"Kentleri sevdiren kişiler var"
kendi kendine, kendini o kentte sevdiğin için sevdiğin kentler. Kendine kızıp kaçmak için terkettiğin kentler.
Çok sevdiklerini görmeye gittiğin için, gidince sevdiklerinle olduğun için sevdiğin kentler var, sevilenlerin çiğlikleriyle canını acıttığında içinde boğulduğun kentler.
Çok sevdiğin için orada gördüğün kişileri sevdiğin kentler var yada. Yada bir sürü şekli daha var bu hallerin...
Günün usulca yaklaştığı sakin karanlıklarda gökyüzüne bakıpta nefes alınca orda huzur dolduğun, kapısını açınca rahatladığın evine vardığın, sokağa çıkınca havadaki kırıntılarla oynaştığın, güne başlamaktan keyif aldığın, otobüsteki kalabalığını, trafiğin arasından göz kırpan boğaz manzarasını, birbirine kolyenin boncukları gibi bağlı semtlerini sevdiğin bir kent.
Yıllarında hatrı sayılır bir yeri olan bir semtin ara sokaklarından birinde şirin bir kafede kahvaltı ettiğin, üstüne kahveni höpürdedip secdiğin insanlarla sohbete devam ettiğin, kolyenin boncuklarından misina misali süzülerek, yürüyerek geçip gittiğin, ışığını, kokusunu, sesini sevdiğin, süprizlerle karşılaştığın, kıvanş duyduğun, canının yandığını hissettiğin, sıkıldığın, kızdığın, affettiğin, afffetmediğin, kendini anladığın/anlamadığın, çok merak edip bulmaya açlışıtığın kişi için vagonların, motorların içini kolacan ettiğin, diğer kıtaya geçmek için bindiğin motordan vazgeçiğ geri indiğin ve son zamanlarda olup bitenleri anlamaya çalışırken oturduğun Kabataş sahilinde bir çay bahçesindeki masaya çok yakıştığın bir kent.
Sevdirene, sevdiğine ve sevene...