04 Şubat, 2011

Hadi bi toparlayalım...

Bir süredir, ki bana haddinden fazla uzun gelen bir süre bu, başka, bambaşka bir halde gidiyor hayat.

Şaşırtıcı bir ocak ayı geçirdim, benim ocaklarım saniye saniyesine dolu, çok düşündüren, çok çalıştıran, az uyutan, sokaklarda gezdiren, koşuşturmacaları ve hesaplaşmaları seven ocaklar olurdu. bu yıl öyle olmadı, bir garip...


Havaların kararsızlığını, kışı yaşatmaktaki plansız programsızlığını bendeki plansız programsızlığa, belirsizliklere, gevşek gevşek programlar yapmama sebep sayıyordum ne zamandır. Kendimi ne final haftası telaşında, ne proje teslimi öncesinde hissedemiyor, çalışsamda geçmiş yıllardaki kadar yorulmadığım için çalışmış hissetmiyordum, diğer bir açıklaması, itina ile sadece öğrenci olmaya karar verdiğim bu dönem, sadece öğrenci olmanın bana iyi gelmediğine kanaat getirmiş idim....

Ayağımı inciteli ve totomun üstünde yaşamaya başlayalı 3 hafta bitti, 4. haftanın içindeyim. Bu geçen sürede önce sokağa ne kadar aşık olduğumu kavruk bir acı ile öğrendim. Pencerenin önüne gelip kafamı dışarı çıkardığımda gözlerim dolacak kadar.  Evde oturma, hatta ev içinde aynı kanepe üzerinde yaşama halinin yarattığı buhrandan bahsetmiyorum bile.

Sonra finaller.... çok saçma çok garip bi final haftası. sit koruma finalinin olduğu gün hastanede emar alçı filan gibi turlardaydım. inanılmaz canım acıyordu. ertesi gün kelime açıp okumadan bölge finaline gittim ve iyi geçti. 3 gün çalıştığım vizesi leş gibi geçmişti. ertesi gün yine kelime çalışmadan hukuk finaline gittim. Şence hoca erken çıkmak istedim diye niye o kadar atarlandı anlamlandıramadım ama üzgünüm, o sıralarda oturmak çok canımı acıtıyordu. pazartesi günü metropolitan finaline gittim. enteresan olan finallere gitmem değil tabi, tamam okulun kapısına kadar arabayla gidip sonra koltuk değneklerimle seke seke sınıfa gitmem yine seke seke çıkış kapısını bulmama vs alışılmış şeyler değil, yeni yeni öğreniyordum o sıra. enterasanlık hali bütün gün içinde gerçekleştirdiğim tek eylemin finale girmek olması ve sonrasında gelen dayanılmaz yorgunluk hali. o kadar boyun eğdim ki bu yorgunluk hissine, bir günden bir güne sadece eser miktarda yemek yiyip, tuvalete gidip yatıyordum.

 Sonraki günlerde proje yapmaya başladım. Yetiştiremem diye hedeflerimi net ve minimumda tutmuştum, ideal ve mutlaka aksar diye yaptığım zaman planlamasından da erken bir şekilde cumartesi 17:00 sularında bütün çıktılarımı almıştım. sonra yine uyudum.

 Bir kaç gün çok mecbur olmadıkça kimseyle konuşmadım. çok ağrılı bir regli geçirdim. daha az yemek yiyip tuvalete gidip daha çok uyudum.


Tüm bu anlam veremediğim yeni hayat formunun içinde çok anlamlı şeyler olan bir doğum günü yaşadım. Benim için tercih edilebilecek en güzel, en ifadeli çiçek buketini aldım. Git gel 2 saat süren bir yolu göze alıp, bi saatcikte olsa beni görmek için gelen öskem, akşam vakti çat kapı gelen canlar gülden ve gökberk , gün boyu susmayan telefonlar, mailler, mesajlar, annemin oturduğum yerden çalıştırdığım hayal gücümü pratiğe dökerek yaptığı ıspanaklı kek, portakallı ve kestaneli kremalı yaş pasta ve daha bir sürü detay, günler sonra ilk defa bir gece ağlayarak değil, gülümseyerek uyuymama sebep oldu. Ertesi sabah ağlayarak uyanmamınsa bambaşka sebepleri vardı.

Önce bu ayağımı incitme ve alçılı ayak sürecini hiç sorgulamadan kabüllenişime şaştım, sonra kaderciliğime verdim. sonra final ve proje teslimi dönemine gelmesi iyi mi kötümü bunu düşündüm. en iddaalı dualistler bile ağlardı halime, öyle çok çıkamadım içinden. Sonra ha biticek ha bitti diye planlar yapmaya başladım. Yavaş yavaşi gün geçtikçe, o alçı sonrası olan hayattan uzaklaştım. sanki bir daha hiç sokağa çıkmayacak hiç okula gitmeyecek, taksimden eminönüne hiç yürümeyecekmiş gibi. düşünmez oldum, düşünemez.Daha çok dizi, daha çok film, kaneviçe, kitap ama daha az hayat.


Dün alçım çıktı, için çıkan şey beni şaşırttı. Sol ayak bileğime bu kadar yabancılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Alçı çıkınca tahmin ettiğimin aksine canım acımaya başladı. Halen ayağımın üstüne basıp yürüyemiyorum. Üç gün sonra okul açılıyor, nasıl gidip geleceğim hakkında hiç bir fikrim yok. Alçı, bandaj, fizik tedavi ve yüzme den oluşan tedavi sürecine ameliyat ihtimali de eklendi. Ve sanki, bundan sonra hep böyle oturduğum yerden akacakmış gibi zaman.

Sanki şimdi kuş olup uçsam, bi açıklık bulupta dışarı çıkmayı beceremeyecek mişim gibi.

Geçer dimi? Ben yine günde üç şehir değiştiririm?

Hiç yorum yok: