26 Ağustos, 2009

Demişim ki,

Demiş ki;

" Artık üzülmüyorum sonbaharlarda gidişine, biliyorum çünkü İstanbul'da da mutlusun", 2005' te...

Demişim ki, " Ben aslında hala yanlızım İstanul'da, hala içim acıyor", 2007' de.

Şimdi sene 2009. Sonbahara var daha. Yaz ve kış keskin değil eskisi kadar. Gidip gelmeler sana-bana kolay, umursamaz hatta kimi zaman. Artık başka zorlar var ayrılıklarda.

Bir de, ben aslında hala yanlızım İstanbul'da.

25 Ağustos, 2009

* Bir zaman öncesinde içinde boğulduğm, bu günlerde sakince gezindiğim hislerle;

Benim hala umudum var... İsyan etsemde istediğim kadar...
Benim hala umudum var, seviyorlar bazen, soruyorlar;haran hayran seyret ister katıl ister vazgeç.

Boyun büküp önünde ağlasam sessizce, şu garip gönlüm affolur mu?
Bu fırtına durulur mu? Benden adam olur mu?

Elveda sana, yeter tamam. Bitsin artı bu dram.
Ham meyvayım hala...

Bıraksam kendimi, şöyle oh ne rahat, bu da geçer gülüm yaşamana bak.
Alınacak dersler var, sorulacak sorular, bizden bu kadar...!

Benim hala umudum var!
Ne zaman nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum desem yalan, hatırladıklarıma rağmen nasıl bu kadar sevebildim ve sevdi diye düşünüyorum aslında.

Biraz nemlenip iki damla yaş düşmesine içima acıdı görünce, sebebini bilmesemde.

Yanına oturup, 30 cm mesafede dokunmadan, yüzüne bile bakmadan durdum öylece.

Tanımıyorum iklimlerini, bilmiyorum kuytularını.
Özür dilerim, bu kadar çaresiz kalarak saygı duyabildiğim için hüznüne.

21 Ağustos, 2009

Bir an!

Bir an düşesin geliyor yine tepelerden yükseklerden... Takılıp ayaklarım tanıdık sandığım zemindeki tanışılmamışlara...

Yüzüstü çat! diye düşesim...

Bazı heyecanlar düşmek için gibi... Küçükken gördüğüm kabuslarda ancak tepeden boşluğa düşünce rahatlayaibldiğim gibi...

İfadesizlik yoruyor beni...
Düşünmeki hissetmek kendini yormak, sonra söyleyememek..

Söyleyemediğimde, düşesim geliyor çat! diye. Yüzüstü kapaklanayım istiyorum o an, ellim yüzüm kana bulansın, canım acısın.

Düşmüş gibi yapıyorum sonra, sanki canım acıyormuş gibi hissedip hiç bişey yapamayasım geliveriyor...

Ne yapsam bilemiyorum...

Çat! diye düşesim..

11 Ağustos, 2009

Sıradaki şarkı...

O zaman sıradaki şarkı benim için geliyor....

Bir yaz gecesi otururken bahçede ateş böceklerini seyre daldım.
Dolunay gökte, yakamoz vurmuş dibe ateş böceklerini seyre daldım.
Hanımeli kokusu karışmış yasemine ateş böceklerini seyre daldım.

Kendime benzettim yanışlarını
Yönsüz yolsuz kanat çırpışlarını
Eğilmeden güneşe özgür kalışlarını
Bir mevsimlik hayat buluşlarını



Teşekkürler Süper Kahraman;)

10 Ağustos, 2009

herkes sorar..?

Kimileri tanımak için sorar, kimileri bilmek için.
Kimileri filizlenen meraklarını gidermek için.
Kimileri özler sorar, aramak için.
Kimileri sezer! sorar, doğrulamak için.
Kimileri arar, sormak için.

08 Ağustos, 2009

Sevmiyorum..!

Ben bu evi sevmiyorum...

Gitmek istiyorum... Duramıyorum... Karışıklığımda kaybolmaktan yoruluyorumda yine kendimi bulamıyorum...

Fırsatların eşitsiz dağılımından nefret ediyorum...

Gitmek....

Melek..!!!

Hepimiz gördük meleği!
Değişik zamanlardai yerlerde, rüzgarlı damlarda, soğuk bomboş odalarda, kimsenin yürümediği koridorlarda... Bir çatı katı penceresinde, geçip giden yıldızlara seslenirken... Taşların arasında, ismini, yazgısını, gökyüzünün yollarını reddetmiş, sıradan, çıplak, çaresiz beklerken...

Olanla olmayanın, görünürle görünmezin sınırlarında uçuşuyor, bir belirip bir kayboluyordu.!

Hiç birimiz uzun uzun bakamasdık ona. Bu kadarı bile yetmişti bize. Çırpınan bir kanat sesi, küçücük bir şarkı, kendiliğinden çiçeklenen bir anı, birkaç damla yağmur.

Düş kurmuş olamazdık, çünkü çoktan tüketmiştik düşlerimizi. Bir araya gelebilseydik - ki hiç gelemedik- onun darmadağın imgelerini toplayaiblir, şu senden bu benden diyerek ete kemiğe büründürebilrdik. Yarıda kesilen öyküsünü kendimizinkinden birer cümleyle tamamlayabilir, onu kurtarabilirdik. Belki de yapamazdık. Yitirdiğimiz, sonsuza dek yitirdiğimizdi o, çoktan yitirdiğimiz, yitireceğimiz herşeydi.

Gökler katından, yüreğe çok yakın bir yerden, temelli çıkıp gelmiş, bu dünyanın gecesini bir ucundan ötekine alelacele katetmişti. Çok geçikmişcesine...
Karanlıklar boyunca dolanmıştı insanların dünyasını, yaşanyanları mı ölüleri mi işittiğinin bile farkına varmadan. Aramızda yaşamaya gelmiş, bizde gecelemiş, bizde tükenmişti. Pek çok sırrı görmüş, sırrı, suçu, mucizeyi, cinayeti, pek çok yol ayrımını insan oluşumuzun. Herşeyi görmüş, herşeyde kendini görmüştü. Giderek daha az anlam veriyordu, seslerden, anlamlardan oluşturulmuş dünyamıza, bu yüzden susuyordu.

Orada, bir başına, yenilmiş, yitik ve mağrur, son bir çabayla, son, insanüstü, muazzam bir çabayla düşlere daldı.

Ölen...
- Meleği öldürmüşler. Yanlarına alıp orada...
- Darp izleri görülmüş bedeninde, yanık izleri, parmak izleri, ayak izleri...
- Kendi istemiş. Yalvarmış hatta. Öldürün beni, diyeyalvarmış. Bırakın öleyim.
- İstese uçup giderdi. KEndi seçimiydi. O geldi aramızda yaşamaya...
- Kanatları kırılmış. Askıda kanatları kırılmış....
- İstese uçup giderdi. O seçti bizimle kalmayı...
- Kalmadı ki!

Sesler..!

Sesleri dinlersin, fısıltıları, adımlarıi bağırışları, dış dünyanın çağırılarını... Seni çoktan bütün resimlerinden silmiş dış dünyanın uğultusunu. Taşların cömertçe ilettiği, gerçek mi, hayal mi, anı mı olduğunu kestiremediğin seslerle yankılarını....
....

İçindeki sen'lerden hangisini cepheye sürüp hangisini geri çekeceğine karar verirsin. İçinizden biri mutlaka ölesiye korkacaktır. Gözden çıkarabileceklerini, çıkaramayacaklarını tartar, kapataibleceğin hesapları kapatırsın.
.....

Hazır mısın? der. Dünyayla yaşıt, sert, suskun, delik deşik taşa?
Yeniden doğabilmek için bir aynayla ve bir yürekle beraber toprağa gömülmen gerekir....


aslı erdoğan

Bilmece!

İnsan: en eski bilmece, konuşan madde...

aslı erdoğan

03 Ağustos, 2009

Yolun Nersindeyim?

İlk kelimeleri yazmak zor, çok zor. Ama zorlardan korkmamayı öğrenmem lazım...

Ben küçükken hep kabuslar görürdüm, çığlıkla uyanırdım uykulardan. Öyle çok korkar öyle büyük çığlıklar atardım ki bütün apartman uyanırdı gece vakitleri... "korkmaktan korkma" derdi babam. Sakileştirirdi beni. Sonraları korkmamayı öğrendim gördüğüm kabuslardan.. Kabusların da bir rüya olduğu gerçeğini öğrendim, kabus görünce uyanıp akvaryum ışığında oyunlar oynamayı öğrettim kendime.

En baştan başlamak daha zor oldu, ilk günlerin heyecanını anımdamak, umutlarımı...
Kendime "inanıyorum" derken dürüst değilmişim yada inancımı boşa çıkarmışım.

Elimi kolumu nasıl bağalsım kendi kendime hayret ediyorum, nasıl susturdum dilimi...

Yara bere içinde bedenim, tüm kaslarım ağrıyor tek tek... Umursamıyorum...
Yara bere içinde ruhum, kabuk tutmaya çalışan yaralarım canımı acıtıyor...

Çok zordu. Ceplerim yine dolu dolu ama ağır... Ceplerimde yüreğimde ağır... Koşamıyorum yürüyemiyorum.

Her zaman koşmak zamanı değil belki, her yolda yürünmez her zaman.
Benim için durmak vakti. Dururken vazgeçmemeyi becerebilmeliyim şimdi...

"Sağ çıkarmısın bilmem ama çıkarsan çok sağlam çıkarsın" demişti ya güvenip sevdiğim biri, ne sağ çıktım ne sağlam.

Özür diliyorum içimden sürekli... Kendimden, bana güvenenlerden, ekibimden, yola devam etmek istediklerimden...

En çokta söylemek isteyipte beceremediklerim için... Göz yaşlarının baa güç veren göz yaşalrı olmayışlarından, boğazımda kalan her düğümün başka bir değeri benden alıp uzaklaştırmasından... Benim için o kadar çok değerli o güzel insanlarla içimde sıkıştırıp sakladığım anlamları paylaşmamaktan... pek çok şeyden pişmanlık duyuyorum şimdi...
Özür diliyorum tüm pişmanlıklarımdan, tüm sebeplerimden...

Kendime sorularımı bulmam lazım, cevaplarımı dürüstçe vermem.
Durup düşünürken düşmemem lazım, durunca vazgeçmemem.

Sonra, sonra devam etmem lazım.

Yeni fırsatlar için kayan yıldızlardan dilekler dilemem belki...

Denizler durulunca, ışıklar kapanınca, unutup yıktığım günleri, yeniden girerim rüyalara...