphanenin yorgun sersemliği üzerimde, hesaplaşmaları yüreğimde sabahın erken saatinde istiklal yolu, stajın ilk günü!!!

Bir hafta geçti stajla, haftasonu bir yıldır çizip boyadığım yerde geçti... ağlayarak, sarsılarak, yanımda duranların kimisini azaltıp kimisini çoğaltarak, uzağımda olanları özleyerek geçti, yanlızlıktan canı yanıp yanlız kalmaya fırsat kollayarak. Yeni insanlarla tanışıp, hayat hikayelerine tanık olarak geçti, babasının hapisten dönüşünü bekleyen küçük kıza arkadaşlık ederek geçti, annesiyle birlikte sohbete dalıp sabahı karşılayarak...

Kudretle buluşma telaşı, volkan ve dilara yı yeniden görme sevinci, Kudretle vedalaşmanın airp hissiyatı....

eve dönüş, mutlu mesut...

çat, bi tokat.... eski tas eski hamam yine... dört beş avuç göz yaşı, daha fazla değil.... yürek huysuzluktan medet umulmayacağını anladı, beden uykuya teslim... küçük odamın krem halısı, yastığım, birde gökdelen inşaatının sesleri elbet...

Ağzımdaki buruk tadla çıktım evden sabah, içimden geçen güzel güzel işler var yine, yine o buruk tadın elimi kolumu bağlar yanı... Yok, artık durumu korumaktan, mümkün olduğunca iyileştirme için bir süre hareketsiz kalamktan yana değil tavrım... evet içim ağır, canımda yanıyor ama ben yine de adım atacağım. kırgınlıklar yokmuş gibi yapmayacağım, geçsin diye de başka keyiflerin kahyalarını beklemeye durmayacağım. Sevginin öznesinden küfürün öznesine geçişim bu kadar kolaysa, demekki sığınacağım tek limanda dahi yanlızım bu hayatta...

Durumları geçiştirmek, görmezden gelip hayatı bekletmek yok. Neyse o, olduğu gibi devam yaşamaya....

01 Ağustos, 2008

Bugün 3...

yolculuklar var başka tatlarda. haberler geliyor, takvime sığdırma uğraşı hepsini... eskiden olsa karalar bağlar otururdum tarihler çakışıyor diye, yok hiç bel bağlamıyorum artık hiç bişeye. oluurr, hallolur hepsi. Su akar yolunu bulur:)

Bugün 3...
yarın 4...
sonra 5... 5 son

30 Temmuz, 2008

Çandan Erçetin şarkıları bastı yine odamı... Güçlü başlayan şarkıların sonuna doğru hasretler, hüzünler, ayrılıklar dile gelir. Ve her şarkının sonunda daha yeni verimiş bir yemini tazeleyip güç almak istercesine mısralar yinelenir...

Güç almak istercesine artık daha çabuk atlatır olmaktan aynı hatalara süreklenir yürek. Birdaha görmek ister, sıyrılıp çıkışların tesadüfe bağlı olmadığını, yapabildiğini kendine göstermek ister...

Dün sıfırdı, bugün bir...

Koptu zaman karıştı günler... az olsaydı zman koşar yetişirdi ya yürek avare şimdi, oyalanmada, düşünmekten bile kaçar adımlarla.

28 Temmuz, 2008

Döndüm, eve... Yine planları nasıl oturtsak çabası, yine inceden o iç sızısı... hayırlısı, gidene üzülmekten geleni gözden kaçırmamalı...

ohh, bi yağmur indi inceden şimdi, çisil çisil... yazmak istediğim birsürü şey var aslında, toplarlamak ve eklemek istediğim fotoğraflar... birazcık yapmuru dinleyeceğim şimdi, kaçıp gitmeden, hemencecik bitivermeden... sarkıtmış suratını yağmuru seyreden bulutları seyredeceğim bende. Yolları düşüneceğim...

Birde sabaha sevimsizmi sevimsiz bir ödev yetiştireceğim, sonra sınava gireceğim, sonra muhtemelen gidilememiş yollara üzüleceğim...

Gemi alaborada kaybolmadan, deniz tuzundan şikayete durmadan, yağmur maviden geceye sıyrılmadan bir kuytu bulmalı deniz yıldızı, küçük kırmızı...

22 Temmuz, 2008

Otobüs, Asfalt, Sarı, Mavi, Gemi, Deli, Ufuk

Handem'leyim.... Otobüsten, akıp giden asfaltan ve üzerinde kuruyan yaşlardan yorulan gözlerime şenlik olmaya koşan sarı tarlalar, geçen yazdan kalma sarılardan değil ama... Sarı ayçiçeği tarlaları, durağan ama kıpır kıpır.... sarı saman balyaları durağan ve sessiz... Sarıyı görünce boğazdaki düğümlere biri daha, bir özlem ki nasıl, hani sanki bir an da Batı sınırlarından doğu sınırlarına koşmak isercesine, Mardin'i özlemişim, daha doğrusu yetmemiş gördüklerim, oralarda gezinesim var... sarının özleminden göğün mavisine kaydı gözlerim, sarı şarkılı ayçiçeği tarlalarının başını okşayan maviye... bir gemi düşü aklıma, ahh küçükcük gemi dedim.. sulara attın kendini, delisin.... denize kaçtı gözlerim... Heyt bea dedim, sarı tarlayla mavi gök, yetmedi birde deniz.. Eh yine iyisin be Gemi dedim, delisin iyiki ....


kuytunun adresini değiştirdim, yalızlıktan Hande'ye taşındım, öğretir diye boşvermeyi... Ne iyi yaptım...

21 Temmuz, 2008

İç Acısı

Boşa değilmiş öğle vakti boğazda düğümcüklenen nefesler.... olumlu düşünmüştüm, ve evet herşeyde bi hayır vardır ama beklediğim gibi olmadı cevap... heves mi? değildi, çok önceden alınmıştı kararı ve caydırıcılara karşı da hala benim kararımdı... olsun...
Ne büyük heyecandı sosyal hakların yaygınlşatırması, ne büyük bir tokattı suratıma çarpan...
Sanırım uzun zamandır ilkkez, ince yerimden sızlaya sızlaya içim acıdı. çok peş peşe geldi planların yüz üstü bırakışları; çalışma ziyaretlerini hiçihiçine kaçırdığımamı üzülmeli, peşpeşe iki haftanın boş vakit dolu geçeceğine mi?

Bir hafta tatil, evet çok ideal... Hande sultanın koynunda bir hafta tatil, dinlendirir o insanı, boşver demeyi öğretir... ya sonra? bir hafta daha tatil fikri hiç hoşuma gitmedi, korkuyorum galiba.

Bilgisayarın başında boğazımdaki düğümcüklerle ağlıyorum şimdi sessiz sessiz, bu an'a da sahip çıkmalı... Sonra valiz hazırlamak lazım, ne götürmek lazımsa tatile?? Gidilemeyen bir yolun acısını başka bir yolla geçiştirmek olacak benimki de, eski sevgiliyi unutmaya yeni sevgili bulmak gibi... ama yok olmazki, tek sevgili, öz...


Aynanın karşısına geçip kocaman bir kahkaha atıcam kendime demiştim ya, kahkaha arası gözyaşı şimdi....
Biliyormusun, içim acıdı birden bire... Sebepsiz... Hayır hayır güzel şeyler olmakta son zamanlarda, zor zamanlar'ın ağdalı yapışkan kırıklığı gitti çok şükür, kimsenin hayattaki başarısızlıklarını kendime mal etmiyorum, kendiminkileri de başkalarına. Bencillik değil, herkesin kendi başarısına ve başarısızlığına ihtiyacı var, haa ortak olmak dersen derde de devaya da o başka...

Komik biliyomusun... Zaman çok komik, yani aslında zamandan sebeplenen bahanelerle kendimize ördüğümüz ağlar komik, duvar bile olamıyorlar... Elbette yok değil, zaman zaman zamandan yana dert var, ahh o ne kadar erken başlarsam başlayayım bir türlü yetişmeyen projelerin sabahları... Merak ediyorum ne olacak bu yıl? ıykk autocad, ıyk mapcat, ıykk masa başı yerine monitorbaşı sabahlamalar! Hiç olmazsa mürekkep kokusu vardı....

Sahi nasıl sabretim ben o kadar? Ne çok çıldırış ne çok isyan, sessiz ama dillendirilmemiş.. Ne çok fırsat yarattılar bilmeden kaçıp gitmem için. Nasıl hala buradayım? İnanç galiba... Tercihleri yaparken istediğimi neden istediğimi bilmenin verdiği güç olsa gerek... Komik, net olmak nasılda güçlendiriyormuş meğer, al işte bir zambük hatırası daha....

İki çizgi arasına sıkışmıyor geceler artk ya, uyuyorum bolca.. Uyumakta değil, yatağımı öyle çok özlemişki bedenim, yatıyorum... Geceleri sabaha kadar balkonumun dibinde biten gökdelenin inşaat seslerini dinliyorum...

İçim acıyo yahu, neden peki? Birden bire boğazımdaki düğümlerin kendini hissettirmesi? Hemde bu saatte? öğlen öğlen noluyor yahu?

Okudumya sevilenlerden bişileri, sevildiğini hiç bildirmediklerimden bişileri, kargaşada kaynayıp gitme korkumda tanışmamayı seçtiklerimi anımsadım ya, ondan galiba...

amaç ve inanç deyipte bir türlü gelmeyen haberin artık tedirgin etmeye başlayan heyecanı galiba...

Hayırdır işallah, kötü haber gelmese ya...

15 Temmuz, 2008

Yaptım!!

Evet yaptım, şablonu değiştirdim, renkleri değiştirdimm herbişeyleri değiştirdimmm.. Yazılanlar aynı kaldı bi tek, dursun onlar:)

Evet sevdim, hala yanlızlık tozu var üzerinde ama daha iyi şimdi.. Hem değiştirmeyi öğrendim ya artık değiştiririm canım değişiklik çektikçe bişeyleri, yazılar aynı kalır tek.
bu blogda bişileri sevemedim... Zeminmi kötü yoksa çok mu yanlız bu blog? bişiler yapmalı... Değişiklik! ee peki yanlızlık?

14 Temmuz, 2008

"herkes birbirine öylesine yakındı ki... Çünkü herkes birbiriyle konuşuyordu"

11 Temmuz, 2008

Gülesim'ler

Gülesim geldi birden, birden değil aslında aklımda beliriveren anıların peşi sıra geliverdi gülesim. Gülümseyişler birbiri ardına göz kırpı verdi, gözlerim gözlerime değdi "Hoş geldin Gülesim".

Gözler beliriverdi Gülesim'lerin ardından, gözler gülümseyip bana, geçip hayatıma giriverdi. Ne iyi ettiler, Gülesim'lerin paydaşı gözler, iyi ki geldiler."Hoş geldiniz Gözler".

Anılar, zamanın kocamanlığını hissettirip geçiverdi. Bilinmez yarınların çabucak sık sık anımsanan yakın geçmişlere dönüşüverdiğini fısıldada gözlerin sesleri. Sesler yüreğimdeki gözlere sözcükler fısıldayıp geçiverdi, kaybolmasın diye kelimeler. Ne iyi ettinizde fısıldadı sesler...

Teşekkürler, Gözler ve Sesler, Gülesim'leri davet ettiğiniz için. Teşekkürler Gülesim; Gözleri, Sesleri ve Beni kırmayıp koşup geldiğin için, beliriverdiğin için yüzümde. Dudağımın kenarında kalan sessiz gülüşleri gözlerime taşıdığın için...

Ne iyi ettik...

01 Temmuz, 2008

Şimdi...

Neden şimdi? Bilmiyorum... Çok ta aramadım cevabını. Ama şimdi güzel bir zaman, herşeye başlamak için en güzeli şimdi.Hem güneşle gecenin her gece sürüp giden aşkta ikna masallarının ses bulduğu, güneşin bir kez daha gelişini duyurduğu saat şimdi, eflatun saati...

"Günün birinci eflatun vaktinin habercisi sesi işittim.. Yine benden habersiz koştu gece güne, yine o çok sevdiğim kavuşma anı, benden gizlice…Sanki, benden kaçırıp saklamaya çalıştığı bir şeyler var zamanın böyle gecelerde.iki çizgi arası koca bir gece tutar mı? Ne ara ikna oldu ay güneşe? Nasıl çabucak unuttu her gün söylediği yalanları… Güneşin kardeşlik masallarına inanıp yan yana duracaklar sandı, görecek sandı bir türlü erişemediği ama umut etmekten de vazgeçmediği sevdiceği güneşi. Tam 12 saattir çizip kesip yapıştırıyorum… Bir gün, günün ikinci eflatun saatinde doğan bir kurmaca hikayenin maketini yapıyorum… Tüm o Kahramanları bir araya getiren güzel bir insanın yüzünde tebessümü izleyebilmek için…Sade makasla, mukavvayla, uhuyla haşır neşir görünsem de kımıl kımıl zihnimde bir yerler. Aylaklığı en önemli iş haline getirip de boş verdiğim onca mecburi işe rağmen inadına huzur yavaş yavaş yayılan… Kanma, birkaç gün öncesinde huzursuzluktu aylaklığı masum kılan. Sebep? Hiç… Histen başka koca bir hiç… Günün birinci eflatun vaktinin habercisi ezan sesi. Hoşuma gider, sanki hiç söylenmese de açıktan bana söylendiğini bildiğim bir ezgi gibi… Üç duvar bir pencere bile olsa etrafımı saran, havanın değişken ürpertisi değer tenime bu sesle, hissederim. Gecenin herkesleri ikna edip uyuttuğu sonrada ulaşamadığı sevdiceği güneşin yalan olduğunu bildiği sözlerini dinlemeye meylettiği saatlerde hafif yumuşar ya hava, işte o yumuşaklığını atar üstünden bu saatlerde. O yumuşaklık, gecenin vuslatı imkansız sevdasına sadakatindendir. Oysa tamda bu saatlerde, güneş göstermeye başladıkça yüzünü gecenin sadakati siner saklanır, güneş safi ısıtır havayı, Açıktan açığa, parıldayarak. Caka yaparak etrafa umarsızca… Söylendiğime bakma, bilirim güneş de kendince haklıdır. Geceyi aldatışı bildiğindendir imkansızı, hissetmediğinden değil. Bilir, dünyanın düzeni için gelmeyecek kadar masum ve içtendir gecenin kendine sevdası ve anlatamayacağı kadar da çocuktur gece. Bu yüzdendir, insanların uykuya ikna olduğu saatlerde başlar geceye sevda sözleri söylemeye. Eflatun saatlerindeyse kandırmıştır artık. Ezan sesiyse, senin için gidiyorum, geri geleceğim diye seslenerek uzaklaşan gecenin bana değen esintisidir. "

Martılar çığlık çığlık bir oyuna tutuştular balkonumun önündeki bina çatılarında. Tuhaf bir tını var seslerinde, biraz heyecan biraz hüzün... Martılarda geçmiş var, martılarda gelecek...Hiç anlamam şu koca şehirde martı olmayı, güzel koyların koyunları dururken...