31 Mayıs, 2010

Anlamamıştım...

Bu öğlen ofise uğradığımda çok değer verdiğim insanladan birinin dağılmış halini, çok anlamdıramamış, sabah ki olaylar dediğinde de "aaa ne olmuşki ben kantitatif çalıştım gündemden uzağım" diye geveşk gevşek takılmıştım.

Olan biteni öğrenince o an kafam basmadı, günlük hayatlarımızda bire bir ykaın çevremizde nasıl bir yıkıcı etkisi oluru hiç düşünmemiştim, diplomatik işler gibi gelmişti.

Facebook'ta birbirinin peşi sıra yığılan boykot, nefret söylemi grupları, etkinlik davetlerini aldıkça, akrabalarımın, çocukluk arkdaşlarımın profilleri Hitler fotoğrafları, sözleriyle doldukça, çevrenizde gördüğünüz ilk yahudiyi böcek gibi ezin iletilerini okudukça, bunun için özel profil resimleri yapıldığını gördükçe, titriyorum.

Kuzenlerim, akrabalarım, çocukluk arkadaşlarım... Nasıl söylerim? Ya da nasıl söylemeden durabilirim...

Miğdem bulanıyor, titriyorum. Bi kez daha anladım, ağlamak benim için temiz bir tepki, temizleyen birşey. Ne yazık ki, ağlayamıyorum şimdi.

Çook eskiden...

Çooook eskiden mutlu şeyler vardı, dedim az önce kendi kendime.

Bu sabahki sınav ve peşi sıra gelen koşturmacalardan sonra enerjiğim ben hala ve hemen gidip çalışmak istiyorum nidalarım üstümdeyken daha bir canım sıkıldı kii...

Heyecanıi enerjisi ve çok çalışılmış az uyunmuşluğuda dahil her şeyiyle beni bu güne hazırlayıp yorgun ama mutlu eden dünde sanki çoookk eskiden gibi kaldı.

Düne dönelim ve kimse israil, filistin, gemi kelimelerini aynı cümlede kullanmayı aklından bile geçirmiyor olsun. Lütfen.

çookk eskiden mutlu şeyler vardı...
Hadi ger igelin tüm mutlluklarım, lütfen. Mutluluğuma gelmek isteyen elime mum diksiiinn...

29 Mayıs, 2010

F5

F5 tuşu ne işe yarar?

Refresh denilen birbirinin kuyruğuna takılmış iki küçük ok yada?

Ne işe olacak, yeni bi'şey var mı diye bakmaya!

Karşı Sandalye'ye Mektup

Canım Bebeko,

Yaza mı karışsa yoksa yerli yerinde durup bahar mı olsa karar verememiş bir cumartesi akşamüzerinde, bir köprüyü, iki yakayı, tarihi yarımadayı elini uzatsan tutacakmışın kadar yakın gören, uzansan sırtını Galata Kulesine yaslayacakmışsın gibi kuleyle komuşu bir terasdayız seninle, ders çalışıyoruz:)

Sağa baktım, sola baktım, İstanbul'u yedi tepesinin birinden kısacık seyredip sana baktım. Güldüm, güldüm, güldüm... Yüzümle, ruhumla, zihnimle güldüm. Huzurla güldüm.

Sonra aklıma geldi. Ben bu sabah otobüste leyla gibiydim, gmrünmeyen uzaklara bakıp kendi kendime huzurlanıp keyiflendim dedin ya sana, sende gülümsedin bana.
Tahmin ettiğin sebep olabilr evet, ama o değil tek.

Köprüden geçerken, hayatımdaki insanların bi kısmını düşündüm. Sen kokunca düşüncelerim, gözlerim yaşardı benim... Cihangir'deki akşamımız gelmişti aklıma, Beyoğlu'nda tava ciğeri yediğimiz gün...

Meğer, bu gün de bize kısmetmiş.

Karıştı..!


Karman çorman olmadı mı aklım? Oldu vallahi...
Sonbahar günlerinden kalma bir rüya, yaz rüyası olur mu?

Aklımın, ruhumun bütün çeperlerine çarpan sorular var; ihtimallerle ürettiğim cevaplar var.
Sonra üzülmeyeyim diye şimdiden olumlu ihtimaller kadar olumsuzları da çarpıştırmam bide.

Bir anda içimden geldiği gibi yazıp, iki saniye içinde sildiğim şeyi düşnüyorum.
Düşüm de, düşüncemde aynı şeyi söylüyor bu sefer; çok istediğin bir şeyi yapmadan, onunla ilgili hakikati öğrenemezsin.

Günün bu saatini seviyorum. Balkonda günün aydınlanmasına eşlik etmek, eflatun vaktinde iki nefes ne güzel... Şu anda birbirine karışmış guguk kuşu ve martıların sesi gibi aslında halim:)

Zorluğu ürkütse de, iyi geldi, ne yalan söyliyeyim:)

28 Mayıs, 2010

200.kayıt:)

200. yazı kaydım bir önceki imiş...

Hayırlısı:)

Dedim ki;

Şimdi düşünmeyeceğim, bi kaç saat en azından.. Dikkatimi toplayıp çalışmalıyım...

Olmuyor, dikkatimin içinde de var! ...

Ne gerek var o zaman ötelemeye, git demeye. Gitme-sin!

27 Mayıs, 2010

Şirinsever:)

Ben geçen gün yepyeni bir şey öğrendim Şirinsever'imden, hatırladım, hayat pratiği yapmayı denedim, deniyorum.

Güzel mi güzel, mutlu mu mutlu iki haber verdi Şirinsever bana. Sonra o heyecanlı ama dingin mutluluğuyla "neyi diler kalbinden dillendirirsen o oluyor" dedi. " iyi düşün iyi hisset..."

Bende bi süredir biriktirdiğim onca olumsuz olayın pası - geçti gitti dediklerimde dahil - ile pörtleyip pörtleyip beni huzursuz eden öfkemi karşıma alıp konuştum.

Vakti zamanında bana ilk tanışmamızda - kanatsız meleklerdensin sen, dünyanın senin-benim gibi meleklere ihtiyacı var- diye bir not yazıp dünyamı altüst edip, düşündüren başka bir çok sevdiğimin söyledikelerini hatırladım " sevmediğin ne varsa, özgürleştir ruhunda, ancak öyle uzklaşırlar senden ve sadece sevdiklerini gör etrafında"...

Dönem dönem başardım bunu, şimdi yeniden deniyorum. İkisini birden,; önce sevmediklerimi, beni mutsuz edenleri özgürleştirip uzaklaştırıyorum dünyamdan ki benim yüreğimi sıkmasın varklıkları, ruhumu daraltmasın. Sonra Şirinsever'imi düşünüyorum; sevmediklerim yerine daha çok sevdiklerimi, en çok sevdiklerimi söylüyorum. Dilimden bile uzak sevmediklerim.

Bugünlerde çok kez şükrediyorum, güzel insanlar olduğu için hayatımda. Her biri kendi değeriyle bu dünyaya anlam katan, benim dünyamda çok olanlar.

24 Mayıs, 2010

Kadınlar, Erkekler, İnsanlar, İlişkiler...

Kadından dolayı " adam" sandığımız erkekler...
Bu bir, bu da iki dediğimiz, kadınlığını malzeme yaparak yaşamaya kendini mecbur etmiş, başka türlüsünü beceremeyen kadınımsılar...

Hepsi var...
Ve dahası... Bazen çok iblmek zor... Bazen çok görmek...Mesela kafam çalışmasa ve algılamasan zaman zaman. Ama doğru zamanda. O zaman daha kolay olabilirdi hayat... ya da insanlar, ya da ilişkiler... Hatta ve aslında bütününde "inandığımız" insanlar...

Hepsine gerek yok belki. Muntazaman azaltmalı, hafifletmeli yükleri... ( bu yazının teması Kalıvermek)
Bu kadar da değil!
O kadar çaprazdaki tüm haller... Güvenememek ve güvenilememek de cabası...
Bir masada 7 erkek 6 kadın. Hali vakti belli olanlar var. Bir de hayatındaki boşlukları bulduğu tüm boşlukları doldurarak doldurmaya çalışanlar var... Hemen kızmayın, mümkün olsa keşke başka türlüsü...
Benim bildiğim, görüp duyduğum 1 erkek 4 kadın. Bir de bunların kafasında ama görünmeyen kadın ve erkekler var...
Var yani... Bizde her türlüsü var...
O "biz" de ben ne kadar varım emin değilim. Zaman zaman olmamayı yeğliyorum.

Bu kadar olsa iyi!
Ve iyi ki bu kadar değil bu sefer..." Bebeko" var iyi ki...
Bütün şehir bizim oldu bu gün. Ve başka şehirleri "bize" hazırlıyoruz. "biz" zaten hazırız her yere... Güneş batarken Cihangir'di soluklandığımız merdiven köşesi ama o hislerin yer iyurdu bir semtten, bir kentten fazlaydı. Ne olursa olsun, bence bizim hayatımızdaki herşey "iyi ki"...
Çünkü biz bunu becerebiliyoruz, iyi ki...

Yaşayan Kütüphane Garajistanbulda, bizler kütüphanede ama zaman zaman dönüp dolanıyorum, o yerde değilim. Temiz bitirdik. Sonra bir cila çektik. Her an olduğu gibi ama biraz daha yüksek dozda hissettim seni damarlarımda. Sana dair her şeyi anlamlandırmak o akdar kolay ki... O akdar sen gibi... Senin göz pınarlarından yürümesin diye tuttuğun yaşalr benim yanaklarıma düşen... SAna sarılmak ruhumla kucaklaşmak gibi..."aynı"lıktan değil asla, "aynı"lıklarımızın bu akdar kendine özgü ve açıklıklarından...
Yıpranmış yanlarımızı, yıpranır hallerimizi paylaşarak başlayan bu şey, çok değerli, herşeye ve herkese rağmen ve hatta bazen onlara da iyi ki...

22 Mayıs, 2010

Ayıp mı..?

Neyin ayıbı?

Ayıp kaç yaşına kadar öğretilir ebeveynlerce? Onlar ayıp etmezler mi?

Neden duvarları var evlerin? Gizlenmek mi esas, mırıldansak?

Kaç sınırın var müdehale edebileceğin?

Ben bağıra çağıra çarkı söylüyorum sokaklarda kime ne... Duyuyor musun ozaman da sesimi?

Trafikte küfretmekten, toplu taşıma araçlarında yüksek sesle telefonla konuşmaktan ne kadar kötü olablir gün batımlarında balkonda mırıldanmak?

Dinlesene kendini bi... Hadi sustum, duy bakalım duyabilirsen.
Konuşmadan duyamassın kendini. Susamazsın da...

Sessiz susulmaz.

21 Mayıs, 2010

sırtını güneşe çeviriresen,
gölgenden gayrı bir şey göremezsin.

ve

Kendini tanıdığın çlçüde
başkalarını yargılayabilirsin
de bana
hangimiz günahkar,
hangimiz masum?

ve hatta

başkalarının yanlışının farkına varmaktan
daha büyük bir hata var mı?


bir de,

kaplumbağalar
yollar hakkında
tavşanlardan daha bilgilidirler.
bir cok ogreti pencere cami gibidir.
hakikate oradan bakariz;
ama bizi hakikatten ayirir.

* Emin değilim kime ait olduğuna, ama ağır.
--------------------------
Khalil Gibran imiş...

Bu Bahar da,

Vazgeçtim senden...

Bu bahar da erteledim. Yeterince dolgun açmamıştı çünkü ıhlamur çiçekleri. Kokuları başımı sündürse de, salkım salkım sarkmadılar omuzlarımdan ve tenimde hissetmedim. Bana cesaret vermedi.

Seni özledim, ama sana gelemye niyetlenmedim. Zaman "hadi" demedi.

Bir bahar sabahı,kekikli zeytinyağı olacak kahvaltımızda.
Ihlamur kokuları altında kitap ouyup öğle sıcağında, sokakta oyunlar oynayacağız ikindi vakti çocuklarla.

Soframızı kuracağız, geceye film seçip izlerken uykuya dalacağız.
Sonra uyanıp, gece seherinde sohbete dalacağız.
Ve deniz, gün doğumu kıpırtısızlığında.
Hepimiz susacağız, huzur öylesine saracak bizi.

Konuşarak bakacağız.

Bu kent değil bu hissin coğyrafyası, bu baharlar değil iklimi!

19 Mayıs, 2010

sen söylemiştin...

Hani bu kentin sokaklarının bizim olduğu o akşamüstü vardı ya, güneşi cihangirde batırdığımız. Koca bir gün Yaşayan Kütüphane'de koşturmamışız gibi sanki insanlardan, ortamlardan sıyrılıp kendimize döndüğümüz, o gün söylemiştin;

" iyi misin diye niye sorarlar ki? bu soru bana hep ağır geliyor"

yıllardır düşünüp, hissedip kimseye söylemediğimi diyivermiştin.

Ahh beni bu havalar mahvetti be Bebeko :)
Ne biçim bişeysin sen?

16 Mayıs, 2010

Yeni Bir İnsan :)

Ben seni çok sevdim...
Bu gün seni sevdiğimi söylemeyi seçtim:)

Belki bi gün, sende okursn bunları, sana olduğunu bilerek. Bi gün sana dersem "ben seni çok sevdim" bunu ilk aklımdan geçirdiğim ana şahit bi kaç satır olsun istedim:)

Bu satırlar senindir, seni ruhumda özgürleştirdim:)

11 Mayıs, 2010

İnsanlar, Arkadaşlar, Arkadaşlıklar.

Zaten güvenmezdim sana, artık hiç güvenmiyorum.
Sevmezdim de.

Sende, sırf herhangi bir olası odak olmam durumunda güce uzak kalmamak yada ortamda ilgilenilmeyen kişi olmamak tedbiriyle insanları seven, sever gibi yapan, yakın ilan edenlerdensin. Bi kaç tane varsınız böyle, zarar kapasitenize göre dereceendirebiliyorum sizi, sizin gibileri.

Sen, çok uzun süre tepkisizliği tercih edip en son zararsızlığına kanaat getirip 'ayıp oluyo ya' diye zoraki 'iyi niyetine' inanmaya çalıştıklarımdandın.

Hiç şüphe etmedim çok önemsediğim arkadaşlıklarını anlatırken o saf dostlukların arkasında başka şeyler olduğundan.

Zaman zaman miğdem bulandı senden, boşver demeyi öğrenmiştim ama şimdi dahada miğdem bulanıyor.

Hani hiç olmasan hayatımda, karşılaşma ihtimalimiz bile olmasa, sen ve senin gibilerle, yukarıdaki sınıflandırmaya dahil herkesle.

Nolur daha da kimse zorla sevdirmeye çalışmasın kendini, sırf aynı ortamda bulunuyoruz, zaman zaman beraber iş yapıyoruz diye arkadaşmışız gibi davranmasın, derdini anlatıp yakınlık atfetmsin bana.

Özür dilerim ama, benim tercihlerim var bu konuda. Yapış yapış, sahte, çıkarcı ve sabun köpüğünden farksız arkadaş-mış-lıklarla kendimi popüler adledecek kalabalıklar yaratmaktansa "etik" bir yanlızlığı tercih ederim.

- işte belki bu yüzden an-ya-lamamanız. İlle arkamdan bi başkasına - çoğunlukla sizin gibi olanlara - söz söyleme ihtiyacınız. -

Ihlamur...

Kokuyordu bu gün sokaklarda. Vallahi!. Görmedim ama eminim o koca parktan taşan kokunun ıhlamur kokusu olduğuna.

Mevsimlerin kokusu vardır bende, şehirlerin kokusu vardır. Ama bir örneği daha olmamıştı bir bitki, bir ağaç, bir koku hiç bu kadar çok "bir" olup "biri" olmamıştı.

Vallahi ıhlamur. Bilseniz, hah dersiniz işte bu ıhlamur, rengi de kokusu da yeryüzünde salınımı da!

10 Mayıs, 2010

hiç

Hiç olan sen bi gün ölüverirsin farkında bile olmadan,

İşte o gün o sokağa gömüverirler seni.

Ve eğer gerekse yapışıp tutmak yüzünden,
Ben hazırım.

09 Mayıs, 2010

Hoş Sada..!

Gece açar akşam sefaları, Ölüme benzer güne vedaları

Işığa uçar bütün pervaneler, ateşe giderken ne şahaneler!
Dönerek acıyla, aşkla şu alemi, yana yana raks eder divaneler!

Çok yaşa! Ihlamur koksa ya artık sokaklar. Bu yaz sade, yalın bir huzurla O'nun yazı olsa...

07 Mayıs, 2010

Ihlamur Yalınlığı


Garip bir şekilde bu aralar çok özlüyorum seni.
Sanki bedenimdeki ve zihnimdeki tüm yorgunluğun sebebi seni ötelemekmiş gibi...

o küçük ama dünyayı içine alacakmış gibi parlayan gözlerinle özlüyorum seni, alnına düşen bir tutam saçınla.

Ihlamur kokusu gibi, henüz dalından kopmamış.

O kadar sade, o kadar yalın yani... Yalınca...

Hala eminim o iş seslerimin söylediklerinden, hala inanıyorum yalınlığına...

Hem, daha var ıhlamurlara... bir aya yakın açarlar...
Çıldırtır yine kokuları, özlemin rengi değişir kokuyla.
Terketmiş gibi, kavuşamamış gibi.
Hepsi bu, bu kadar yalın.

05 Mayıs, 2010

Mesela Cihangir

Salı öğlede sonra iptal olan ders saatinde arazi çalışmasına çıkılır... En merak ettiğin filmin gösterim saatine denk gelmesi sinirlerini bozsa da çalışma alanı Cihangir olunca biraz değişiyor işler...

Az buçuk tanışıklığımın olduğu, zaman zaman ziyaret ettiğim, kullandığım Cihangir'i ev ev sokak sokak gezmek başka türlü bir şeymiş, hele de güneşli bir bahar gününde...

Kimselerin sevmediği hane halkı anketleri ne güzel bir vesile insanlarla sohbetlenmeye. Hayır sadece Cihangir'de değil, Armutlu'da da keyf almıştım. Başka bir yolla tanık olmama ihtimal olmayan hayatlara tanık, sofralara konuk, güne heyecan katan anı olurken.

Ama Cihangir bir başka...
O kadar farklı ki cevaplar, genelleme yapmak inanılmaz zor. Kimisi hayatını değişirmeye gelmiş sevgileri tüketip çekip gitmelerle, kimisi sevdiceği oraya sevdalı diye...

Kimi doğma büyüme Cihangir'li, "gidemem ki" diyor başka yere, "başka semt görmedim ben ömrü hayatımda, bi Bozcaada bir de bura. Başka semtleri kabul etmedi bizi bu kentin."

Meslek gruplarını sınıflayın bakalım sınıflayaiblirseniz, Antikacı - tiyatro oyuncusu, Aktar, müzisyen, doktor, taksi şöförü, balıkçı, yönetmen, sanat yönetmeni, eskici, evhanımı, emlakçı....

Milli Piyangodan büyük ikramiye size çıksa naparsınız, diye sorunca, " hemen istanbuldan giderim" diyor kimisi. Kimisi "genç oyuncular için ücretsiz kullanabilecekleri bir tiyatro sahnesi açmak" istiyor, kimisi "oscarlık film çekmek."
Kimisi de "benim hayatımda bir şeyi değiştirmez ki diyor, ben zaten ne istiyorsam yapıyorum."

Anket yapmaya çalışırken kafelere davet ediyor insanlar sizi, ikramlarda bulunuyorlar. İşi olan da olmayan da selam veriyor, merak ediyorsa çekinmeyip soruyor. Kimisi komşularıyla birlikte kimisi komşularından bi haber yaşıyor.
Çoğu mutlu. Geleceklerini yaşıyorlar orada, daha ötede bir geleceleri yok. Aradıkları hayattalar. Kimisi illaki özlüyor çocukluğunu, "çocukken ne olmak isterdiniz" sorusuna "pilot olmak isterdim ama hiç bir zaman olamayhacağımı bilerek" diyor." Ben gayrimüslimim" diye ekliyor, o zaman anlıyorsunuz o ifadedeki sızıyı.

İstanbul'un keşmekeşine aşina ama kendi içine kapalı bir yer orası. Sakin ama sosyal ilişkileri olan, sosyal yaşamı hareketli ve çeşitli. Hareketlilik öyle bir halde ki, en büyük şikayetleri geceleri çöp toplayan kamyonun gürültüsü.

Cebimde kartvizitlerle dönüyorum, bir ihtiyacın olursa ara diyen, gel arada sohbet ederiz bende hikaye çok diyen 82 yaşında doktor Fahri Bey'den tutunda, 25 yaşında yönetmenlik yapan ve bir sonraki seçimlerde mahalle muhtarı olmak isteyen Evre'ye kadar.

Fahri Bey'e kahve, Evre'ye seçim çalışmalarını koordine etme sözüm var.
Ha birde, ben anket yaparken karşı kaldırımdan geçip giden kişi Orhan Pamuk'muş, yanındaki kırmızı pardesülü kadın da sevgilisi. " korumasız geziyor bu gün" dediler, kendisi istemese de zaman zaman devlet tarafından korunuyormuş.