26 Nisan, 2011

Gidecek yerim yok ama evimdeyim

Tahammül sınırlarımın daraldığını fısıldıyorum kendime,
sonra bağırıyorum tahammüle mi geldi şimdi sıra?

Neye ihtiyacım var?
Çok şey değil aslında, görülmeye, duyulmaya, sayılmaya.
Pe heyyy.... sen git atölye yap 23 nisanlarda, de ki anne babalara, çocuğun katılımı da katılımı.

Ben her kolaylaştı sandığımın ertesinde, yine bir yel alıyor ortalığı, yine savruk, yine darmadağın içim.
Her fırtınadan sonra, sanki daha zor bir öncekinden toparlamak ortalığı.

Nereye kadar devam edecek bu böyle? Merak ediyorum.
Kaç kez daha bu son diyip kendime, anlamaya çalışıp tarafları, önce kabüllenip sonra affedip, sonra yine sevgiyle bir sonraki fırtınayı bekelyeceğim. Kaç kez daha boşver diyeceğim yara izlerime bakıpta canım acıyarak.

23 Nisan, 2011

Dün...

... birşeyler yazmak istemiştim istiklal'de adımlarken.
İlk tetikleyen, yıllardır ilk kez İstiklal'de Cuma namazına doğru olan hareket akışı ile karşılaşmak oldu. İlk kez, camiye doğru ve cami önünde bir bedenler korosu uğultusu duydum istiklalde.

Zencefil'e mi yoksa Mavra'ya mı karar verememiş bir halde biraz daha yürüyünce şöyle, İnci Pastanesi vitrinlerinde farklı bir görüntü çarptı gözüme; paskalya yumurtaları.

İstiklal'e ilk geldiğim günü düşündüm. İstiklal caddesinde yürümek bile korkuturdu beni; hem orada olmak başlı başına bir tehlike unsuru idi hem de çok kalabalık, ne idüğü bilinmez bir kalabalık.
İstiklal caddesinde yürümeye alıştığımda, ara sokaklar ürküdürdü beni hala, kaybolmaktan da çok korkardım. Kaybolmaktan kimseye bir zarar gelemyeceğini anladığımda, istiklal caddesinin bir alt paraleli, galatanın sokakları ve cihangir birer muammaydı hala. Galatanın sokaklarını, Cihangirin pıt diye galataya bağlanıverne tomtom yollarını, tarlabaşı bulvarını ve dahası tarlabaşının mahalleleri ve sakinlerini zamanla tanıdım.Okuduğum bölümün hakkı var, istediğim bu hali çokca o sağladı bana.
Sonra, şimdi ne hissediyorsun? diye sordum kendime. Sanki dünyanın en güvenli yeri, İstiklal gibiydi.

İstiklal'e ilk gittiğimde Neredesin Firuze'yi izlediğimiz sinemada bir film izledim.

Kayboluşlar...

Kaybolmadan bulduğun farkedilmiyor ve tutku ile bağlamıyor seni kendine çoğu zaman.
Kayboluşlar, yeni buluşlar için bir kapıdır önünde açılan. Kaybolduğun eşiği sevip yürürsen daha öteye.

Kaybedenler Kulübü

" Yaşam, geçiştirdiğin birşey olacak
- içinden geçtiğin; geçtilçe geciktirdiğin;
sonra da, geçip gitmesine izin verdiğin birşey..."
O. Aruoba

22 Nisan, 2011

Hak Ettiğin Güzellikler, Haksızlığın Olunca...

Hesapta olmayan bir yaz yağmuruna yakalanmak gibi hayatına doluveren güzellikleri hak ettiğini düşündğm, hiç tereddüt etmeden. Hak etmeye, başına gelen güzelliği hak ettiğine inanmaya, hele de hak ettiğime inandığım mutluluğu yaşamaya öyle çok ihtiyacım varmış ki...
Hak etmişliğin sebebi hiç hak etmediğim şekilde en umulmadık insanların beni acıtmışlığı ya da çok çabaladığım mutluluklardan bana kalan yoksunluklar olabilir.

Sonra bir gün, asla bırakıp gitmeyeceğine emin olduğum " hak edilmiş mutluluk" başka bir yöne esmeye başlayabilir. Rüzgarın değişen yönü sadece sıcaklığın derecesinden değil biraz da sana değmeyen esintisinden ötürü üşütür.

Hak edilmiş mutluluklarım, hak edilmemiş yanlızlığıma dönüşüverir birden. Ama lar başlar, büyük bir kabüllenilmişlikle birlikte buyur ettiğim. Önemsiz, terkedilmiş, boşverilmiş hissederim. Tanımadığım rüzgarlarda uçuşur küllerim, uçuşup dururken en sevdiğim kulenin tentesine düşüvereceğimi hayal eder, yapmacık bir mutluluğa boğarım kendimi.
 
Ne zaman farketsem bu gelgitlerimi, bu kadar hak edilmişlik ve haksızlık edilmişlik arasında kaybolan, kaybettiğim kendimi farkedince korkuyor yüreğim. Nasıl yapıyorum bunu birden bire kendime, hiçe sayarak sevdiklerim ve değer verdiklerimi. Ya bir gün, susturamadan yüreğimi söz çıkarsa dilimden?

20 Nisan, 2011

Sus Cümlesi

Etrafıma bakıyorum,

Umutlarını yitirenleri, yaşamlarını etrafında hatta belki uğrunda kurdukları fikirlerden çok uzaklara düşenleri görünce mutsuz oluyorum.

Mutsuzluğum, korkumdan. Umudun yarınını düşünmek en zoru galiba. En tat aldığın fotoğraftan bile bir acı sızması yüreğinde, en büyük gülümsemede bile bir tutam kaybettiklerinin kokusu...

Fotoğraf, Anadolu Turnesi 2010'dan, Halfeti. Görünene kanmayın, bir o kadarı da suyun altında o köyün. Baraj kalkındırır demişler, iş demişler, daha iyi evler demişler. Köyde gelişen tek yeni sektör bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda olan, gölün üstüne kurulu plastik iskeleler üzerindeki lokantalar. Evler betonarme evet, ama hala toz toprak ve çamur sokaklar.
Bir zamanlar gün batımı havaya bakan Ahmet Dede, mütemadiyen gözü suda şimdilerde. Anası, atası, evi barı, oyun kurdukları sokakları, koyunlarını gezdirdiği tarlaları, başını secdeye eğdiği camisi bile suda şimdi. Şaka değil, gölün yeşilimsi maviliğine aldanıp gökyüzünün sizi sarhoş etmesine izin vermeden gözünüzü diktiniz mi suyun altına, görünen köyün kılavuzla bile anlatamadığı öyküleri de, tüm yapılarıyla suyun altında. Bir köyün üzerinden yüzerek geçmek mümkün. Masal gibi değil mi?

Oldum olası sevmedim masalları. Hikaye güzel, masal yalan.

09 Nisan, 2011

Az önce, önce mutlulukla bulaşık bir heyecanla yaşardı gözlerim, sonra tadını sevmesem de uzaktan görünce bile duyumsadığım, hüzün mü, çaresizlik mi, herşeyin biraz karışımı mı emin olmadığım bir hisle hıçkırmaya başladım. Uzaktan gördüm aslında, dillendirildiği yerden çok ama çok uzaktı durup baktığım yer. Şimdi tüm bunları tadanı düşündüm, herkes için öznel olan bu acımsı tadın O'nun hahyatında da sevilebilir, ve yaşama inancı artıran haliyle kalmasını diledim.

Mutluluğa bulaşmış heyecanın sebebi, Ortabahçe dergisi için bu ay yazdığım yazının tasarımının bitmiş hali. Dergi çıktıktan sonra buradan da paylaacağım tasarımlı sayfaları. Hem tasarımını inanılmaz beğendim için heyecanlandım, hem de artık histen düşünceye geçebilen, dahası bu düşünceleri ürünleştirebilen halimle tanıştırılır gibi oldum bir an.

Diğer hisere gelince, burada onların sebebine diyeceğim yok, olmayacakta .