16 Eylül, 2010

Bunu ben demedim ilk;

Önümdeydin
Arkamdaydın
Sağımdaydın
Solumdaydın
Altımdaydın
Üstümdeydin
Beni yine de Göremedin


15 Eylül, 2010

Kentleri Sevmek

"Kentleri sevdiren kişiler var"

kendi kendine, kendini  o kentte sevdiğin için sevdiğin kentler. Kendine kızıp kaçmak için terkettiğin kentler.

Çok sevdiklerini görmeye gittiğin için, gidince sevdiklerinle olduğun için sevdiğin kentler var, sevilenlerin çiğlikleriyle canını acıttığında içinde boğulduğun kentler.
Çok sevdiğin için orada gördüğün kişileri sevdiğin kentler var yada. Yada bir sürü şekli daha var bu hallerin...

Günün usulca yaklaştığı sakin karanlıklarda gökyüzüne bakıpta nefes alınca orda huzur dolduğun, kapısını açınca rahatladığın evine vardığın, sokağa çıkınca havadaki kırıntılarla oynaştığın, güne başlamaktan keyif aldığın, otobüsteki kalabalığını, trafiğin arasından göz kırpan boğaz manzarasını, birbirine kolyenin boncukları gibi bağlı semtlerini sevdiğin bir kent.

Yıllarında hatrı sayılır bir yeri olan bir semtin ara sokaklarından birinde şirin bir kafede kahvaltı ettiğin, üstüne kahveni höpürdedip secdiğin insanlarla sohbete devam ettiğin, kolyenin boncuklarından misina misali süzülerek, yürüyerek geçip gittiğin, ışığını, kokusunu, sesini sevdiğin, süprizlerle karşılaştığın, kıvanş duyduğun, canının yandığını hissettiğin, sıkıldığın, kızdığın, affettiğin, afffetmediğin, kendini anladığın/anlamadığın, çok merak edip bulmaya açlışıtığın kişi için vagonların, motorların içini kolacan ettiğin, diğer kıtaya geçmek için bindiğin motordan vazgeçiğ geri indiğin ve son zamanlarda olup bitenleri anlamaya çalışırken oturduğun Kabataş sahilinde bir çay bahçesindeki masaya çok yakıştığın bir kent.

Sevdirene, sevdiğine ve sevene...

01 Eylül, 2010

Özlenen Sofralar

Dün biraz yağmur yağdı, beş dakika kadar.
Tam ben büyük bir hırçınlıkla uykudan uyanıp yola atmışken kendimi, meram eskiyol dolmuşundan inip fatih pastahanesinden kaymaklı dondurma alıp yaka meram dolmuşu beklerken.

Yağmura rağmen, hatta yağmura inat toz dumandı ortalık. Konya'nın kuru, acımasız, yüzünde maskesi olmayan dosdoğru havasıydı. Bütün yaz yerlerde sürünüp arada bir havada uçuşmuş toz zerreleri günler, haftalar sonra karşılaştıkları ilk yağmur damlalarıyla kıran kırana mücade ediyorlardı. Sorsan, onlar da bilmiyor kavganın ne uğruna olduğunu. Tıpkı tüm kavgalar gibi nedensiz. Sadece yok etmek pahasına var olabilme iç güdüsü.

Mervelerin bahçeye yürürken, kaç kere yürüdüm bu yoldan dedim. Her birinde heyecanla, özleyerek.

Kuru havada asılı duran bulutların ardında kaybolan güneş, takkeli dağ ve bahçede meyvesini topladığımız ağaçların hepsi hep aynı şeyi söylüyordu sanki.
İftarı mangal sofrasıyla karşılayıp, geceye dondurma çerez ve meyvelerle devam edip sahurda kumpirlerimizi yuvarlasakta, ruhum doymadı ikindi serinliğinde havaya, ağaca ve yıldıza.

Yıldızlarına aşık olduğum iki sema var; biri mardin geceleri diğeri de konyanın bahçeleri.

İstanbul'u özledim diyordum ya, benim gitme vaktim gelmiş galiba. Gitmek istiyorum oradan oraya...