31 Ekim, 2008

gün ve sis

meğer sis ne çok yakışırmış güne...

yolda sis,

siste bir dizi kadın,

bir traktöreden inip,

birbirnin peşi sıra giden.

bir avuç koyun,

bir çoban,

bir, belki iki köpek.

30 Ekim, 2008

Gün...

Yola çıkıyor Küçük Kırmı Deniz Yıldızı,

Okula, Konseye ve Samsuna...

Sonra? Sonra yine bu şehre, İstanbul'a,

Herşeyi Bul'a....

29 Ekim, 2008

Günlerden Bugün

Bi kaç gündür birileri kapatmaya karar vermişi kapatmıştı bloglarımızı. Kavuştuk çok şükür:)

Bugün 29 ekim, Yıllardır gördüğüm en güneşli, en neşeli 29 ekim sanki...

85. yıl diye deliler gibi kutlamalar var her tafta, havaifişeklerin sesinden camlar sarsıldı, annecikle babacık boğazdaki feneralayını izlemeye gitti.


Ben de sabahın köründe( aslında öğlene daha yakındı:)) okula giderek değerlendirdm bu güneşli güzel tatil gününü. Yarınki jüri için çalışmaya çalışarak bayram kutladık ekip arkadaşlarımla. geçen haftadan salı akaşmına herşey bitmiş olsun dememize rağmen bu gün bir kez daha gördük ki ancak yumurta kapıya dayanınca....

okuldan zorla çıkartılıpta eve gelince ne göreyim? annem yatağımı toplamış:) gülümsedim bi şöyle:)

şimdi de yarına kar jüri+konsey+samsun la ilgili hazırlıklar ödevler nasıl yetişecek stresiylen hiç ibşey yapamamaktayım. dedim bi günü gözden geçirip rahatlayayım,

Ne kadar da günlüğümsü oldu bu böyle:)

Bugün, günlerden bi gün:)

23 Ekim, 2008

Tat-sız

Üzerine düşünüyo olmak bile yoruyor aslında, ne sevimsiz ne tatsız...

Anlık paniklerden sebepleniyor bazen tepkiler, kendini kendinde yada bi başkasında görmeye korkmak...

Biraz fazla hassasiyet... Ummadık taş...

Kendi kendime veremediğim cevaplardan belki, cevapsızlıktan yine yitip gitmesin diye telaş...

Gerçeklikten uzak, yaratılmış durumlar için gücüm mü yok ne....

Sustukça birikmiş tortular,

Aslında basit hayat...

Ama insan zor, insan olmak denilen...

Bazen korkuyorum kendimden...

Çok tatsız,

Sanki olmasa da olur gibi...

Sanki bu da tanışıklık duvarlarına bir tuğla eklemek için yaşanmış gibi...

Oldu ama, ben, biz yaptık... Tat kaçtı...

Üzerine düşünmek bile üzüyor şimdi,

Kendi içimde elimi yüzüme batan bir sürü kırık cam parçası var;

Acısı, can acısı...

Yorgun...

Yorgunluk hasıl olması...

Uyuyunca geçmeyenlerden, uyuyunca geçer uykusunun yetmediklerinden...

Gözüm açık, sersemleten can acıları da geçti, geçirildi zorla...

Geçmiş gibi yapmak?...

mış, miş gibilerle gerçek arasındaki, hangisi bizim görebildiğimiz?

Hangi ben?

Nereye bu gidiş?

Korkuyorum bazen kendimden...

22 Ekim, 2008

Kimlerle başladık yola
Kimlerle bitiriyoruz?
Hatta,
Daha da fazlası,
Ne yaşayacağımızı biliyor muyuz?
Ne yollara baş koyduk ta,
Vazgeçmedik, H
oş, vazgeçmek belki yanlış oldu,
Vazgeçirilmedik?
Ne mutluluklar yaşamadık mı
Zaman içinde
Mutsuzluklarımıza sebep?
Ve ne mutsuzluklar A
n geldi ki
İyi ki
İyi ki dedirttirecek?
An'ı yaşarken zor,
Biraz çıkmayı beklemek gerek,
Ancak an'dan çıktıktan sonra
Anlaşılıyor gerçek!
Ve o zaman
Ve neden
Hayıflanıyoruz
Keşkelerle?
Ve neden tutunuyoruz,
"İlle"lere?
Gereksiz yere!...


Gülgün Karaoğlu

En çok neye?

Deprem olmuş az önce, öyle dedi ablam.

Ben farketmedim, farketsemde onun kadar pratik ve korumacı düşünmezdim herhalde, yer yatağın başucunda duran su şişeleri dolu mu, fenerler çalışıyormu diye kontrol etmezdim.

Düşündüm bi an, bişey olsa şimdi insanlara, bana, en çok neye üzülürdüm diye.

Cevabı bulmak gerçekten çok güç, üzülebileceğim bir sürü şey var, tıpkı sevebileceğim bir sürü insan olduğu gibi.

İçinde tutmanında bi çeşit aldatmaca olduğuna inandım ya bi zaman önce, paylaşmak için konuşmak çabasındayım. Deniyorum, yetmiyor bazen biliyorum.

Susup, dönüp arkamı güneşe oturmak istiroyum. Ama güneş yine karşımdan doğacak, biliyorum.

Hani hiç söylenmeyecek bi şarkı olduğunu bilsem, yada ben unutunca bir daha hiç söylenmeyeceğini susturacağım belki içimin kuytularını ama ben susturmaya çalışsamda birileri söylemeye devam edecek biliyorum.

En çok, sahip çıkmadıklarıma üzülüyorum galiba, kendim gibi olmadıklarıma.

Samsun sonrası pazartesisi, ders çıkışı attım kendimi sokaklara. Son ses müzik dinledim, içimdeki sesi susturmaya çalışırcasına, Duvarların üstünden yürüdüm, atladım indim duvar bitince. Koşarak indim Maçka'dan, Beşiktaşın kalabalığına... Yetmedi Beşiktaş, ortaköy... Ortaköyde akşam güneşini gönderdim, ezanı dinledim, şiddetle kıyıya çarpan dalgalar ıslatsın diye bekledim; ıslatmadılar... Deliksiz bir uykuya daldım gece. Uyanınca geçer diye... Uyanamadm, geçmedi... Uyanmak için değildi gün, mecburiyetler içindi... Hiç bilemdiğim bir yere gitmeliyim dedim, hiç bilmediğim bir otobüse binmeliyim... Fazla uzağa gitmedi, Beyazıtta buldum kendimi. Tam dönecekken, kapalı çarşıyı gördüm... Kaybettim kendimi, kaybolmak istedim... Hiç bulmasam istedim. Kendimsiz kalsam... Girdiğim kapıdan çıktım, geldiğim otobüse bindim, döndm geri... Eve geldim, uyumak istedim, uyanınca geçer uykusundan... Uyanamadım, uyandırıldım, geçmedi...

Çok uyanık kalmamalı, uyanınca geçer uykusu....
Ya uyanmazsa yine Küçük Kırmızı Deniz Yıldızı...
Ya geçmezse uyanınca? Ya geçerse? Ben ykudayken geçip gidenler ya çok üzerse?

21 Ekim, 2008

Uyku

Uyumaya gidiyor küçük kırmızı deniz yıldızı... kırmızının rengi mi soldu ne? Biraz can suyu gerek bugünlerde...

uyku...

uyanırsa gelecek...

20 Ekim, 2008

17, 18, 19 Ekim Samsun...

Yiğidi öldür hakkını yeme, İyiyi gösterdi kimi, Kimi kötüye değdi geçti...

Kimi olduğunu gösterdi, kimi geri döndüğünü, kimi gittiğini, kimi kendini gösterip de hiç gelemeyeceğini....

Samsun sahiline çarpan dalgalar, kimliğini bilemediğim kokuyu taşıyor şimdi...

Kırık... Güneşli İstanbul, hoş hava...

Yağmur, içimin rutubet kokan sokaklarında...

19 Ekim, 2008

Turuncu

Bugünün adı turuncu….

Yeşilden sarı olmayı ancak başarmış mandalinanın hayalde kalan turuncu sevdası bugün…

Siyaha bile çekingen gece, küçük kedi.

Yağmaya bile tereddütte yağmur, vazgeçip de kaçarken yakalanan gibi.

Eğlence vakitlerinden dolup taşan yaşlar gibi.

Kaçamadılar. Yaşlar, yağmurlar gibi kaçamadılar…

Siyaha bile çekingen gecede, kendi kendini tüketen hisleri, varlığı anlamı silen hisleri ve hislerin bedenini kimse tutup almadı kararlılıkla, küçük kedi gibi.

Süt içti küçük kedi, siyahı beyazının yanında kararsız duran siyah beyaz küçük kedi.

Kedi gitti, süt tası gitti, bir damla kaldı.

Kedinin süt içtiği tasdan yere dökülen bir damla beyaz süt kaldı,

Akıp boşalan yürekte karaya çalan bir damla yaş kalır gibi.

Ne erteleyişler bitti, ne yüzleşmeler başladı.

Gece, öylece kaldı; siyaha bile çekingen…

Yağmur öylece yağdı, tene bile değmeden.

Sabah, yağmuru durdu sandı, geceyi bitti.

Siyah da, yaş da, dün gece de kaldı.

17 Ekim, 2008

İçim sıkıldı.... Mutsuzluk mu sıçradı birilerine ne?... soruların cevabı, dile getirilemeyen sorular....

Bi çıkıp nefes mi almak lazım ne...

Biraz daha....

Yazcam bu gece, uzun uzun... Hem bloga, hem sevilenlere...

Sıkıntı, git bu gece....

10 Ekim, 2008

Küçük Kırmızı Deniz Yıldızı Eğitime gidiyor:)

Epeydir yazamadım pek bişey, aslında çok var... Okul var, Bayram var , Babaanne var, Bahçe var, Güllü Lokum var...

Bu Öğlen Eğitim içim yolculuk var, Urfaya.. Heyecan var:)

Daha da olacak;)