26 Aralık, 2011

Bizim Okulun Tuvaletleri Boğaz Manzaralıdır.

İçim boşalmış gibi. Bu gün en sevdiğim hocalarıma tuvalette ve koridorda yakalanmasam nasıl durdururdum kendimi, nasıl sustururdum bilmiyorum.

Öfkemin öyle komik bir hali var ki, eli kolu bağlı çaresiz ve şapşal. Azmim o kadar yapmacık ki, resmi bile yok insanlara adından fazla söyleyebildiğim.


Çok ağladım. Beş yıldır aynı binanın içindeyim ama hepsini bu gün yarım saat içinde yaşadım; merdivenle oturdum ağladım, tuvalette ağladım, sınıfta ağladım, bahçede ağladım, avluda ağladım, koridorda ağladım...Susayım ve durayım diye her uğraştığımda derin bir nefes almaya çalıştım. Tuvalette pencereyi açtım, gözlerimi uzaklara dikmeye çalıştım dursunlar diye. Gözümün önünde dikilen gök kafes baktım bi de ona ağladım. Hey gidi be dedim, benim okulumun tuvaletleri kentin en güzel boğaz manzarasına sahip. Bir daha ağladım.

Çünkü komiktik, ben manzara ve okul. Üç farklı kanalda üç farklı sezonda üç farklı temada üç farklı dizinin bölümleri gibi. 

Proje Öncesi, Daha Öncesi ve Sonrası

Nefesimi tutyorum.
Eğer tutmazsam yeni bir nefes bulamıyorum.

Üç gün, sadece üç gün nefes aldığım yerdeydim.
Ne mi oldu? Nefes alırken içim darlandı. Öfkemin yönünü bulamadım, yerimi bilemedim.
Acil içe dönüş eyleminin gerekliliği ile sarsıldım. Dilim söylemesin, ruhum duymasın ve aklım anlamasın diye de kendimden kaçtım.

Yapamam dedim. Kendimi hiç bu kadar tekinsiz, güvensiz, köşeye sıkışmış ve tahammüle mecbur hissetmemiştim. Ki aslında çok daha belirsizlikler içinde yüzdüğüm zamanlarda çok daha cesurdu yüreğim. Galiba biraz, şu an yük gelen herşeyden cesaretimin sorumsuz yanını sorumlu tuttuğumdan bu halim.

Bu durum geçici biliyorum. Gerçekliğine teslim olamadığımı da. Eğer ki anlamından çok uzak köşede değilse zihnim, hakikatimi görmekten ve uzağına düşmekten korkuyorum. Hakikatin kendinden değil, hakikat için eylemsizliğimden.

Depresyonun eşiğinden bir adım daha öte gittiğimin de farkındayım. Elim renkli renkli haplara, tadı güzel şuruplara ve sonrasında gelen netlik ve rahatlığa gitmiyor değil. Ama kendimi tutuyorum, bittiğinde daha kolay yokmuş gibi yapabilmek için belki.

"Proje" kelimesini duyunca hatta yakın hissettiklerim "nasılsın?" diye sorunca çok mutsuzum ben  diyipte devam edemediğim, gözlerimdeki ıslak yanmaya mani olamadığım ve kalp çarpıntısı yaşadığım doğru. Proje yapmam lazım diye uyandığım sabahlarda aynı çarpıntıyla uyandığım hatta öncesindeki gece çarpıntıdan uykuya dalamadığımda. Ve dört hafta önce "artık devam etme bence geçebileceğini sanmıyorum"diyen yetki sahibi bilir kişiye rağmen - kendisine hoca diyemediğimden bu tabir - inatla ben bu projeyi geçeceğim diye direttiğimde doğrudur.

Şimdi?,  herşeyin hayırlısı ile son iki ders ha gayret arasındayım.

17 Aralık, 2011

Büyü(lü)mek

#
   Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur. Olgun bir insanın tüm gelişmiş yetenekleri bir çocukta vardır; eğer bu yetenekler gençlikte teşvik edilirse yetişkinde iyi ve akıllıca bir noktaya varır; ancak bunlar çocuklukta bastırılır ve yok sayılırsa yetişkin kişi körleşir, sakatlanır.
                                                                                                                                                            #


LeGuin - Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar?

Çöp-lük

#
   Amerika'daki bütün yetişkinlere okutabilirsiniz. Ama Amerika'daki bütün çocuklara okutamazsınız. Kitabınıza bakarlar ve o berrak, soğuk, boncuk gibi gözleriyle arkasında yatanları görürler ve bırakıp giderler. Çocuklar büyük miktarda çöp yiyebilirler (onlar için iyidir de bu) ama yetişkinlerden farklıdırlar; daha plastik yemeyi öğrenmemişlerdir.   
                                                                                   #


LeGuin - Rüyalar Kendilerini Açıklamalı

Plancı mıyım Kaşif mi?

# İyi yapılmış planlar her şeyi birden içerme eğilimindedir; keşifler ise adım adım yapılır. Planlama zamanı inkar eder. Keşif zamansal bir süreçtir. Yıllar ve yıllar alabilir. #

LeGuin - Rüyalar Kendilerini Açıklamalı

30 Kasım, 2011

2012

Öyle geliyor ki, zor bir yıl olacak kendileri...

Hastalıklar, vefatlar, afetler, tercihler, zor ama değerli, kolay ama boş eşiklerinde.

Hayrolsun...

14 Kasım, 2011

Yani...

İçim üşüyor varlığında,
olmasan belki soğukluğu da bilmezdim.
Ve söylediğinde dilim, bedenim
belki duyardın sen, olmasaydım ben.
Hani, hep duyarlıyızdır ya tanımadığımız ve uzak ötekilere karşı.
Karşıyım şimdi, karşı durdukların olmuşken sen,
Ve karşı pencereden tanışık olmadığın komşuyu izler gibi,
tanıdık benliğini arıyor gözlerim.
Bakıyorum,
da gördüğümü tanımıyorum.
İşte, içim üşüyor yani.
Tanı(ya)mamak kadar gerçek,
Gözüm bir yerden ısırıyor gibi kaypak da değil,
Tanımamak, yok olmak kadar net.


12 Kasım, 2011

Kendim ve Ben...

... biraz daha iyiyiz şimdi. Yaklaşık bir ay gibi bir zaman geçti kutlu sonlarım buhranının ardından. Bir kaç avuç göz yaşı, strese bulanmış bir mide felaketi, bir miktar kontrolsuz uyku serüveni, bayram vesilesi ile evde geçirebildiğim - ve çalışabildiğim - bir kaç gün her ne kadar bitmesi gerekenler listesinin yarısına bile yaklaşamamış bile olsam da görece iyi halim.

Elime ayağıma dolaşmış, uzadıkça uzamış işleri teslim etmenin rahatlığı var. Sonrasında her ne kadar sünüp gelen kuyrukları olsa da önceden bana bilgisi verilmeyen çalışma süreçleri için deliler gibi sorumluluk altında hissetmiyorum kendimi, biraz da ne kadar ince düşünürsen düşün kendi istediğini yapmadığın müddetçe tatmin olmayacak bir egonun varlığına aymanın da etkisi var tabi. Aidiyet hissetmeden iş yapmayı da deneyimledim.

Artık Pembe Ev insanıyım:) Ara sıra rüyalarımda bile görmeye başladım. Gençlik Merkezi nedir diye sorsanız içime sinerek vereceğim bir cevabım yok henüz, ama özellikle okulun yükünü biraz attıktan sonra sırtımdan bir takım planlarım ve arayışlarım var. Birde, müthiş güzel eğlenceli gecelerin orta yerinde kafasının en güzel haliyle " ben çok istiyorum oturup konuşalım, ne biliyorsam anlatayım" diyen muhteşem arkadaşlarım var. İki büyük pişmanlık sonrası vicdan azabım vardı, dilimi ısırıp sahiplerine anlattım. İçimi rahatladan suçu itiraf etme pskolojisinden çok karşılaştığım açıklık oldu, uzun zamanda belki görece az işle birikmiş ama çok sağlam içimde hissettiğim güveni sımsıkı yanımda görmek bambaşka birşeymiş gerçekten...

Okul... okulla ilgili hissiyatım, uzatmalı bir aşk acısı gibi... Çok sevmek çok nefret etmek. Başka bir tarifini bulamıyorum. Kendimi bu kadar ait, bu kadar yabancı hissetmek ve bu kadar eş zamanlı nasıl mümkün bilmiyorum.... Gururlarım ve utançlarım, mutluluklarım ve pişmanlıklarım nasıl bu kadar sarmal...? Okulla ilgili konuşmaya korkuyorum artık, git gellerde boğuluyorum diye. Her ne kadar o dünyadan kopmak istemesem de bitsin artık istiyorum, başka limanlara doğru yol almanın zamanı geldi artık sanki... Öğrenme ile yer edinme arayışlarının birbirine karışmasından korkuyorum. 

Başka... zamanla geçer sandığım ama bekledikçe büyüyen kırgınlıklarım var, ve hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden. Varsayımlarla değerlendirilmek, geçmişten referansla paylaşımı sınırlı tutana karşı açık olmayı başaramıyorum sanırım. Yalan değil, ben nişan attım. Tek bir an düşündüğümde bile doluyor gölerim ve canım acıyor evet ama... neyse diyorum akışına bırakma bahenesi ile ertelemeye çalışarak... Acımak kadar acıtmak kadar ne bileyim işte bir sürü korkum, kırgınlığım ve biraz da öfkem var... Tatsızım.





16 Ekim, 2011

Kutlu Sonlarım

Her şeye bir ara mı versem diyorum? okul beni beklese mesela ben bitsin diye onun gözünün içine bakıp duracağıma... Elimde biriken işlerin hepsi gecikmişliğin ağırlığı ve çirkinliğinde kendi kendine çürüyüp gitse. Bir müddet eve hiç gelmesem mesela, akşamları dönerken yorgunluktan canımın acıdığını hissetmesem böylece. Ya da hiç evden çıkmsan, köprü trafiği olgusunu unutana kadar. Günün kör saatlerinde uyanmak zorunda kalmasam listedeki işler bitmedi diye.

Öğrenmek hevesinden vazgeçsem mesela, bilginin deneyimden beslendiği inancımı da yitirip hiçbirşeyden başka birşey yapmak için koşmasam hayatın peşinden. Ne bileyim, dayımın torpiliyle İBB'de kadrolu şehir plancısı olsam, bende istenilen projeyi çizip plan tadilatı yapsam, orman alanlarına yerleşime uygundur diye rapor yazıp üçüncü köprü projesine imzamı atsam, kafam rahat olur işte. Akşamları beşten sonra ismek kursuna gidip, öğle aralarında bulmaca çözerim. Haftasonları kadın kolları etkinlikleri ile o koru seni, bu yalı benim gezer beş çayı içerim.

Ne bileyim, öteki türlüsühayal ettiğimden daha zor galiba. Kaçacak yerimde kalmadı şimdi. Bitiş ve başlangıç çizgilerindeyim. Böyle bir son sınıf stresini de hiç görmemiştim.

Vazgeçsem ne kolay olur değil mi, tabi eğer unutursa zihnim. Yüksek lisansmış... Sosyolojiymiş... pehh.. yapacağım iki araştırma bi tezden kim ne fayda görecek ki...

Sonsuza kadar aptal paftaları boyayayım mesela, damarımdan akan kan değil curecolor mürekkebi olsun.

Güzel hatalarım var benim. Düşdüğüm en derin dipte bile bu olacaktır tesellim. Güzel hatalarım var ve pişmanlıklarım hatalarım değil, doğru bu diye öğretildi diye peşinden gittiklerim.

14 Ekim, 2011

İsyan

İçte isyan var şimdi,
çünkü
dıştan hep iyidir halim..
Bir rivayete göre -hem de beni çok iyi tanıdığını idda edenlerin rivayet ettiğine göre-; Bana bir şey olmazmış zaten.

Tanıştığımıza memnun oldum; ben isyanda öldüm sen gördün mü?
Yazık, halbuki bana bir şey olmazdı zaten. Ki buydu beni öldüren.
Hiçbir şeyin olmadığı bir beden, bir ben.

Korkuyorum.

Canım acıyor.
Yorgunluktan. Kimseye söylemeyin ama sevdiğim üretken mutlu sabahlardan değil bu aralar sabahlar.
Koca bir beyin yorgunluğu ile, kendimi yırtarak ayırıyorum sanki yataktan.

Ellerim, ayaklarım hep şiş. Bedenim benden şikayetçi.
Kafam sık sık, kayboluşlarda, yazık oluşlarda yitik, gözü kara bir ihanetçi.

Kendime verdiğim sözler, yaşamdan aldığım zevkler, şimdi uzakta ve biraz da düşmanca kıs kıs gülüyorlar gibi.

Oysa yaşamak, yorulmak değil miydi?
İnandığının, aşk ile yaptığının peşinde,
Önüm, arkam, sağım, solum, yönüm, yolum;
Korkuyorum.

04 Ekim, 2011

Twikler



Az önce tweeterdan şunu yazdım; "Galata meydanında radikal bir karar alıp kuleyi yıkıp yerine yedi katlı alışveriş merkezi yapsam diyorum, projeyi savunması kolay olur."

Proje hocam şöyle bir şey ile cevcap vermiş; " ve hocamız düşüp bayılır."

İçindekileri ve galiba seni de seviyorum itü şbp :) Bazılarını biraz daha çok seviyorum ama kabul


01 Ekim, 2011

Gerçekliğine inanmadığım bir ilişkisel bağlılığa, kucak kucak çok severimlere, öpücük öpücük hoşçakallara, hatta yaaaa seni çok özledimlere bile bi s..ktr git diyesim var.

Benim o yumuşacık içim bi kere kızdı mı, hiç eskisi gibi olmuyor biliyor musunuz? Her kabullenilen, özrü dilenen ya da hesaplaşması görülen ve halledilenden sonra bile, yüzünüze bakmak yerine uzaklara bakmak, söyleyecek ağız dolusu lafım olsa bile susmak daha iyi geliyor.

Sonra merve seda huysuz oluyor. Huysuzum lan ne var, size iyi huylu oldukta ne oldu... Sizin yüzünüzden ötelenenler uzak, siz ve sizin gibilerde yok oldu. Böyle bir ilişkisel algıda huylu olacağıma, huysuz olurum daha iyi, hiç olmazsa anlamadığınız o huylarım boşa gitmez huysuz olunca.

Bundan sonra yanınıza, huyumu evde bırakıp geleceğim. Hatta söylemesi ayıptır yanınıze gelmeyeceğim. Gelir de bulursanız görürsünüz. 

28 Eylül, 2011

Galata'nın Yolları...

Dün İstanbul'da meydan gezmesine çıktım, tabi ki tekkeyi ziyaret etmeden dönmedim:)
Dünden aklımda kalan en güzel fotoğraf, ofisin önünde esneyerek kahvesini yudumlayan sevgili Erhan dude idi.

Dün yaptığım proje gezintisinde kendimi Galata Kulesi'ne odaklayarak dolaşmaya çalıştım, nereler beni oraya götürüyor, nerede nasıl engeller çıkıyor, bana hazırladığı ne gibi süpizler var...

Çok istedim oldu, bu dönem Galata Meydanı, Tünel Meydanı, Kumbaracı Yokuşu ve Yüksek Kaldırım'ı içeren bir bölgeyi çalışacağım. Sözümona kentsel tasarım yapacağım, yapabileceğime hiç inanmasamda. Ama çok büyük bir tehlike bekliyor beni; kapılıp gitmek. Korkuyorum gece-gündüz renkleri, tüm dünya sesleri, kapı önü yüzleri, arka bahçe gizlerine, boş binalarda masal heveslerine, akordeon sesine, midye dolma sepetlerine, mahallerlerdeki çocuk çetelerine kapılıp gidersem diye...

Korkuyorum çünkü biliyorum ki, kapılıp gitmek gitmek değil; gidememek. Gitmek gibi rahat değil gidememek.
Gel-gitler beni yorar, med-cezirlerin vurduğu kayalıkları yorduğu gibi. Ben denizinde kayalık değilim ki sen balık olasın bu dünyanın. Nasıl ki hiç kimse kaçamazsa ıslanmaktan, çünkü doğmadan daha ıslaktı dünyamız, ben de kaçamam bu kentin beni yormasından.

Komik Ben

Güldürdüm yine kendimi, senelerdir hep aynısını yaptığım bir şeyi yeni keşfetmiş gibi hissederek:)

Biriken işleri toplarlama, önümüzdeki günlerde elime ayağıma dolanma ihtimali olan tüm kalabalığı yerli yerine yerleştirme ivmesini veren yine bir eğitim haberi oldu.

Ben adam olmam yazıcaktım, sonra farkettim olamam ki ben kadınım:)

26 Eylül, 2011

Bir Proce Gecesi

Dönem başı, heyecanı taze procelerinden biri elbetteki...
Herşey tanıdık, bir yandan peşinden koşup yakalayamadığım aklımda uçuşan "alanı tanımlama" cümleleri, fikirler bir yandan kağıt-kalem-yazı-boya arasında kuramadığım ilişki.

Yabancı dilim çok iyi değil doğrusu, her ne kadar son dört yıldır anadilimden çok olsa da hayatımda renk-kağıt-kalem-yazı bütünü dilini çok iyi anlasam da konuşamıyorum bir türlü.

Uykum mu? ııh hiç yok. Sevgiler kendim.

22 Eylül, 2011

Tesadüfler...

Şimdi söylesem inanmazsınız, ama vallahi gerçek.

Bir önceki yazının üstüne; bu dönem projede bana aşağdaki yazıyı yazdıran sokakları çalışıyorum.

En zor proje olacak olsa gerek, davulun sesi uzaktan hoş ve oturduğun yerden konuşmak kolayken eylemek bir miktar daha zor çünkü.

18 Eylül, 2011

Sokaklardan Geçtim

Sokakları dolaştım yine bu gün, objektif olmaya çalışarak. Sadece binaların fiziksel kullanımının ne olduğunu anlamaya çalıştığımı sık sık kendim hatırlatarak. Ama kayboldum. Son bir kaç turdur adımladığım Gümüşsuyu, Cihangir, Tomtom, Çukurcuma sokaklarından sonra bugün Kumbaracı yokuşunun arkasına saklanmış mahallelerde, çıkmazlarda kayboldum.

Sokakta çeteleşmeyi öğrenen ve parka girenlerden haraç kesen çocuklarla onlara bulaşmak istemediği için hurdacı önlerinde fare ölüleriyle oynayan çocukları gördüm. Ayıla bayıla yediğimiz midyelerin yapıldığı evleri gördüm. Kimbilir hangi nedenden bomboş duran, yüzyıl kadar uzak bugün gibi canlı birşeyler anlatmaya çalışan binaları gördüm. Bugün bir ara, İstanbul'da bir mahalle Mardin gördüm.

Beyoğlu beni her seferinde biraz daha şaşırtıyor. Birbirinden sanki taban tabana zıtmış gibi duran dünyalar birbirine yaslamış sırtını ancak öyle ayakta duruyorlar. Hepsi bir diğerini gözü kapalı dışlayan, öteleyen hayatlar birbiri içinde bir diğerini besleyip büyütüyor, kimi zaman yepyeni şeyler doğuruyor.

Biz hala kimin masası kimin sokağında kim ne içmiş, kimin çeketine haydari bulaşmış onu konuşaduralım. Ama görmeyelim, duymayalım, ve işimize gelmeyen her ne ve her kim varsa yokmuş gibi yapalım olur mu?

17 Eylül, 2011

Bu hafta kahvaltı menüsü için yeni bir şey icat ettim, yumurta yemek isteyipte kokusunu sevmeyenler için ideal.
Ayrıca bir de vejeteryan bir köfte icat ettim. Besleyici, sağlıklı, çevreci.
Yine yeşil severler için harika bir fırın makarna yaptım, o da ilk kez.

Bu hafta hatırladığım kadarıyla; Kahvaltılık tuzlu - tatlı dürümler, menemen, fasülköfte, patlıcan kavurma, zeytintağlı fasülye, kabaklı fırın makarna, tavuklu erişte, tarhana çorbası, peynirli sebze kebabı, sebzeli incik kebabı, kavurmalı tirit,kurabiyecik, reçellik kurabiye, patlıcan sırtı, domatesli köfte, çaylı kek, baharatlı tavuk sote yaptım.

Önemli nokta; hepsini de yaparken çok mutluydum. 

Sorun; tüm bunlar yapmam gereken ama tek başıma yapamadığım bir planı ve türlü türlü taleplerle etrafını örüp ulaşmayı ertelediğim bir kararı çağrıştırıyor.

Keşke bu karmaşadan beni çıkarıp alacak bir sebep olan arkadaşlarım olsa:)

14 Eylül, 2011

Okulum, Hocalarım ve Ben

En son Bursa'ya alan çalışmasına gitmeden önceki gece yazmıştım, daha önce benzeri deneyimlenmemiz bir yolculuğun hazırlık gecesi. Sonra erken dönüş, kısa istanbul ve öncekilerden oldukça farklı bir Konya - Bayram tatili ve gelen güzel haberlerle yazılacaklar epey de birikmişti aslında. Ama beni buraya döndüren başka bir şey oldu; Bursa heyecanını besleyen kişi.

Hem akademik bilgisinden hem insanlığından hem de çalışma disiplininden inanılmaz çok şey öğrendiğim; O'ndan öğrendiklerimle her seferinde öğrenmeyi, çalışmayı ve 'iyi insan olma yolunda yürümeyi' bir kez daha sevdiğim bir hocam var. Bu sabah yine, güzelliklerle var etti günü.

Düşünüyorum da bölümümü seviyorum derken, bilim alanı olarak planlamayı sevmemin bir sürü nedeni var, bütün gelecek planlarımı üzerine kurduğum. Ve bölümümü seviyorum derken, hocalarımla, ders ortamlarıyla, hep beraber yaptığımız işlerle, okulumla yani ekolojik ortamımla bütün olarak seviyorum.

Hele sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız çalışmalarda beni alıp götüren işler, ilkeler, iş yapışlar ve metodlarla Şehir ve Bölge Planlama eğitiminde yaptıklarımızın örtüştüğü, birbirini beslediği alanlar oldu mu, değmeyin keyfime.

Tüm bunların hakkını verebilecek yolum, bu alanlarda katkı koyarak hep insanlığın ortak iyisi için yeni şeyler üretebilecek enerjim ve inancım olsun, ve ben utandırmayayım başta kendim olmak üzere kimseleri, emeği geçenleri.

15 Ağustos, 2011

Gece Hikayesi

Yine bir yolculuk önces gecesi, ben yine akşamdan yatıp birbuçuk saat uyuyup uyandım.
Yok olmuyor, akşamdan her işi bitirip zamanında yatıp sabah kalkıp yola çıkmayı bilmiyorum, beceremyorum. İlla o yolun öncesi sabahlanacak, yolculuk zaten akmakta olan bir erken günün içinde vuku bulacak, yeni başlayan günle değil.

Hazırlığı en zor yolculuklar, nereye gidip ne ile karşılaşacağını bilmediğin yolculuklar benim için. Ah diyorum şimdi keşke eğitime gidiyor olsaydım daha kolay olurdu hazırlanmak, hatta Family otele gidiyor olsaydım en kolayı olurdu:)

Bu sefer eğitime değil, bu sefer Bursa'nın köylerine gidiyorum, hem de meslek icabı:) Nerde kalırız ne yaşarız hiç bir ön görüm yok. Beni sürükleyen kısma, mesleğimin beni çeken yanını uygulama fırsatı bulacak olmam. Çaktırmayın, aslında uzun süre internetten flörtleştiğim biri ile ilk buluşma gibi; hayallerimdeki büyü, gerçekliği ile tanışınca aşka dönüşecek mi?

Vallayi heyecanlıyım, dönüşte okulu da bırakabilirim:p

Büyük ihtimal 10 gün yokum ama çok büyük ihtimal anılarla döneceğim. Bir köy defteri koyacağım sırt çantama, forsat buldukça yazıpta geleceğim.

Sevgiler. kime? kendime. bitti. hayır uykum yok karıştırıyorsunuz siz.

12 Ağustos, 2011

Espiri

Hayatın espirilerinden biri; Burslar kesilir, akbillere zam gelir... Hobaaaa

Bu günler...

... güzel günler. Farkında olmasam da hep o bana uzak olduğunu sandığım rahat, keyfe keder rutinden günler. Bazen aaammaan yaaa diyip arsızca gün boyu sahil kıyılarında geçirdiğim, bazen kafa rahatlığı ile keyifle saatlerce son derece verimli çalıştığım ya da gün boyu ev halinde misknlik yapıp kendi kendime kaldığım.


Hayat her ne kadar gevşek gibi görünse de, yine bir sürü çalışmacayla kandırıp, bizi kritik kararlara götürüyor yavaşça...

11 Ağustos, 2011

Pas!

Paslanmışım....

Zamanında ve doğru mail takibi yapamıyorum, arkadaşlarıma verdiğim sözleri zamanında yerine getiremiyorum, yaptığım iş planlarına uyamıyorum.

Olmuyor, olmuyor böyle! bu yaz bana yetmedi, başa sarmak istiyorum....

04 Ağustos, 2011

Erkekler ve İnsanlar!

Tarih boyunca süre geldiği gibi insan'ın erkek olanı referans veriyor olmasının aksine ben erkeklikle insanlık arasında bir geçiş olduğunu düşünüyorum! Hayır tabiki doğru değil bu söylediklerim, lakin anlayınız ki şu an o derece öfkeliyim.

"toplum gönüllüsü olmak sizin hayatınızda nasıl bir etki yarattı?" sorusuna verdiğim cevap senelerdir aynı; zorlaştırdı. Bu akşam farkettim ki feminist olmak daha da zorlaştırmış! Tıpkı sen olduğun için yaşadığın her ne sıkıntı varsa toplumda, eğer kadınsan onu iki kat daha şiddetli yaşıyor olma gibi.

Yolda yürürken laf atanı masum karşılar, duymuyor gibi yapıp aldırış etmeden yola devam etmenin güçlü, başı dik, aklı başında hatta özgür kadın olmak demek olduğunu düşünür, öyle olduğumu sandığım için öyle davranırdım. Bu akşam şunu yaşadım; saçma sapan yaklaşımlarla sizi taciz eden erkeklere karşı ağzınızı açıp tepki vermeniz bile mümkün değil. Bunun bir karşılığı olmalı diye tepinirken ruhum ve içim içimi yerken, yapabildiğim tek şey yüksek sesle bir kaş kelime savurmak oluyor bir yandan da içimde büyüyen tedirginliği bastırmaya çalışarak. Üstelik attığım her karşı adım, erkekleri daha da üstüme salyor!
Sokakta yaşadığım tedirginlğin, öfkenin ve ezilmişlik hissinin, eşitsizlik hissinin ardı sıra düşünürken farkettim ki; ergenliğimden itibaren cinselliği sokakta yediğim küfür ve taciz cümlelerinden öğrenmişim! Bu, sanırım bize çok şey söylüyor...

29 Temmuz, 2011

Nasıl bir yerde yaşıyoruz?

Az önce bizim sokakta oyun oynayan çocuklardan birine inanılmaz bir hızla çarpıp kaçtı. Çocuklar bir anda feryat figan bağrışıp kaıştılar, yaralanan çocuk öylece ortada.

Hemen telefona sarıldım, 112yi aradım sokağa koşmadan önce. Önce dakikalarca konuşmalarınız kaydediliyor bıdısı dinledim, sonra çaldı çaldı çaldı kimse cevap vermedi. 155'i aradım, aracın plakasını bilmiyorsanız ve şikayetçi değilseniz bizi ilgilendirmez dediler.
Balkona koştum yeniden, karşıdaki inşaatta çalışan işçiler çocuğu kucaklayıp caddeye çıkarıp bir taksiye bindirdiler. Yaralanan çocuğun oyun arkadaşları hala şokta ağlayıp bakaldılar olan bitene.

Önce cevap vermeyen 112 hattına köpürdüm, sonra o hızla mahalle aralarında daracık sokaklara giren o arabaya. Bu gün bizim burada duyduğum, gördüğüm dördüncü ambulans oldu. Sonra sokaklarda oynamak zorunda kalan çocukları düşündüm, o çozukları sokaklara salan ana babalara kızamadan o çozukları sokaklarda oynamak zorunda bırakan belediyeciliğe, planlamacılığa küfrettim.

Tüm bunları sessizce yaptım, kriz anlarında çok soğukkanlı ve bir o kadar da içime kapanığım.

24 Temmuz, 2011

Yerimiz.,

aynı yolun farklı istasyonları aslında.
Yerimiz değilşebilir, aynı yolda...

Gittiğimi sanırdım, geldiğim yer sımsıkı avuçlarımda, gideceğim tüm heyecanı ve inancımla yarınlarımda, aklımda ruhumda..
Yokmuş, gittiğim yer yokmuş, geldiğim bir yer olmadığı gibi...

Kocaman, büyük ve çok yarınlar yokmuş. Yaptığım, yapmaya çabaladığım durduğum yerle...

Şimdi rengimi sorsalar; Huzur derim. Öylesine sakinim bu dönemeçte... Hem de biliyorum, şimdi inandığım - sandığım- herşeyin bir süre sonra yanlışlığına ayma ihtimalimi, tıpkı şimdi gibi....

14 Temmuz, 2011

Hızlı

Gerçekten hızlı geçiyor günler, yavcaşlığıma inat. Olağanüstü sakin geçeceğini ve yıllardır sakin zamanlarımı bekleyen tüm işlerimi bitireceğimi beklediğim bu yaz, tüm o işlerim beni bekliyorlar :)

Bu aralar hayat bana hep biraz tuhaf geliyor, hele bir kaç gündür.
Bir yasağım var artık; hiç bir şey yapmayacağım bir süre. İyi geleceğini düşnüyorum, kim bilir belki böylece kabüllenilebilirim ahvalimi.

Sokaklar; yine seviyorlar beni, her zaman olduğu gibi. Hiç beklenmedik zamanlarda hiç ummadığım şeyler çıkıyor tanıdık-uzak sokak köşelerinden. Yaz sıcağında sokaklara damlayan terlerim bana iyi geliyor.

Bu yaz denize uzağım. Ruhum bunca uçuşurken aklım da ona uymasın diye, sudan uzak durmak iyi belkide. Sonra kim toplayacak beni...

İhtimaller her zamanki gibi yine baki, her zamanki gibi hepsi birbiri ardına ve kafa karıştırmaya niyetli. Karar vermekte yetmiyor zaten biliyorum ki...

Biraz gelece kaygısı var, ya iş bulamazsam telaşı. Aslında daha çok, sevemezsem yaptığım işi diye...

Uzun bir süre sonra yie biraz aralıyorum yaşamın alışık haliyle aramdaki mesafeyi; iki haftasonu, bir hafta içi buralarda yokum. Yarın sabah, eğitim yolunda başlayacak.

Biraz belirsizim bu defa. Birbirine sarmaş dolaş motivasyonlarım, kaygılarım, hallenmelerim var bu defa. Dileğim, tedirginliğimin de belirsizliğimin rüzgarına kapılıp elime ayağıma dolanmaması.

ve belki de bu günlerin en önemlisi; gözyaşlarının bir bedeli olduğuna bir kez daha inandım.

07 Temmuz, 2011

Tarihlerden de anlaşılır ki, epeydir uğramadım.
Yazmak isteyip kafamda biriktirdiğim milyonarca şey oldu lakin, zoraki masa başı çizimlerine maruz kalmadığımdan epeydir, nefes almak içinde blogdan ziyade sokağa, insanlara, iğne-ipliğe danıştığımdandır o birikenler harf olup buraya düşmedi.

 Bugün, kaşla göz arasında, bir bilgilendirme mailinde iki satır arası bir vefat haberi aldım. Sonra yine o tanıdık bildik hikayenin aslında beklenen ama her gelişinde de tüyleri ürperten sonunda yinelenen kalakalma hali. Ne yapsan boş hani, yanında olmak bir insanın, paylaşmak ne kadar mümkün diye sorgularken yakalandığın o caresizlik hissi...

 Baba'nın mekanı cennet olsun, kalanlar ve kafa yoranlara da huzur ve sabır gerek galiba.

02 Haziran, 2011

Birikim

Koleksiyonculuk saygı duyduğum bir uğraşıdır. İyi bir koleksiyoncu değilim asla ama, kişisel tarihimde başarılı bir arşivci olduğumu söyleyebilirim. Senelerdir itina ile biriktiririm. Yıllık almanaglar hazırlarım, defterler tutarım, biletleri, faturaları, peçete kağıdına yazılmış notarı sayfalara iliştiririm. Kendi defterlerimi kendim yaparım kimi kez, kimi zaman da çok severek aldığı mdefterleri kendimleştiririm.

Yıl yıl, dönem dönem bütün ders notlarımı dosyalar, ödevler için yaptığım internet araştırmalarını bile klasörler ve onları hem kullanır hem güncellerim.  Hiç yapmayacağımı bildiğim yemek tarifleri, hiç büyütmeyeceğime emin olduğum çiçek isimleri de biriktiririm mesela. Şehirleri biriktiririm, üstüste semtlerini saklarım.

Biriktirmekten çok korktuklarım da vardır benim; en çokta kırgınlık. Ben en çok kırgınlıkları biriktirmekten korkarım.

01 Haziran, 2011

Biraz bişeyler yazasım var buraya, hem de o kadar yok ki...

En şaşalı pasta bile lezzetsiz sanki, mis gibi güzelim ev kremasının altını yaktık da kremşanti ile pasta yapmaya çalışıyormuşuz gibi.

Neyse bari şey diyeyim ben, Toplumsal Cinsiyet Eğitimi için ilk hazırlık toplantısını yaptık dün, çok güzel geçti zannımca. Biraz değişil o taraflar; çok meşru, çok eski, çok görünmez, çok yeni, çok spekülatif, çok tek dilli, çok çok dilli, çok ilk, çok deneyim, çok kadın, çok erkek. Dengeler önemli.

23 Mayıs, 2011

Hayatın sırrını çözdüm sandığımda onbeşimin sonlarına geliyordum. Kocaman sandığım küçücük ruhuma ağır gelen bir kabüllenmeden günler sonra ağırbaşlılıkla, belkide hayatımın en gerçekçi kararlarından birini verip kalabalık ama tek kişilik bir hayat kurmak için uyanmıştım güne. Elimde olanları, yanımda kalanlara olan sevgimi ölçüp biçmiş, mübalağa etmeden, dipsiz kuyu triplerine girmeden bir bir önüme dimiştim cevaplarımı.

Şimdi yirmiüçümün sonlarına geliyorum, mevsim biraz daha erken ama bir kaç ay çok da ifadeli değil artık bunca hızlı akan zamanda. Henüz on yıl bile geçmemişken aradan Amerika'yı yeniden keşfediyorum.


Eskiden kocamanlığına inandığım, güç aldığım bir ruhum vardı. Şimdi ruhumun küçüklüğünü biliyorum.
Bu yüzden kendimi özel, öemli zannetmem.

Aşk Acısı, Dost Acısı

Bir kez, sırf Kabak'ı anlatmak, Gemile'den bahsetmek için yazacağım. Dün asmadan topladığım yaprakları nasıl sardığımızı, kabak sandal sefası için oyduğum kabakları, kocaman gece ateşini, uçsuz bucaksız parlak yıldızları anlatacağım mesela. Ama şimdi kafamda çınlayan, Mina Urgan'ın yıllar önce - orta okulun henüz ilk yıllarında iken- okuduğum ' Bir Dinazorun Anıları' kitabındaki bir cümle; "herkesin aşk acıları olur, benim dostluk acılarım oldu hep."

İkinci bir emre kadar ağzımı açıpta tek kelime anlatırsam namerdim. Her anlattığımda bu çok önemsiz bir şey vurgusuyla biten cümleleri duymayacağım böylece. Sonra bir bakmışın, ben yokmuşum.


Üç tarafı ormanlarla kaplı, yüksek bir yamaçtan denize bakan bu koyda herkes manzaraya karşı oturmayı yeğliyor. Dikkat ettimde ben geldiğimden beri hep manzarayı arkamda bırakıp bungalovlara, pencerelere, kapılara, balkonlara doğru oturuyorum. Herkes kendi için hayal kurarken denize dalıp giderken, ben insanlara bakıyorum.

Huzursuz Gece

Dün, yaptığı ayrılık konuşmasından sonra ne sözü bozmadan ne de nişanı atmadan "medeni", akıllı uslu açık fikirli insanlar gibi akılcı kararlarla koruyabileceğimizi düşünmüştük ilişkimizi.

Ben, kaybetmişlik, kaybedilmişlik, kırgınlık, öfke, can acısı ile harmanlanmış tepkilerimi dizginlemiş, kendimi dindirmeyi, ferahlatmayı başarmış, kararımı uygulamış ama görünür gerekçelerini yumuşatmış idim. Kimseye söylemedim, gece beni bekleyen ateş böceklerinin yanı sıra gözümde yaşlarımında olduğunu. Kötü çocuk olmamamak için değil, her şart ve koşulda sevebilmeyi öğrenmek için.

Bu sabah, gecenin keyf saatlerinden bu yana, dalgalanıp çoşmadan sessiz sakin yine aynı kavganın içindeyim. Hepimiz, ikimizi ve kendimi evirip eçirip, ayrı ayrı yada birlikte düşünüp durmaktan bir adım beri geldim. Kendimleyim.

Benliğimden taviz vermek mi, egomun bir kıyısından vazgeçmeyi öğrenmek mi? Bana bu kadar zor gelenler, bunca kolaysa, hele de neredeyse hayatta her öğretiyi beraber kurduğumuz insanlara, nasıl bir yanılgının içindeyim?

Sözde - konuşulmadan- herşeyin hallolduğu o çıkmazımızdan çıkabildik mi emin değilim. Ben çıkamadım, çıkmazın derinlğini de sana anlatamadım. Kendimce kabullendim, denedim, güvenmeye inanıp bir şans verdim. Suistimal edildim, yine bağıra çağıra defalarca söylediğim o yere konumlandırıldım. Senin yarattığın ve sana ait olan çıkmazda ben kaybolup kırıldım. Kırıklarımı darbelerini nerelerde aldığımı şaşırmış, durgunlaştıkça derinleşen bir acıyla kıvranırken ben, sen göklere çıktın ha çıktın. Mutluğun, mutluluğumdu ama ufacık bir kontrolden aciz kaldın ya, bana tüm çıkmazların kapılarını bir kez daha açtın.

Ben artık, o çıkmazların içinde hissetmiyorum kendimi.O çıkmazı sen hiç göremeyeceksin anladım. Git gellerinde duracağım yeri düşünyorum, ne kadar sana yakın olmayı başarabilirim bu halde. Peki ya tek taraflı adımlara daha ne kadar var takatim?

Üç kez ben yokum demek için düşündüm; ilki gelmeden önce idi, zamana bıraktım görelim dedim. İkincisi geldikten sonra gördüğüm manzaraya ilişkindi, ben gidiyorum dedim. Üçüncüsü dün gecenin daveti idi, bu güvendiğime kendimi inandırmak ve senin iyi niyetine, samimiyetine, güveni haketmişliğine inanmam için bir fırsat diye düşündüm, seni reddetmedim ve zamana bıraktım. Bu üç karardan iki zamanda yanılgıyı yaşadım. Yanılan ben miyim diye sorarsan, hiç sanmıyorum. Ben sadece taviz verendim, yanılgı senindi. Tasavvur ettiklerinle gerçekleştirdiklerin arasındaki eğrilikte dolandın ha dolandın.

Şimdi, kendimle ilgili bambaşka bir kavganın ardındayım. Ve acı olan ne biliyor musun? Tek bir sözüm bile yok sana söyleyecek, verecek tek bir tepkim yok.
Ben bu sessizliğe, buranın tesadüfü iletişimlerine kendimi bırakıp senin o tanıdık hallerinden, "biz"in ihmal edilmişliklerinin acemice gönlünü almaya çalışan "iyi niyet" eylemlerinden mümkün olduğunca uzak olmak istiyorum.

Ne acı değil mi bunları söyliyor olmam? Sanki imkansız gibi. Bizim o masal gibi akıp giden herşeyimizin kıyısında bunları hissetmem? Çok mu büyüttüm yoksa? Biz hiç birşeyi küçük yaşamadık ki ama... Kocaman sevdik, kocaman güldük, kocaman yedik içtik, kocaman yürüdük sokaklarda...

Nefes alırken canım acıyor; inanamıyorum buraya kurduğumuz hayaller, içinde bulunduğum coğrafya ve taşıdığım hislerin tezatlığına.
Başarabilirsem, susacağım sana, çünkü konuşursam ayıp olacak Yaratan'ın bunca cömertliği arasındaki bu coğrafyaya, yüreğiyle iş yapan bunca güzel insana.

KaBak Vs.'ye sevgilerle.

22 Mayıs, 2011

Ateş Böcekleri

Dün geceyi geçirdiğim bungalovun yer yatağının üstünü örten bir cibinliği var. Ama sadece bu kadar değil. Işığı kapatıp cibinliğin altına yattığımda gördüm ki cibinliğin üzerinde geceme eşlik etmek için bekleyen ateş böcekleri de vardı.

Önce biraz tedirgin oldum evet, sonra böyle bir fırsat bir daha ne zaman geçerki elime diye düşündüm.
Kapalı mekanda açık gökyüzü misali, yıldız gibi ama ateş böceği...

Sabah parlak bir erken güneşe uyanmayı, günü ilk anından yakalamayı planlarken puslu bir sabaha uyandım. Ateş böcekleri geldi o zaman aklıma, iki yaz önce bir üstadımın seveceğimi düşünerek paylaştığı, o çok sevdiğim şarkıyı hatırladım, sebepleri ile birlikte.

Ateş böceklerinin hikayesi, yersiz yurtsuz kanat çırpışları, eğilmeden güneşe kanat çırpışları ve bir mevsimlik özgür kalışlarıyla dillenir ama ya, kim hangi koşulda ne kadar özgür,.. düşünmeyi hatırladım o anda.

21 Mayıs, 2011

KaBak Çorbası

Kafam çok karışık.

Şu anda karışmış değil aslında, ama karmaşayı kaçınılmaz yapan kendimce vermem gerektiğini düşündüğüm karar.
Düşünceler, hisler, öngörüler, öncelikler, davranışlar, olaylar, tepkiler hepsi birbirine girmiş vaziyette, ve hepinin dışarı sızmasından korkuyorum. Çünkü, ortak bir iyiyi söylemiyor hiç birisi.

Biri dışarıda kalacak bu oyunda, ya tüm gerçekliğiyle görerek, gördüğünü bildirerek söyleyeceklerinin -aslında gerçekleri gösterdiği için- can acıtacağını bilerek. Ya da, kimsenin keyfini kaçırmayayım diye görmemezlikten gelerek ve görmemezlikten geldiğini kimseye hissettirmeyerek ama kendisine saygısını yitirerek.

Yani, oyundan çıkacak kişi her iki ihtimalde de aynı; bu oyunu tercih etmeyen, doğru bulmayan, beğenmeyen kişi.
Gitsin o zaman diyorsunuz değil mi? Gitsin o zaman gerçekten, bence de gitmeli.
Ama bu gidişi açıklaması gerek, söylemeyi sevmediği kelimelerle, olmayı hiç istemediği karşılaşmalar ve dengeler içinde.

İyi günde kötü günde diye bir söz verip biribirine, bir ömür boyu birlikteliği düşünmek böyle birşey demekki. Saygı esassa, özüme ve karşımdakine karşı dürüst olmalıyım. Duymak üzebilir, ama içimi acıtan her ne varsa - onun için nedensiz dahi olsa- paylaşmalıyım.

Komik, ya da trajikomik olan ne biliyor musunuz? Ben bunu daha önce iki kez yaptım. İki söz, iki nikah bozdum bu kafayla. Her iki sevilen de geldi geri, canı acımış, acılarını dindirmiş ve bolca yüklendiği mahçubiyetle. Ama olmadı eskisi gibi.
Şimdi, bu ilişkiyi diğerlerinden farklı kılacak olan bu istenmeyen karşılaşma değil, sonrası.

Benim canım acır, her gidende acıdı. Artık öğrendim ve tekrar olmayacak dediğim herşeyde olduğu gibi, bu defa da yaşam döngüselliğini hatırlatıyor bana.

Aslında bu bir, KaBak Vs. yapımıdır. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese sevgiler.

08 Mayıs, 2011

Ben Demiştim,

... gitmez, tamamen yok olmaz diye. Reklamı bol oyalamacalar bulur kendine, güçlendim ve gittim der ama gitmez diye. Tıpkı iyi ruhların ne olursa olsun yok olmadığı gibi evrenden, kendi narsizmine tüm diğerlerini kurban edecek denli kötü ruhlu olanlarda ne olursa olsun değişmezler, gerçek bir iyiye dönüşmezler ve def olup gitmezler.
'Gittim' der, büyük bir cin ustalığıyla işlediği kötülüklerin uçuşup geride iyilik resimleri bırakmasını bekler, herkesin öfkesi sakinleşince olağanlığından emin bir halde hissettirirler kendilerini.
'Yok yok tamamen bitti o hikaye, efsane olmaya yazdı silindi' diyenlere üzelerek ben demiştim diyeceğim bir süre sonra. Şimdilerde bahar sandıkları havada nem topluyor aynı kötü ruhlar. Bir müddet sonra 'ben değiştim bakın artık fırtına yok kanatlarımda bereket yağmuru olmaya geldim' diyerek girecekler iklimlerimize ve bereket sandığınız yağmurlar asit salıp yeryüzüne yakacaklar her birinizi ve emeklerinizi. Yanlız, en çok canı acımışlar anlayacaklar asit kokusunu, yani artık canı acımayacaklar.
Bu yağmura aldanıp da, naifliğine güvenipte yağmurda ıslanmaya koşanlar kim ne derse desin ancak o yağmurda ıslandıktan sonra anlayacaklar ne menem bir illet olduğunu, değiştiğine inandıkları o ruhun.

Bunu söylemek istemezdim, ama ben demiştim.

04 Mayıs, 2011

'ucube'

Ey Devlet, beni de Ötekileştir!
Çünkü ötelenen, merkeze göre menzile daha yakındır.
Ey Devlet, beni de başkalaştır!
Çünkü başkalaşan, sana benzemeyi  bırakmıştır.
Ey Devlet, beni de Yabancılaştır!
Çünkü yabancılaşan, neden sevilmediğini anlayacak kadar düşünmeye başlamıştır.
Ey Devlet, beni de Farklılaştır!
Çünkü farklılaşan, rasyonel evrimin yolcusudur.
Ey Devlet, beni de Dışla!
Çünkü dışlanan, içeriden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın heyecanına kapılmıştır.

Seri katil Carl Panzram der ki; "kendimi düzeltmek istemiyorum. Tek arzum beni düzeltmek isteyen insanları düzeltmek, onları düzeltmenin tek yolunun da onları öldürmek olduğuna inanıyorum. Benim düsturum şu; Hesini soy, hepsine tecavüz et ve hepsini öldür."

Bir cani ile bir devlet arasındaki benzerlik, herkesin benliğinde bir totaliter rejim hevesini baskı altında tutması. İnsanlar ve kurumlar kendilerini ifade için daima bir enstrümana ihtiyaç duyar; bir besteciye müzik aleti, bir doktora tıbbi malzeme, bir katile bedeni ve karşınızdakine zarar vereceği nesne, bir devlete ordu, derinleştirilmiş kadrolar, din ve faşizm lazımdır.

Bilim aslında atomu parçalamakla değil, parçalanmış atomu tekrar birleştirirmekle kendine yakışır olacaktır.

Yönetme arzusu, belki kabullenilemez ama güdüsel bahanelerle makulleştirilebilir; ancak yönetilme arzusu diye bir şey yoktur. Asimilasyona boyun eğip benzeyerek gücün kanatları altına giren ve can güvenliğini sağlayanların, prototipleştirmeye karşı çıkıp benzemeyi reddederek ortak kimlik şemsiyesi altından kopanlara düşmanlığı, sürüden ayrılanı kurdun kapması sözüyle korkutulmaya çalışılınması çok bildik bir politikadır. Bu politikaya uymayan devlet yeryüzünde henüz görülmemiştir.

Öte, öteki, başka, fark, yabancı ve dışarısı: Huzuru olağanda arayanlar için sürekli bir korku öğesi. Hollywood yıllarca bu öğelerle dolu korku filmleriyle terbiye etti kapitalist amerikan toplumunu. O filmlerle biz de yerimizden sıçradık Ortadoğu'da. Çok öteye gitmememizi söyledi ebeveynler biz çocukken; başkalarıyla, yabancılarla konuşmamamız öğütlendi; eve erken gelmemizin, dışarıda fazla durmamamızın kafamıza çakılması da cabası. Sanki biz çok temizdik ve diğerleri dehşetin tek sorumlusuydu. Ama diğerlerinin gözünde biz de diğerleri olmuyor muyduk? Nerden bakılırsa bir "öteki" hala hayattaydı.

Sınıflandırma, listemele, ayrıştırma ötekinin var olabilmesiyle mümkündü. Bütündeyse öteki kavramı anlamsızdır. Anlamlıyla anlamsızın adlandırılması ise işe yarayanla, uyum sağlayanla buna öfkelenenin elektrolizine bağlı.

Ey Devlet, beni de 'ucube' say!
Çünkü ucubeleştirilen, hep hareket halindedir.

Küçük İskender / sarı şey*

02 Mayıs, 2011

Pişmanım

Pişmanım,
Dün 1 mayıs kutlamalarına gitmeyip evde proje yaptığım için çok pişmanım.

26 Nisan, 2011

Gidecek yerim yok ama evimdeyim

Tahammül sınırlarımın daraldığını fısıldıyorum kendime,
sonra bağırıyorum tahammüle mi geldi şimdi sıra?

Neye ihtiyacım var?
Çok şey değil aslında, görülmeye, duyulmaya, sayılmaya.
Pe heyyy.... sen git atölye yap 23 nisanlarda, de ki anne babalara, çocuğun katılımı da katılımı.

Ben her kolaylaştı sandığımın ertesinde, yine bir yel alıyor ortalığı, yine savruk, yine darmadağın içim.
Her fırtınadan sonra, sanki daha zor bir öncekinden toparlamak ortalığı.

Nereye kadar devam edecek bu böyle? Merak ediyorum.
Kaç kez daha bu son diyip kendime, anlamaya çalışıp tarafları, önce kabüllenip sonra affedip, sonra yine sevgiyle bir sonraki fırtınayı bekelyeceğim. Kaç kez daha boşver diyeceğim yara izlerime bakıpta canım acıyarak.

23 Nisan, 2011

Dün...

... birşeyler yazmak istemiştim istiklal'de adımlarken.
İlk tetikleyen, yıllardır ilk kez İstiklal'de Cuma namazına doğru olan hareket akışı ile karşılaşmak oldu. İlk kez, camiye doğru ve cami önünde bir bedenler korosu uğultusu duydum istiklalde.

Zencefil'e mi yoksa Mavra'ya mı karar verememiş bir halde biraz daha yürüyünce şöyle, İnci Pastanesi vitrinlerinde farklı bir görüntü çarptı gözüme; paskalya yumurtaları.

İstiklal'e ilk geldiğim günü düşündüm. İstiklal caddesinde yürümek bile korkuturdu beni; hem orada olmak başlı başına bir tehlike unsuru idi hem de çok kalabalık, ne idüğü bilinmez bir kalabalık.
İstiklal caddesinde yürümeye alıştığımda, ara sokaklar ürküdürdü beni hala, kaybolmaktan da çok korkardım. Kaybolmaktan kimseye bir zarar gelemyeceğini anladığımda, istiklal caddesinin bir alt paraleli, galatanın sokakları ve cihangir birer muammaydı hala. Galatanın sokaklarını, Cihangirin pıt diye galataya bağlanıverne tomtom yollarını, tarlabaşı bulvarını ve dahası tarlabaşının mahalleleri ve sakinlerini zamanla tanıdım.Okuduğum bölümün hakkı var, istediğim bu hali çokca o sağladı bana.
Sonra, şimdi ne hissediyorsun? diye sordum kendime. Sanki dünyanın en güvenli yeri, İstiklal gibiydi.

İstiklal'e ilk gittiğimde Neredesin Firuze'yi izlediğimiz sinemada bir film izledim.

Kayboluşlar...

Kaybolmadan bulduğun farkedilmiyor ve tutku ile bağlamıyor seni kendine çoğu zaman.
Kayboluşlar, yeni buluşlar için bir kapıdır önünde açılan. Kaybolduğun eşiği sevip yürürsen daha öteye.

Kaybedenler Kulübü

" Yaşam, geçiştirdiğin birşey olacak
- içinden geçtiğin; geçtilçe geciktirdiğin;
sonra da, geçip gitmesine izin verdiğin birşey..."
O. Aruoba

22 Nisan, 2011

Hak Ettiğin Güzellikler, Haksızlığın Olunca...

Hesapta olmayan bir yaz yağmuruna yakalanmak gibi hayatına doluveren güzellikleri hak ettiğini düşündğm, hiç tereddüt etmeden. Hak etmeye, başına gelen güzelliği hak ettiğine inanmaya, hele de hak ettiğime inandığım mutluluğu yaşamaya öyle çok ihtiyacım varmış ki...
Hak etmişliğin sebebi hiç hak etmediğim şekilde en umulmadık insanların beni acıtmışlığı ya da çok çabaladığım mutluluklardan bana kalan yoksunluklar olabilir.

Sonra bir gün, asla bırakıp gitmeyeceğine emin olduğum " hak edilmiş mutluluk" başka bir yöne esmeye başlayabilir. Rüzgarın değişen yönü sadece sıcaklığın derecesinden değil biraz da sana değmeyen esintisinden ötürü üşütür.

Hak edilmiş mutluluklarım, hak edilmemiş yanlızlığıma dönüşüverir birden. Ama lar başlar, büyük bir kabüllenilmişlikle birlikte buyur ettiğim. Önemsiz, terkedilmiş, boşverilmiş hissederim. Tanımadığım rüzgarlarda uçuşur küllerim, uçuşup dururken en sevdiğim kulenin tentesine düşüvereceğimi hayal eder, yapmacık bir mutluluğa boğarım kendimi.
 
Ne zaman farketsem bu gelgitlerimi, bu kadar hak edilmişlik ve haksızlık edilmişlik arasında kaybolan, kaybettiğim kendimi farkedince korkuyor yüreğim. Nasıl yapıyorum bunu birden bire kendime, hiçe sayarak sevdiklerim ve değer verdiklerimi. Ya bir gün, susturamadan yüreğimi söz çıkarsa dilimden?

20 Nisan, 2011

Sus Cümlesi

Etrafıma bakıyorum,

Umutlarını yitirenleri, yaşamlarını etrafında hatta belki uğrunda kurdukları fikirlerden çok uzaklara düşenleri görünce mutsuz oluyorum.

Mutsuzluğum, korkumdan. Umudun yarınını düşünmek en zoru galiba. En tat aldığın fotoğraftan bile bir acı sızması yüreğinde, en büyük gülümsemede bile bir tutam kaybettiklerinin kokusu...

Fotoğraf, Anadolu Turnesi 2010'dan, Halfeti. Görünene kanmayın, bir o kadarı da suyun altında o köyün. Baraj kalkındırır demişler, iş demişler, daha iyi evler demişler. Köyde gelişen tek yeni sektör bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda olan, gölün üstüne kurulu plastik iskeleler üzerindeki lokantalar. Evler betonarme evet, ama hala toz toprak ve çamur sokaklar.
Bir zamanlar gün batımı havaya bakan Ahmet Dede, mütemadiyen gözü suda şimdilerde. Anası, atası, evi barı, oyun kurdukları sokakları, koyunlarını gezdirdiği tarlaları, başını secdeye eğdiği camisi bile suda şimdi. Şaka değil, gölün yeşilimsi maviliğine aldanıp gökyüzünün sizi sarhoş etmesine izin vermeden gözünüzü diktiniz mi suyun altına, görünen köyün kılavuzla bile anlatamadığı öyküleri de, tüm yapılarıyla suyun altında. Bir köyün üzerinden yüzerek geçmek mümkün. Masal gibi değil mi?

Oldum olası sevmedim masalları. Hikaye güzel, masal yalan.

09 Nisan, 2011

Az önce, önce mutlulukla bulaşık bir heyecanla yaşardı gözlerim, sonra tadını sevmesem de uzaktan görünce bile duyumsadığım, hüzün mü, çaresizlik mi, herşeyin biraz karışımı mı emin olmadığım bir hisle hıçkırmaya başladım. Uzaktan gördüm aslında, dillendirildiği yerden çok ama çok uzaktı durup baktığım yer. Şimdi tüm bunları tadanı düşündüm, herkes için öznel olan bu acımsı tadın O'nun hahyatında da sevilebilir, ve yaşama inancı artıran haliyle kalmasını diledim.

Mutluluğa bulaşmış heyecanın sebebi, Ortabahçe dergisi için bu ay yazdığım yazının tasarımının bitmiş hali. Dergi çıktıktan sonra buradan da paylaacağım tasarımlı sayfaları. Hem tasarımını inanılmaz beğendim için heyecanlandım, hem de artık histen düşünceye geçebilen, dahası bu düşünceleri ürünleştirebilen halimle tanıştırılır gibi oldum bir an.

Diğer hisere gelince, burada onların sebebine diyeceğim yok, olmayacakta .

30 Mart, 2011

Bize Mekan

Biz mesela böyle bir yerinde evrenin, bir parçacık toprakta kocaman bir dünya yaratıpta kendimize, bize mekan edip de tüm evreni yaşayabiliriz insan ömrü elverdiğince.

Sıkışık mahallelerdeki sıradan apartman dairelerin minimalist ve göstermlik balkonlarında bile alabiliyorsak "mekan"ınımızın bahçesinde otururken yağan yağmurun kokusunu, birazdan gelip bize şımarıklık yapacak köpeğimizi bekliyorsak ve bir tabak kıymalı beğendideki iki tutam zencefil ile dünyayı keşfetmişcesine mutlu olabiliyorsak, bize her yer mekan olabilir. Ve biz ruhu olabiliriz tüm mekanların.

10 Mart, 2011

Kavram Çorman

Bir yerden tutmak, bir yeri bırakmak gibi.
Gözden çıkarmak, umursamamak, vaz geçmek.

Sağlamlığın görünür yanı.
Elde etmekse sorgunun başı,
Düşünmek çirkin, düşünmemek çirkin, sorular suçlayıcı, cevaplar edepsiz.

Düşünmeden durmak manasız, durmadan yürümek anlamsız.

Nereye gitmeli? Ne yapmalı? Ne söyleyip neye susmalı?
Boktan işler diyip bırakıp gidebilirim,
Olduğum yerde kalıp, döngünü birincil çemberinden başlayabilirim, ya da....

23 Şubat, 2011

Yeni Şans

Bazı işler yarım kalabilr, araya kaynayabilir, ama her zaman ikinci bir şansı hak eder,
Yarın ilk toplaşmaca ile başlayacağız belliki, Ve ben karar verdim, bir kez daha gidec eğim Eğitimin E Hali'ne. Daha pek çok kez "orada" olmak ümidi ile....

Adres burası, bekleriz:)

16 Şubat, 2011

Sen, Ben ve Yolculuk

Biz, yoldaş olmadan birbirimize, yolcu olacağız biz bize. Sen ben, ben sen olup da yürüyünce, ayrı iki dünya birbirinin peşi sıra yuvarlanıverecek dar, eğimli, taş sokaklardan. Sonra bir yudum su, amansız sarı sıcak öğle güneşinde.

Biz seninle, atlayıp da birbirimizin heybesine, bi türkiyeden bir dünyadan gezeceğiz ha gezeceğiz. Sen bana geldiğinde, ben sana durduğumda sen dünyanın ben türkiyenin yarısını gezmiş olacağız ya, biz birbirimizin heybesinden bakınca, başka bir gerçekliğe gözlerimizi kısacağız gün ortasında. Günün hep ortasında olacağız, ne başına ne de sonuna daha yakın, hep ortasında. Her bitişe ve yeni başlangıca hep uzak.

Kah atlayıp sen benim heybeme, kah ben yerleşip senin heybene, gezeceğiz ha gezeceğiz. Şimdi tanışık olduğumuz ülkeler, şehirler, köyler, bize mekan olacaklar ve biz onların öyküsü.

Biz seninle, birbirinin heybesinden akan bir çift gez-inti olacağız. Düş olacağız, bir birimizin avuçlarından düşmeden.

12 Şubat, 2011

Ve...

mutlulukla ve heyecana boğan haber gelir.
Bir eğitmen eğitiminde daha beraberiz sayın seyirciler:)
Takip edin;)

10 Şubat, 2011

Bir gün biri sorarsa,

Hangi bölümü isitoyrdun da puanın yetmedi de, şehir ve bölge planlamaya düştün?
O'na derim ki, Ben sadece şehir ve bölge planlama bölümünü seçtim. tek bölümdü istediğim.


Ve bıyık altından gülerek, kendi kendini bu bölümde buluş sebebini anımsamış ve tek gerçeklik o sanırken verdiğim cevabı beğenmemiş olacak, derse ki yine, E peki, inandırı olmayan idealist hanımefendi, şehir bölge planlama bölümündeki favori on dersiniz nedir bakalım?
O'na derim ki;
Şehir sosyolojisi
Planlama kuram ve teknikleri
Bilimsel düşüncenin evrimi
Temel tasarım
Şehir hukuku ve şehir yönetimi
Bölge Bilimi ve Planlama
Metropolitan planlama
Şehir yenileme
Sustainable development and planning
Konut sorunu ve politikaları

pek tabi ki şimdilik, henüz aldığım ve almayı heyecanla beklediğim derslerimde var, bu listeyi seneye güncelleyebilirim.

Sordular, aynen böyle söyledim.
Evet hiç proje yok içinde, aynı öneriyi sunacağım, bu bölüm ikiye ayrılmalı; projeli ve projesiz.

Bu günlerden bildiriyorum:)

Bunlar, yeni bu günler efenim:)


Tam değil, hala okula gitmek, bırak okula gitmeyi sokağa çıkmak büyük cesaret işi benim için, hala canım acıyor ama günden güne azalarak. Son iki gündür, bedenimi iki ayağımda eşit hissedebiliyorum:) evet adımlarım biraz aksıyor, çabuk yoruluyorum, vücudumun tüm kaslarında uzuuun bir uyuşukluğun ardından ufacık harektlerde bile sızılar duyuyorum ama mutluyum:)

Hiç yürüyemeyecekmişim, yürüsemde eskisi gibi olmayacakmış hissiyatından, pek tabiki pek çok değerli insanın da  desteğiyle, hızla sıyrıldım. Son 48 saattir, eğitimlere, teknik gezilere, proje toplantılarına, yollara, sokaklara, sevdiklerime, sevdiğim kentlere hayaller büyütüyorum.

Okulla ilgili düşnüyorum. Proje 5 notumdan dolayı çok mutsuzum, ortalama hala yüzüme gülmüyor. Proje 5'i bu dönem takrar mı alsam acaba diye düşnmüyor değilim Aslında bunun bir sebebi de, bu dönem istediğim proje hocasını seçememiş olmam. Bilemiyorum, bir karar var vermem gereken ben bu kararı bu haftamı yoksa bir yıl sonra mı vermeliyim ona karar veremiyorum.

Ve beklediğim, çok istediğim bir haber var. O haberi de alırsam, herşey çok güzel olacak:)

04 Şubat, 2011

Hadi bi toparlayalım...

Bir süredir, ki bana haddinden fazla uzun gelen bir süre bu, başka, bambaşka bir halde gidiyor hayat.

Şaşırtıcı bir ocak ayı geçirdim, benim ocaklarım saniye saniyesine dolu, çok düşündüren, çok çalıştıran, az uyutan, sokaklarda gezdiren, koşuşturmacaları ve hesaplaşmaları seven ocaklar olurdu. bu yıl öyle olmadı, bir garip...


Havaların kararsızlığını, kışı yaşatmaktaki plansız programsızlığını bendeki plansız programsızlığa, belirsizliklere, gevşek gevşek programlar yapmama sebep sayıyordum ne zamandır. Kendimi ne final haftası telaşında, ne proje teslimi öncesinde hissedemiyor, çalışsamda geçmiş yıllardaki kadar yorulmadığım için çalışmış hissetmiyordum, diğer bir açıklaması, itina ile sadece öğrenci olmaya karar verdiğim bu dönem, sadece öğrenci olmanın bana iyi gelmediğine kanaat getirmiş idim....

Ayağımı inciteli ve totomun üstünde yaşamaya başlayalı 3 hafta bitti, 4. haftanın içindeyim. Bu geçen sürede önce sokağa ne kadar aşık olduğumu kavruk bir acı ile öğrendim. Pencerenin önüne gelip kafamı dışarı çıkardığımda gözlerim dolacak kadar.  Evde oturma, hatta ev içinde aynı kanepe üzerinde yaşama halinin yarattığı buhrandan bahsetmiyorum bile.

Sonra finaller.... çok saçma çok garip bi final haftası. sit koruma finalinin olduğu gün hastanede emar alçı filan gibi turlardaydım. inanılmaz canım acıyordu. ertesi gün kelime açıp okumadan bölge finaline gittim ve iyi geçti. 3 gün çalıştığım vizesi leş gibi geçmişti. ertesi gün yine kelime çalışmadan hukuk finaline gittim. Şence hoca erken çıkmak istedim diye niye o kadar atarlandı anlamlandıramadım ama üzgünüm, o sıralarda oturmak çok canımı acıtıyordu. pazartesi günü metropolitan finaline gittim. enteresan olan finallere gitmem değil tabi, tamam okulun kapısına kadar arabayla gidip sonra koltuk değneklerimle seke seke sınıfa gitmem yine seke seke çıkış kapısını bulmama vs alışılmış şeyler değil, yeni yeni öğreniyordum o sıra. enterasanlık hali bütün gün içinde gerçekleştirdiğim tek eylemin finale girmek olması ve sonrasında gelen dayanılmaz yorgunluk hali. o kadar boyun eğdim ki bu yorgunluk hissine, bir günden bir güne sadece eser miktarda yemek yiyip, tuvalete gidip yatıyordum.

 Sonraki günlerde proje yapmaya başladım. Yetiştiremem diye hedeflerimi net ve minimumda tutmuştum, ideal ve mutlaka aksar diye yaptığım zaman planlamasından da erken bir şekilde cumartesi 17:00 sularında bütün çıktılarımı almıştım. sonra yine uyudum.

 Bir kaç gün çok mecbur olmadıkça kimseyle konuşmadım. çok ağrılı bir regli geçirdim. daha az yemek yiyip tuvalete gidip daha çok uyudum.


Tüm bu anlam veremediğim yeni hayat formunun içinde çok anlamlı şeyler olan bir doğum günü yaşadım. Benim için tercih edilebilecek en güzel, en ifadeli çiçek buketini aldım. Git gel 2 saat süren bir yolu göze alıp, bi saatcikte olsa beni görmek için gelen öskem, akşam vakti çat kapı gelen canlar gülden ve gökberk , gün boyu susmayan telefonlar, mailler, mesajlar, annemin oturduğum yerden çalıştırdığım hayal gücümü pratiğe dökerek yaptığı ıspanaklı kek, portakallı ve kestaneli kremalı yaş pasta ve daha bir sürü detay, günler sonra ilk defa bir gece ağlayarak değil, gülümseyerek uyuymama sebep oldu. Ertesi sabah ağlayarak uyanmamınsa bambaşka sebepleri vardı.

Önce bu ayağımı incitme ve alçılı ayak sürecini hiç sorgulamadan kabüllenişime şaştım, sonra kaderciliğime verdim. sonra final ve proje teslimi dönemine gelmesi iyi mi kötümü bunu düşündüm. en iddaalı dualistler bile ağlardı halime, öyle çok çıkamadım içinden. Sonra ha biticek ha bitti diye planlar yapmaya başladım. Yavaş yavaşi gün geçtikçe, o alçı sonrası olan hayattan uzaklaştım. sanki bir daha hiç sokağa çıkmayacak hiç okula gitmeyecek, taksimden eminönüne hiç yürümeyecekmiş gibi. düşünmez oldum, düşünemez.Daha çok dizi, daha çok film, kaneviçe, kitap ama daha az hayat.


Dün alçım çıktı, için çıkan şey beni şaşırttı. Sol ayak bileğime bu kadar yabancılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Alçı çıkınca tahmin ettiğimin aksine canım acımaya başladı. Halen ayağımın üstüne basıp yürüyemiyorum. Üç gün sonra okul açılıyor, nasıl gidip geleceğim hakkında hiç bir fikrim yok. Alçı, bandaj, fizik tedavi ve yüzme den oluşan tedavi sürecine ameliyat ihtimali de eklendi. Ve sanki, bundan sonra hep böyle oturduğum yerden akacakmış gibi zaman.

Sanki şimdi kuş olup uçsam, bi açıklık bulupta dışarı çıkmayı beceremeyecek mişim gibi.

Geçer dimi? Ben yine günde üç şehir değiştiririm?

14 Ocak, 2011

Yetmez miş!

" İncitmemek yetmez, incinmemek gerekir.
  İncitmemek kolay, davranışla alakalıdır.
  İncinmemek, duyguyla alakalıdır, duyguyu da kontrol edebilmek gerekir."

dedi bugün bir zat-ı muhterem.

12 Ocak, 2011

İnsanlar Plan Yapar, Yaratan Gülermiş:)

Bu hafta için 4 final, Pelin'e İstinye'de balık, Yeniköy'de kahve ile son günler turu, aylardır görüşemediğim Efe ile görüşme, Gülden'in evini taşıma, Nesli ile röportaja gitme gibi planlarım var-dı.

Önümüzdeki hafta, bir final, deliler gibi proje yapmak ve rapor yazmak istemiştim.

Bir sonraki hafta, proje teslimi, teslimiden bi gün sonra güzel bir kuaför turu ve akşam dışarı çıkıp deliler gibi dansedip hem yeni yeşımı kutlamak hem projenin bütün hantallığını atmak, iki gün sonra Pelin'e veda partisinde hem ağlayıp hem oynamak, sonra bi koşu ankara yapmak istemiştim.

Ne mi oldu? Nur topu gibi bir alçım oldu. Tüm bu üç hafta benimle birlikte olacak.
Böyleyken böyle. kader kısmet....

10 Ocak, 2011

Yediğin lokmanın tadı ne olursa olsun, gözlerin acıyla kapanıyorsa her ısırıkta, ne kadar yanlız değilim ve mutluyumu desen de, bal gibi mutsuzluk, yanlızlık akıyor işte göz kapaklarından.

Aptalım benim. Küçük kadınım, koca aptalım. dur bir dakika, iyelik ekleri fazla. Küçük kadın ve koca aptal. sadece bu kadar.
'-m' i bile hak etmez kimileri.
hakkaniyet dağıtmak bana düşmedi elbet ama senin payına düşen de belli işte, naaparsın.

07 Ocak, 2011

Bir - ki - üç !

Bir yeni yıl yazısı yazmadım, çünkü benim için gariptir ama çoktandır 2011 gibiydi zaten.
Ne 2010'un gidişi, ne 2011'in gelişi bişey hissettirmedi. Yeni yıl geceler, soluksuz geçen dönem sonlarında nefes alacak bir "boş gün" den başka bir anlam taşımadı gitti benim için. Taşıdığı anlam o "boş gün" ün nasıl değerlendirildiğiyle şekillendi hep, iyi ya da kötü.

Şimdi demek isterdim ki, bu yeniyılın ilk yazısı. Ama değil işte.

Evet, şimdi yazmaya deva medebilirim. Bir geçiş yazısına ihtiyacım vardı, perde çeker gibi. yazdım bitti.