07 Şubat, 2012

BEYOĞLU SOKAKLARININ DEĞİŞEN YÜZÜ


 Yalnız, güvensiz, tedirgin ve küskün. Öfkesinden korkarım böyle derin bir küstürülmüşlüğün…
Yaklaşık on gündür İstanbul’dan, on beş gündür de kentin gündeminden uzaktım bunları düşündüğümde. Beyoğlu’na gitmeden bir gün önce internet haberlerinde Asmalımescit’te masaların toplandığı ile ilgili haberler görmüş, zaman zaman tekrarlanan bir tür ramazan etkinliği olduğunu düşünüp çok fazla önemsememiştim doğrusu. Hatta öyle ki, arkadaşlarımla ertesi gün kapı önü masalarında keyiflenmeyi, keyfi sokaktan alarak ve sokakla paylaşarak saatler geçirmeyi sevdiğimiz bir rum meyhanesine gitmek için sözleşmiştik bile.
Biz yine sokaklara hayaller kuraduralım, Beyoğlu’nun sokakları bambaşka bir karşılama hazırlamıştı bize, ellerinde olmadan… İstiklal Caddesi’nin meydandan girdiğinizde sağınızda kalan ilk paralelinde Ana çeşme, Kurabiye, Süslü Saksı gibi isimlerle birbirine bağlanan sokaklarından oluşan koridorun başına geldiğimde sarsıldım birden bire. Yürümeye devam ettim algılamaya çalışarak olan biteni. Güzel bir akşam geçirmek için yola çıktığımız mekanın önüne geldiğim de ise, mekanın kapanmış olduğunu gördüm. Cıvıl cıvıl kavanozların süslediği rafları boşaltılmış, rum türküleri susmuş, her daim önünde var olan birkaç kişilik esnaf muhabbetlerinden eser yok. Öte yandan dünyanın en güvenli yeri diye düşündüğüm Beyoğlu sokakları, ıssız, yalnız, tedirgin, köhnemiş ve tanımsızdı.
Bu hikayenin,  diğer pek çokları gibi alışılabilir ve unutulacak bir hikaye olmamasını diledim yürekten. Tam o hafta yapacağım bir iş gereği, Beyoğlu Kentsel Sit Alanı’nın tamamını sokak sokak dolaşacak olmam bir tesadüf olmasa gerek dedim. Biraz fotoğraf çektim, bolca anı biriktirdim. Mekan sahipleri ve yakın çevrede yaşayan sakinler ile konuştum. Gündemlerimizden silinip gitmesin, unutulmasın diye hikayenin en başına geri dönmeye karar verdim.
Belediye ve zabıta görevlilerinin herhangi bir uyarıda bulunmaksızın masaları toplamaya başlamasından öncesini hatırlıyorum aslında; bir süre önce yine hiçbir açıklama yapılmaksızın mekan önlerine beyaz noktalamalarla sınırlar çizilmişti. Tüm bu sürecin başlaması ile ilgili olarak yerel yönetimlerin üstün körü yaptıkları açıklamaların arasında mahalle sakinlerinin kalabalıktan, gürültüden ve evlerinin önünde alkol tüketiminden rahatsız oldukları; medya açıklamalarında ise kandil gecesi Şişhane’den aracı ile geçemeyen Başbakan’ın öfkesi var. İlki daha gerçekçi gelse de hem açıklamalarda tutarsızlıkların olduğu hem de uygulamanın çözüm amaçlı olmadığını düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Beyoğlu iç içe geçmiş, karma bir kullanıma sahip, Beyoğlu kentin hala canlı kalan eski kent merkezi. İstiklal Caddesi en çok kullanılan aksı olsa da Taksim Meydanı’ndan Karaköy’e, Dolmabahçe’den Dolapdere caddesine kadar bir bütün olan Beyoğlu, her türlü kullanımı da barındırıyor.  Sokaklarda gezerken sohbet ettiğim konut kullanıcısı olan sakinlerden özellikle ana akslara, eğlence ve yeme içme mekanlarına yakın olan kısımlarında yaşayanların yaz aylarında artan gürültü ve kalabalıktan şikayet ettikleri doğru. Ama ne var ki, ne yerel yönetim yetkililerinin iddia ettiği gibi bir haftada 600 den 4000’e çıkan bir şikayet başvurusunu gerçekçi buluyorlar, ne de sokakların bu yeni kör sağır dilsiz halinden memnunlar. 
Beyoğlu’nun konut sakinlerinden sonra iş yeri sakinlerine, işletme sahiplerine çeviriyorum yönümü. Sohbet ettiğimiz işletmecilerden biri, on sekiz yıldır orada olduklarını söylüyor. Bu uygulamanın bir habercisinin aslında birkaç ay öncesinden geldiğini anlıyorum konuştukça. Bahar aylarında belirlenen ve ödenen işgaliye vergileri genellikle bir yıllık planlanırken bu yıl, yaz aylarına kadar düzenlenmiş. Yaz aylarında yeni bir düzenleme yapılacağı da belirtilmiş. İşgaliye vergisinin ne zaman uygulamaya geçtiğini, sokakların ne zaman ekonomik bir değere sahip olup önem taşıdığını konuşurken başka bir tezatlık çıkıyor karşımıza. Sokakların kullanımı aslında sigara yasağından sonra aktifleşmeye başlıyor, işgaliye vergisi ile de bu kullanım yasal hale getiriliyor. Ne değişti de aslında illegal olan bir kullanımı yasal hale getiren bir yerel yönetim, birden bire sert ve hırçın bir tavırla yasaklamaya gidiyor sorusunu sormak işten bile değil.  Sohbet ettiğimiz işletme sahibi, aslında bu uygulamayı suistimal eden işletmecilerin olduğuna da vurgu yapıyor. Daha çok kar amacı ile sokaklara haddinden fazla masa atıp sokağın koşullarını zorlaştırıp dokusunun bozulmasından ve haksız bir rekabet ortamı yaratılmasından da son derece rahatsız. Bu durumun, en başından beri olaylar bu raddeye gelmeden denetlenmesi ve yerinde ihtar ve uyarılarla düzenlenmiş olması gerektiğini düşünüyor.
Mekansal öğelerle kurulu bu denklemin bilinmeyenlerine geliyor şimdi sıra; kullanıcılara. Biraz dikkatli bir gezintiye çıktığınızda, eskiden iç mekanlarda var olan kalabalığın da artık olmadığını kolayca fark ediyorsunuz. Ben her şeye rağmen Beyoğlu’ndan vazgeçmeyenlerle konuşabildim tabiki ve bu birazda sınıfta olan öğrencilere ‘ gelmeyenler nerede? ‘ diye sormak gibi oldu. Kendimi de dahil ettiğim bu grup, insanların bu olaylardan sonra istemsiz olarak uzaklaşıp, soğuduklarını düşünüyorlar. Kendilerini ait hissettikleri sokaklar artık onları istemiyor sanki…
Hikaye, birbiri ile çelişkili sözlerle örülmüş. Hikayeyi oluşturan kişi, sanki büyük bir ustalıkla okuyucunun hangi cümlede nerelerde kaybolması gerektiğin ince ince planlamış gibi sanki. Bunu düşünmeme sebep olan şey ise, şimdi yasaklandı diye öfkelendiğimiz uygulamanın aslında yerel yönetimin kamusal ortak açık alan olan sokakların mülkiyetine sahipliğini ilan etmesi ve bunu kiralamış olması gerçeğinin hiç konuşulmuyor, fark edilmiyor olması. Ben su üstünde işletmecileri zarar uğratan ve insanların eğlence hayatına ket vuran bu uygulamanın arkasında çok daha ileriye dönük ve başka bir amacında olabileceğini düşünüyorum. Sokaklardan kaldırılan masalarla çırılçıplak hale gelen, insansızlaşan sokaklar daha o an, zamanın geçmesini bile beklemeden hızla köhneleşiyorlar. Ve bu zoraki köhneleşme sanki bir kentsel dönüşüm projesinin erken, ön habercisi gibi geliyor. Talimhane’nin oteller diyarı yapılması, Kentsel Sit Alanı içinde ve yanı başında turizm bölgesi ilan edilerek varlığı meşrulaştırılmış yüksek katlı modern mimarideki binalar, İstiklal Caddesi’nde toplumsal hafıza ve kimlik için son derece önem taşımasına rağmen akıbeti belirsiz bekleyen boş pasajlar, her sezon açılışını umutla beklediğimiz Atatürk Kültür Merkezi, Taksim Meydan’ı için tasarlanmış yayalaştırma projesi sanki sahipleri ile beraber kullanıcıların da değişeceği denli büyük çaplı bir soylulaştırmayı müjdeler gibi. Mevcut sosyal yapının değişimini kaçınılmaz kılacak olan böylesine büyük bir projenin, ancak sosyal yapıda ciddi yıpranmaların yaşanması ile gerekçelendirilebileceğini düşünüyorum. Sanırım sokaklarda kamyonlarla sürekli gezinen, esnaf ve halk ile son derece olumsuz bir dil ile iletişim kuran zabıta ve polis memurlarına bunu yapmalarını söyleyen ve gizli bir iktidarın dolaşımını sağlayan her ne ise, insanlar arasında gruplaşmaya ve sosyal bir çatışmaya sebep olmak için yeterli olacak.


bu yazı Ortabahçe Dergisi için hazırlanmıştır.