18 Temmuz, 2009

İshakçılardayız..!

Kültür avcıları bu sabah güne erken başlar:)


İstikamet İshakçılar Köyü...


Gelişmeler 20 gün sonra...

16 Temmuz, 2009

Kocaeli'deyim. Kocaelin'deyiz.

Anlamaya çalışıyorum, bakıp görmeye, işitip duymaya.

Hayal etmeye çalşıyorum, nasıl olur? a cevaplar bulmaya.

Evet, birazcık korkuyorum, bunun çok sebepleri var, çok çeşitleri.Ama çok da umutluyum, bu ekiple başaramazsam kimlerle başarırım ki?

Dün dediki" sağ çıkarmısın bilmem, ama eğer çıkarsan çok sağlam çıkacaksın"

Göreceğiz, çabalayacağım.

Tüm bunları düşünürken, Çın Çın yazdı iki cümle; Seni hep çok sevdim, bunu asla unutma.
İçim çız etti, buz gibi soğdum önce telaşla telefonumuardım, bulamadım... Konuşmayalım dedi lütefen bu gece, peki dedim..

Peki, ne zaman? Çok geç olmadan olsu lütfen, çok geçmiş olmadan...

12 Temmuz, 2009

Gemi...!

Sulara atar gibiyim kendimi... Ve küçücük...

Deliyim...

09 Temmuz, 2009

Dün öğleden sonra, Konya Büyükşehir Belediyesinde geçirdiğim en gergin öğleden sonra idi.

Benim staj bitmezmiş mişte miş miş...

Sonra kaşla göz arası internete girdim, mail kutumu açtım, Çarşamba haberi gelmiş.

Ağustos ayına serpilmiş ufak tefek planlar için özür mailleri göndermeliyim, söz küçüğün kampı için en önce!

Huzur gibi bi his.. ama bi yanı heycan biraz...

07 Temmuz, 2009

Biraz

Aslında biraz, kararsızım bu aralar. Hiç bir şeye sımsıkı sarılmadığım zamanlar.

Aslında biraz, korkuyorum, sımsıkı sarılmaktan birşeylere.

Aslında vazgeçtim ben, geçmişten yarına refans vermekten. Yarın, yarın olsun istiyorum.

Aslında en çok ta, yarın olsun istiyorum, hep yarınlar olsun.

Aslında biraz sıkıldım da. Hep aynı dinlencelerle dinlenmekten, aynı özenleri aynı eylemlerle sergilemekten.

Yeni şeyler istiyorum, çok tanıdığım çok bildik olsunlar.
Yakınlığı, gerçekliği yepyeni olsun, sevgisi yeni olsun değeri yeni.

Hep sever olduklarıma, hep değerli olanlara başka türlü ifade edeyim istiyorum değerleri, başka türlü yaşayayım.
Yıllardır biriktirdiğim işleri yapayım, "2006'dan bu yana" projesiyle başlayayım mesela.
Yıl yıl almanaglarım olsun hayatımdan, defter defter notlar olsun olan bitenlerden, gidilen yerlerden, kendi yaptığım defterlere yazılan.
Yazıpta yollamadığım mektupları zarf zarf ayırayım, ve mutlaka sahibine vereyim, hele de son olacaklar için...
Alıpta vermediğim hediyeleri, içimden geçipte söylemediğim notlarla birlikte kutulara koyup sahiplerine ulaştırayım, güneşli sabahlarda.

Aslında bugünlerde, keyifle uyanıyorum sabahlarda. Heycanla yürüyorum sokakları.
Bir tek bu sabah endişeyle meraklandım.

06 Temmuz, 2009

Yeni Heyecan! :)







Dün öğleden sonra internete girmeye Pablo'ya gittim, bilgisayarım bana küstü sanırım ki bu aralar istediğim hiç bir şeyi yapamdığı gibi internete de girmiyor, giremedim. İnternete girmekteki tek amacım olan formu da yollayamadım dolayısıyla.


Kadere yükleyip tüm suçu yola devam ettim, kuzen ve tayfasını Meram'a börek yedirmeye götürecektim ya.. Hımm bide istastona yürürken ve dolmuş( minübüslerin adı Konya'da dolmuş:)) beklerken gelen Deniz var... Sonra telefonum çaldı benim, tanımadığım bir numara ama tanıdığım bir ses. Ve o değerli teklif geldi. Şaşkın, sakin dinledim. Bir an korktum, altından kalkabilirmiyim acaba? diye. Sonra dedim ki kendime, sen bunu çok istemiştin, ve denemeden bilemezsin.

Ve şimdi yeni heyecan, Kültür Avcıları.


Öğrenme hedeflerimi yeniliyorum, ne mutlu bana ki kendime tekrar tekrar sormama ve cevaplar aramaya yeni alanlarda olabiliyorum. Çok güzel ve akıllı bir heyecan var içimde, hızlıca hayatımı planlamaya girişti:) Yazın gevşeh rehaveti ve daha temmuz sonuna, ağustosa çok var gevşekliklerini silip atıverdi.

Nereleri gezsek? planlarını erteledik şimdilik, bir haber de çarşamba günü gelecek. O ise bambaşka bir heyecan ve biraz da tedirginim. Bu sefer de olmazsa bir daha dener miyim?

Hım... Hülya 26 eylülde gelin oluyor imiş... Özge'ye sordum, tarihler çakışmıyor, mutlu oldum:)

03 Temmuz, 2009

1temmuz09

# …. İç içe geçmiş milyonlarca özlem, korku, kimsesizlik, çaresizlik; dalga dalga genişleyen tarifi imkansız, dağılıp gitmez, silinmez, amansız bir mutsuzluk, susuzluk, kırgınlık, yıkkınlık içinde ben, boğula boğula, yenile yenile, çürüye çürüye, ezile ezile artık hiç da rengarenk olmayan, çın çın gülüşlerle yankılanıp yankılanıp durmayan, tersine her geçen gün biraz daha, biraz daha bozaran, kuruyan, boşluğun o çalkantılı sürüklenişlerine ağır ağır, ağır ağır gömülen bir ömrün, kırıldı kırılacak, dağıldı dağılacak bir ömrün kıskacında beklemekte, beklemekte, ahh ufalanmakta, kaybolmaktayım. Kaybolmaktayım. … #

Güneşim, yıldızım benim, nerelerdesin? Nerelerdesin, Denizden çıkıp gelen Güneş’im?

# Anılara tutunmak;

Dalından düştü düşecek yaralı bir yaprak gibiydim, kirlenmiş gülüşler karnavalında.
Dışarıdakiler umurumda değil sevgilim. Onlar, artık büsbütün ustalaştıkları bir oyunun, her defasında diz çökmelerle, ezilmelerle, kırılmalarla sonuçlanan bir oyunun şuraya buraya saçılmış taşlarını toplamanın telaşındalar. Toplayım, üst üste yığıp, kendilerine bir tepe, bir dağ yaratmanın derdindeler. Ulaşabilecekleri tek doruk, o belli belirsiz varlıklarına, üflesen dağılacak denli güçsüz geçmişlerine, bugünlerine sundukları bu doruk olacak eninde sonunda. Başka çıkar yolları kalmadı çünkü. Başka kaçış yolları kalmadı.
Benden usanmışlardı sanki,.benden kopmuşlardı. Küsmüşlerdi beklide. Hep yabancıydım onların arasında. Hep suskun, kapalı, bekleyen, bekletilen. İyi ama ne yapmıştım onlara? Bir günden bir güne kalplerini mi kırmıştım, ellerindeki avuçlarındaki mallarına göz mü koymuştum, hayatlarına mı kastetmiştim? Kimin tavuğuna ‘kışt’ dediğim vardı ki? Aynı dili konuşuyordum onlarla. Aynı havayı soluyordum. Hep yılgın. Hep mutsuz. Oysa, dedim ya onların arasındaydım. Yolları paylaşıyorduk. Parkları paylaşıyorduk. Sinemaları, kafeleri paylaşıyorduk. Yürüyüşümün hiçbir farkı yoktu onlardan.
Daralan çember, kanayan yürek.
Sahibini bulamamış mektuplar. Mektubunu bulamamış sahipler. Büyüsünü yitirmiş uzaklar. Sonsuz bir karanlık. Sonsuz bir yalnızlık. Dipsiz bir kuyu. Yukarılarda, çok yukarılarda, delicesine kanat çırpan, masmavi gökyüzünü bir uçtan bir uca benzersiz renklere, bulunmaz kokulara bulayan, sevinçli, çoşkulu binlerce, on binlerce her renkten yolcularıyla boşluğu yararcasına süzülüp gelen uçaklar. Arkalarında köpükten bir çizgi. Uzun. Upuzun.
Bir karış, yalnızca benim için.
Devrilen dağlar altındaydım. Çığlarla sürüklenendim. Kalabalıktım. Hem tek başınaydım. Bir elim, hep diğer elimdeydi. …
Paramparçaydım.
Bütünlenemezdim, çok denemiştim. Olmuyordu. Başaramıyordum. Toz dumandım.
Oysa güneş güzeldi. Nefes almak güzeldi. Düşler her şeyden güzeldi. Düşerli hatırlamak güzeldi.
Oturuşumun kalkışımım, saçlarımı tarayışımın, aynalara bakışımın, kalem tutuşumun, giyimimin kuşamımın, sigara yakışımın, öfkelenişimin hiçbir…hiçbir farkı yoktu.
Düşler iğrençti. Düşleri hatırlamak iğrençti.
Özlemek, acı veriyordu. Aşk, hiç yaşanmayandı zaten. Kandırıyordun gönlünü işte. Şarkılar mide bulandırıyordu. Yürümek kötüydü. Yağmurlar, nicedir çamur.
Her sözcük, bir taş, belki de
yükseldikçe yükseliyor duvarlar, gövden boyunca.

Takvimlerle ilgilenmek;
Öylece duruyordu. Solgun duvarlar ortasında. Küçücük bir ışığa ölesiye hasret, tozdan topraktan önü ardı silindikçe silinmiş. Puslu. Küflenmiş. Yıkıldı yıkılacak. Yerinden söküldü sökülecek bir takvim. Korkunç bir hızla, korkunç bir gürültüyle birbiri üstüne devrilen günlerin, haftaların suskunluğu, soğukluğu yayılmış her bir yanına.

Yok;
Artık ne sen ne de dışarıdakiler.
Umurumda değilsiniz sevgilim. Hiç kimse umurumda değil.
Belki de biliyorsun, ama yine de söyleyeyim, bunu ben istemedim. Belki bu sonsuz karanlıkta, bu sonsuz yalnızlıkta milyonlarcayız. Dışarıda sandıklarımın hepsi, abartmıyorum hepsi, ola ki, burada, benimle erimekteler, benimle silinmekteler.
Sen de buralardasın sanki. #

Bir yerlerden sesini duyar gibi oluyorum?
21Haziran09

Ben kötü çocuk olmak istemiyorum, kötü torun da. Ama tu kaka diyorlar bana. Tek derdim kendim olabilmek, içimden gelerek sevebilmek oysa…

Gidenler de var...

Dün, 13 yıllık çocukluk arkadaşım gitti hayatımdan, köprülerden bahsetti, gelmek için köprülere ihtiyacı varmış, samimiyetsizlikten ve maskelerden bıkmış.
Garip, hiç şaşırmadım, üzülemedim bile. Hatta beni hiç tanımamış olmasına da şaşırmadım, ben seni gözlerinden analrım diye inat edişine de.

Bir kez daha deneyimledim, adıma karar verilmişliklere katlanamıyorum, 'ama sen böyle hissediyordun, böyle düşnüyordun' deyişlere... Ne hissediyorsun? Ne düşünyorsun?' u bir kez olsun sormanın bu kadar zor gelmelerinden... Herkesin herşeyi hep kendi duyup gördüğü gibi bilir olmasından...

Ve şimdi esas içimi acıtan, gün gün, aylardır içmi acıtan başka biri var. Çın Çın'ım... Gitmesini hiç istemesem de onun ne düşündüğünü bilemediğim için kafam akrışan, çoğu zaman vazgeçip karamsarlaştığım adam...

Sordum, cevap bekliyorum... Gitmesin istiyorum...

02 Temmuz, 2009

yine şimdi,

yine şimdi, bir özlem tuttu ki içimde....
çok öledim O'nu. Çok özlüyorum o'nu böyle zaman zaman birden bire...

Güzel kadın, ne olur bu yaz o kalabalık ve bağuculuğu yazla artan kentten beni görmeden gitme...

Ah be Çiçek Hanım, bunca sevdirmek zorundamıydın kendini?

Düşünüyorum zaman zaman, bencilce olabilir mi bu sevgi diye? Boğucu gelirmi ki diye?
Ama olmasın, öyle bi sevmek değil ki benimkisi, bulutlardan bile özgür olsun istiyorum sevgim.
Sihirli bir gücüm olsa, sevgim, sevdiğim ruhları özgür kılsın isterdim.

İşte böyle Çiçek Hanım, Çiçek Hanım oldun bugün, içimden öyle geldi, öyle yazdı parmaklarım.

Şimdi,..

Şimdi ufak bir kaöamak yapıyorum, sevgili Konya Büyükşehir Belediyesi'nin bilgisayarlarının birinin başında.
Blogumu çok özledim, gece vakitleri canım çektiğince girip dolu dolu yazmak istiyorum.
bir de ahh diyorum şimdi, düngece masaüstüne yazıp kaydettiklerim, defterlerin arasında birikenler olsaydı keşke yanımda...

adı anılacak ne çok insan, dönüp tekrar bakılacak ne çok şey oldu oysa...

hımm birde kaçamk planlarım var, güneye doğru... beş gün, oralarda olması muhtemel arkadaşlarıda arayacağım, ama kimseye haber vermeden kendimle başbaşa çıkacağım yola, kendim bulacağım Hatay neresiymiş, antakya nere...